ÜÇ gündür İzmir’deyim.
Kentte acayip bir coşku seli var.
Şehrin her yerinde karşınıza çıkan bayraklar, kortejler, kulağınıza gelen marşlar, bitmeyen kurtuluş etkinlikleri...
Körfezden esen rüzgar gibi.
İzmir’in kurtulduğu gün aslında Türkiye’nin düşmandan kurtulduğu gün.
Bu yüzden İzmir’in kurtuluşu, Türkiye’nin kurtuluşu gibi kutlanıyor.
Belki de bu yüzdendir hiçbir kentin kurtuluşun kıymetini İzmirliler kadar iyi bilmemesi.
Bütün şehirlerde kurtuluş günleri bir iki saatlik protokol kutlamalarıyla geçiştirilirken, İzmir yöneticileriyle, yurttaşlarıyla kurtuluş gününü hakkını vererek kutluyor.
★★★
Bu yıl 9 Eylül 1922’nin 100. yıldönümü.
Bu yüzden kutlamalar daha görkemli.
İki yıl önce bizimle sohbetinde “100. yılı çok görkemli kutlayacağız” diyen Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, gerçekten de 100. yıla yakışır bir kutlama programı hazırlatmış.
Büyükşehir Belediyesi’nin oluşturduğu ekip 100 yıl önce büyük taarruzu yapan atalarının izini takip ederek, 26 Ağustos’tan 9 Eylül’e dek Afyon’dan İzmir’e yürümüş.
Gündoğdu Meydanı etkinlikler sayesinde iki gündür cıvıl cıvıl...
Gösterilere, konserlere halkın ilgisi çok yüksek.
Her şey İzmir Marşı’nda anlatıldığı gibi...
İzmir’in dağlarında, sokaklarında adeta çiçekler açmış.
Şehir ışıl ışıl, altın güneş sırmalar saçıyor, insanların içini ısıtıyor.
Her yerde, her dilde Mustafa Kemal Paşa, adı yazılmış her dağa taşa, her yüreğe...
★★★
İzmir, 15 Mayıs 1919’da işgalcilere ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’in şehriydi.
O gün alevlenmişti, dağılan Osmanlı’nın “bir şey yapmalı” diyen genç subaylarının yaktığı istiklal ateşi.
Dört gün sonra Bandırma Vapuru’yla Samsun’a doğru yola çıkan Mustafa Kemal’in zihninde, ete kemiğe bürünmüştü Cumhuriyet fikri.
27 Ağustos 1922’de Çiğiltepe’yi Trikopis’in başında bulduğu Yunan askerlerinden temizleme emri alan, Mustafa Kemal’e söz verdiği gibi yarım saatte alamadığı için canına kıyan Albay Reşat’ın ölmeden önceki son rüyasıydı Anadolu’yu düşmandan temizlemek.
Sakarya’da, İnönü savaşlarında üstün başarı sağlamış, Çiğiltepe’ye kadar çarpışarak, vuruşarak, dövüşerek durmadan gelmiş, ama görememişti kurtuluşu...
Kendisi görememişti ama 13 gün sonra, 9 Eylül 1922’de silah arkadaşları İzmir’in gönderine Türk bayrağını çekebilmişti.
O 13 günde çok kan dökülmüştü.
Mehmetçik vuruşa vuruşa, çarpışa çarpışa, dövüşe dövüşe gelmişti İzmir’in dağlarına, kıyılarına...
★★★
Peki ne demişti Amerikan Deniz Kuvvetlerinin 6. Filosunu, filodaki Sangri-La gemisine doğru iki rekat namaz kılarak karşılayan, 6. Filo’ya karşı çıkan gençler için linç emri veren Milli Türk Talebe Birliği’nin o günlerdeki Başkanı İsmail Kahraman:
“İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki... ÇARPIŞMADIK, VURUŞMADIK, DÖVÜŞMEDİK Kİ...”
Hasan Tahsin çarpışırken, süngüyle dövüşürken, vuruşarak ölürken “İzmir nere Trabzon nere” dememişti.
Albay Reşat (Çiğiltepe) ve binlerce Mehmet çarpışırken, süngüyle dövüşürken, vuruşarak ölürken “Çiğiltepe nere Rize nere” dememişti.
Zira hepsi çok iyi biliyordu ki Çiğiltepe için ölmesini bilmiyorsan, Rize için yaşayamazsın. İzmir için ölmesini bilmiyorsan Trabzon için yaşayamazsın.
★★★
İsmail Kahraman gibi Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının nankörlüklerine tanıklık ederken nasıl ülke adına umutsuzluğa kapılıyorsam, İzmir’in ve İzmirlilerin Cumhuriyet coşkusunu ve Atatürk sevgisini görünce geleceğe o kadar umutla bakıyorum.
İzmir’in coşkusu bana iyi geliyor.
Bu coşkunun tıpkı Hasan Tahsin’in canıyla bedelini ödediği “işgale karşı direniş” ruhu gibi Anadolu’ya yayılacağına, iktidar cenahında hayli yer kaplayan “İsmail Kahraman kafası”nın panzehiri olacağına inanıyorum.
Teşekkürler İzmir.
Nankörlüğe karşı İzmir coşkusu
Deniz Zeyrek
Yayınlanma: