Regis Debray...

Fransız devrimci, gazeteci-muhabir, yazar...

Debray’la ezber bozalım: “Aydınlar somut olmak zorundadırlar. Bu olmaksızın ya soytarı ya da haindirler. Ben bir hain ya da soytarı olamam, çünkü Marksistim.” Çünkü... Fransız aydının Cezayir işgali karşısında “kibar” ve “korkak” olduğunu iddia eder. Küba’da, eğitim seferberliğine katılır, teoriyle-pratik arasında “aydının” ne yapması gerektiğini anlatmaya başlar. Küba devriminin liderleri Fidel Castro ve Che ile kurduğu dostluğun pozisyonu değişir ve o da 26 Temmuz Hareketi içinde yer alır. Havana Üniversitesi’nde felsefe dersleri verir. Tutuklanır, Fransız aydınları onun için kampanyalar düzenler, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün desteğiyle üç yıl sonra serbest kalır. Hikayesini uzatmayayım...

Debray’ın “aydın” tanımı önemli.

Mart 2013’te Le Monde Diplomatique’te “Fransa NATO’dan ayrılmalı” diye yazdı ve şu tespiti yaptı: “... Amerika Birleşik Devletleri, her sabah okullarda yıldızlarla bezeli pankartların dikildiği ve ceketlerin yakalarındaki iğnelerle dolaştırıldığı ve başkanının yüksek ve net bir şekilde tek amacının eski düzeni eski haline getirmek olduğunu ilan ettiği, istisnai olduğuna ikna olmuş bir ulus.”

Bitmedi...

Fransa’nın 1987’den 1993’e kadar NATO ve Kuzey Atlantik Konseyi’ndeki Daimi Temsilcisi Gabriel Robin, “Avrupa güvenliği: NATO, AGİT, güvenlik paktı” değerlendirmesinde çok açıktı:“

“... NATO, uluslararası ortamı her boyutta kirletiyor. Avrupa’nın inşasını zorlaştırıyor. Rusya ile ilişkileri göz ardı edilemeyecek kadar karmaşık hale getiriyor. Uluslararası sistemin işleyişini bile karmaşık hale getiriyor. Çünkü NATO, güç kullanma hakkından vazgeçen bir sözleşmeyi imzalayamadığı için uluslararası hukuka uymuyor. NATO’da kuvvet kullanılmaması imkansızdır, çünkü tam olarak uygun gördüğünde kuvvet kullanmak üzere yapılmıştır. Üstelik bunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne danışmadan yapmaktan da çekinmedi. Sonuç olarak, Fransa gibi bir ülkenin, faydasız ve zararlı bir örgüt olan NATO’dan ortadan kaybolması dışında ne bekleyebileceğini gerçekten göremiyorum. (30 Mart 2009.)”

Debray nereden çıktı demeyin? Erdoğan ve Kalın’ı okurken aklıma geldi... Nasıl mı?


“Aynı odak” kim?


Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın önceki gün Financial Times’a verdiği demeç, Beştepe’nin kafasının karışık olduğunu bir kez daha anlattı bize. Kalın şu cümleleri kurdu: “Hepimiz... İnsan hakları ihlalleri ve olası savaş suçları... Sahadaki gelişmeler, Buça’dan ve şimdi birkaç yerden gelen görüntüler, müzakerelerin eskisi gibi devam etmesini elbette daha da zorlaştırıyor. Hepimiz gibi Ukraynalılar da perişan durumda... Bunlar gerçekten korkunç, kesinlikle kabul edilemez, insanlık dışı eylemlerdir ve bunu kim yaptıysa adalete teslim edilmelidir.”

Aynı İbrahim Kalın, 3 Mart’ta şu paylaşımı yapmıştı:

“Rus insanını ve kültürünü ötekileştirmeden ve şeytanileştirmeden Rusya’nın hatalı politikalarını eleştirmek; kimsenin tahrikine gelmeden Ukrayna’nın egemenlik haklarını ve bağımsızlığını savunmak mümkündür. Savaş zamanı bile ölçüyü kaçırmayalım. Zira ‘haddini aşan zıddına döner’.”

Buça’dan gelen fotoğraflar ve görüntülerin “ne olduğunu anlamadan” “savaş suçlusu” tanımı yapmak ne kadar gerçekçi? Ki, geçmişte Irak başta olmak üzere ABD ve NATO’nun “yalan servislerini” en iyi bilenlerden biri de Kalın değil mi?

Dünya, NATO’yu tartışırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Macaristan seçimlerini yeniden kazanan Rusya yanlısı Victor Orban’ı tebrik etmesi ve önceki gün şu açıklamayı yapması da “kafa karışıklığının” göstergesi: “(6 muhalefet partisi) Macaristan’da da bir altılı çıktı ve bunların koordinatörlerinin kimler olduğunu biliyorsunuz. Aynı odak koordinatör oldu.”

O zaman bir başka tespite geçelim. “Aynı odak” üzerinde kafa yoralım.

“Demokratik haçlı seferi”


Serge Halimi...

Le Monde Diplomatique yazarı, muhabir...

Arşivimi karıştırırken, Cumhuriyet Gazetesi’nin her pazartesi verdiği Le Monde Diplomatique ekinde bir makalesini yeniden okudum. Makalenin tarihi 4 Ocak 2021, başlığı da “Bir sonraki düşman kim olacak?” Okuyalım:

“... NATO eski Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen yeni yıl mesajı için yılbaşı gecesini beklemedi. Rasmussen, Donald Trump’ın Beyaz Saray’dan ayrılmasıyla örgütün derhal yerine getirmesi gereken misyonunu özetledi: (2021’de ABD ve müttefikleri her neslin karşısına çıkacak bir fırsatı yakalayabilecek. Bu fırsat, demokrasilerin Rusya ve Çin gibi otokrasiler önünde küresel gerilemesini tersine çevirme fırsatı olacak. Ancak bu dönüşüm belli başlı demokrasilerin ittifakını gerektirecek.)”

24 Şubat’ta, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi sonrasında yeni bir dönemin, çok kutuplu bir sürecin ayak seslerini daha da duymaya başladık. Le Monde Diplomatique yazarı Halimi de bunu “Washington, demokratik haçlı seferinin liderliğini sağlamayı planlıyor” diye değerlendiren isimlerden: “... Biden, demokratların Trump’a kaşı beslediği dört yıllık bu Rus karşıtı paranoyayı kullanacak. Demokratlar için düşman her şeyden önce Rus... (Çeviri: Diane Dilek Cat)”

SONUÇ: ABD Başkanı Biden’ın 24 Kasım 2020’de, “Amerika geri döndü. Dünyaya liderlik etmeye hazır” cümlesi AKP içinde ya da Beştepe’de nasıl yankılandı? Batıcılık mı Batı ile işbirliği mi? NATO’culuk mu yoksa “aktif tarafsızlık” mı? Yani... Atatürk ve İnönü mü yoksa...