Üç gün önce Irak’ın kuzeyindeki Duhok kentinde, insanların piknik yaptığı bir mesire alanında bir bomba patladı. Dokuz kişi yaşamını yitirdi, çok sayıda yaralı var.

Patlamadan hemen sonra PKK doğrudan Türkiye’yi suçladı. Bu gayet anlaşılır bir durumdu.

Ancak terör örgütünün peşi sıra Kuzey Irak yönetimiyle Bağdat yönetimi de Türkiye’yi suçlayan açıklamalar yaptı.

Irak yönetimi “Türkiye’nin saldırıyı kabul etmemesi kötü bir şaka” ifadesini kullandı.

Türkiye Büyükelçiliği önünde, büyük ihtimalle devlet destekli gösteriler yapıldı, Türk Bayrağı yakıldı.

★★★

Türkiye bütün bu suçlamalara karşı çok net bir şekilde patlamayla ilgisi olmadığını, saldırının terör örgütleri tarafından yapıldığını duyurdu. Bununla da yetinmedi, tarafsız bir komisyon oluşturulmasını ve patlamanın araştırılmasını talep etti.

Türkiye’nin bu net duruşu ve çağrısı önemli.

Öğrendiğim kadarıyla Ankara’dan askeri bir heyet bölgeye gitti ve Iraklı otoritelerle birlikte olayı araştırmaya başladı.

Artık teknoloji çok gelişti.

Saldırının kaynağının tespit edilmesi geçmişteki kadar zor değil.

Radar izi, uydu kayıtları, olay yerinde bulunacak mühimmat atıklarının değerlendirilmesi, araştırmacılara çok net sonuçlar verecektir.

★★★

Türkiye’nin bu patlama konusunda özgüvenli bir şekilde hareket etmesi dünyaya önemli bir mesaj veriyor. Ancak bu yeterli değil.

Bu saldırının kaynağının net bir şekilde tespit edilmesi ve somut delillerinin uluslararası kamuoyuyla paylaşılması da büyük önem taşıyor.

Zira, Duhok’ta dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı, Türkiye’nin bölgedeki konumu açısından kritik bir dönemde gerçekleşti. Şöyle bir düşünün:

Ankara Irak’ın kuzeyinde Pençe-Kilit operasyonları yapıyor ve PKK’yı yaz aylarında Türkiye topraklarında saldırı düzenleyemeyecek hale getiriyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri aynı zamanda Suriye’nin kuzeyindeki PKK üslerine karşı operasyon düzenlemek ve bölgede 30 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmak için hazırlık yapıyor (Bu bilgiyi Mayıs ayında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan duyurmuştu).

Diğer taraftan Tahran’da yapılan Suriye zirvesi, İstanbul’da yapılan Rusya-Ukrayna-Türkiye-Birleşmiş Milletler tahıl koridoru zirvesi, bölgenin geleceği açısından önemli kararların alınacağı toplantılardı.

Bu konjonktürde Duhok’ta patlayan ve sivillerin ölümüyle sonuçlanan bombanın bu süreçleri nasıl etkilediğini iyi düşünmek lazım.

★★★

Merhum İstihbaratçı Mahir Kaynak’ın “kime yarar” bakışıyla analiz edecek olursak, Duhok’taki patlama Türkiye dışındaki herkese yarıyor.

Kendi topraklarından PKK’yı atamayan Irak Duhok’taki olayı Türkiye’nin Irak’taki askeri faaliyetlerini sonlandırmak için fırsata çevirmek istiyor.

İran ve Rusya, bu olayı Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki olası operasyonunu iptal ettirme arzusuna bahane yapmak niyetinde. Olaydan bir gün sonra Suriye askerlerin Türkiye-Suriye sınırındaki YPG/PKK’nın kontrolünde olan bölgelere yerleşmesi ve Suriye Bayrağı çekmesi hiç tesadüf değil.

Diğer taraftan ABD yönetimi, Suriye’de desteklediği YPG/PKK’yla birlikte Türkiye’nin olası operasyonuna taş koymak istiyor.

Netice itibariyle, Duhok saldırısı PKK’nın, Irak’ın, Rusya’nın, İran’ın, Beşer Esad’ın ve ABD’nin işine yarayan sonuçlar doğuruyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Milli Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın çok kesin bir şekilde olayın Türkiye’yle ilgisi olmadığını söylemesi elbette çok kıymetli ve Türkler için inanılır, güvenilir olabilir. Ancak uluslararası camianın da ikna olması önemli. Bunun için de yine de saldırının kaynağının delilleriyle tespit edilmesi şart görünüyor. Türkiye bunu yaparsa, olayın arkasındaki güçlerin bütün oyun planlarını bozacaktır.

Öyle olduğunu düşünmek dahi istemiyorum ama eğer olayın kaynağı, Irak’ın iddia ettiği gibi Türkiye’den çıkan bir “kaza kurşunuysa”, bunun için de soruşturma yapılması gerekir. Türkiye’yi bu kadar zor durumda bırakan bir olayın hak ettiği gibi soruşturulması, Türkiye’nin saygınlığı açısından vazgeçilmez olacaktır.

Yeniden AOÇ mi olsa?


Ulu Önder Atatürk’ün bu ülkeye bıraktığı en önemli miraslardan biridir Atatürk Orman Çiftliği. Ne yazık ki Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle de AK Parti iktidarı döneminde adeta yağmalandı. Statüsü değiştirilerek üzerine çok sayıda yapı inşa edildi. Bunlardan biri de ANKAPARK’tı. En iyi ihtimalle 800 milyon dolara (14 milyar lira) mal olan park tam bir mezbeleliğe dönüşmüş. Anadolu’da yaygın kullanılan “atam dedim atılmıyor, satam dedim satılmıyor” deyişi gibi ne atılabiliyor, ne satılabiliyor, ne işletilebiliyor.

AOÇ’nin büyük kısmının mezbelelik haline gelmesine mi yanalım, tüyü bitmemiş yetimin 14 milyar lirasının çöpe atılmasına mı?

Yoksa bu büyük kamu zararına karşı kayıtsız kalan iktidara ve savcılara mı?

Ankara Büyükşehir Belediyesi, mahkeme kararıyla devraldığı park konusunda ne yapılacağına halka sorarak karar verecekmiş. Kanaatimce parkın yeniden işler hale getirilmesi çok zor.

Size çok uçuk gelebilir ama acaba bütün o alan temizlense ve Atatürk’ün yaptığı gibi sıfırdan (içinde etkileyici bir hayvanat bahçesi de olan) yemyeşil bir çiftliğe mi dönüştürülse?