Altı siyasi partinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem deklarasyonunu hem salonda dinledim hem hazırlanan kitapçıktan okudum.

Bu yazıyı yazmak için de bir gün bekledim ki yapılan analizleri, yorumları göreyim.

Açıklanan deklarasyonu yorumlamadan önce bir kez daha altını çizmek isterim:

Altı siyasi partinin liderinin, yöneticilerinin aynı çatı altında buluşup böyle bir deklarasyon açıklaması başlı başına önemliydi ve tarihiydi.

Aynı zamanda, açıklanan dönüşüm deklarasyonu da hafife alınacak sıradan bir metin değildi.

Her şeyden önemlisi ortada ciddi bir niyet vardı:

■ Türkiye’ye dört yıldır hem ekonomisinde hem demokrasisinde, her geçen gün biraz daha derinleşen ciddi sorunlar yaşatan bir hükümet sistemiyle ilk seçimden itibaren vedalaşmaktı ilk etabı.

■ İkinci etabı, onun yerine uygulanacak “hem mevcuttan, hem ondan öncesinden daha demokratik” bir sistem önermekti.

■ Üçüncü etabı ise bunu yapacak ortak bir kararlılığı sergilemekti.

Altı parti, bütün farklılıklarına rağmen bu niyeti kararlı bir şekilde ortaya koydu.

★★★

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bütün güç ve yetki Cumhurbaşkanı’nda toplanmıştı. Bu da hukuk devletinde, kamu yönetimindeki şeffaflıkta hesap verebilirlikte, güçler arası denge ve denetlemede, adalet alanında, ekonomi politikalarında ciddi sorunların ortaya çıkarmıştı.

Altı partinin önerdiği sistem, geçmişin eksikliklerini de kısmen kapatacak ciddi bir sistem dönüşümü öngörüyor.

Üzümün sapı, armudun çöpü” demeden önce birini tercih etmemiz gerekir:

■ Yaşadığımız ağır koşulları doğuran Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle devam etmek,

■ Milletin güçlü bir Parlamento aracılığıyla yönetime dahil olacağı demokratik bir dönüşüme fırsat vermek.

Tercih milletin!

Bunlar Fahrettin Altun’u mumla aratır


Altı partinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi açıkladığı toplantı, yaklaşık beş yıldır davet edildiğim ilk CHP etkinliğiydi. Aynı dönemde, CHP’ye küfreden birçok gazetecinin davet edildiği, benim çağrılmadığım onlarca CHP toplantısı olmuştu. İktidar partilerinin akreditasyon yasaklarını umursamadığım gibi bunu da umursamamıştım ama bu yasakların mimarı olan CHP’li danışmanlara hak ettikleri mesafeyi koymuş, kendileriyle muhatap dahi olmamıştım.

Ne yazık ki altılı zirvede, istemeden bir CHP’li danışmanla muhatap olmak zorunda kaldım ve bu durumdan duyduğum rahatsızlığı kendisine yansıttım. Aman Allah’ım, beyefendi tam bir kabadayı çıktı. “Sen kimsin” diye bağırmalar, yanında Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir koruması olduğu halde arkamdan gelip, üstüme yürümeler...

Sanırsınız korumayla bir olup beni oracıkta dövecekler. Cürete bak!

Sayın Kılıçdaroğlu hep “liyakat” diyor ya...

Bu konuda önce çuvaldızı kendisine batırmalı.

AK Parti’nin sistemin dışına ittiği, işsiz bıraktığı, ağır bedeller ödemiş o kadar nitelikli, deneyimli duayen gazeteci dururken, kendisinin bu tercihi insana “bu mu liyakat” dedirtiyor.

Muhalefetteyken bunu yapanlar, bir Cumhurbaşkanı’nı arkalarına alırsa Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İletişim Başkanı Fahrettin Altun’u bize mumla aratırlar.

Benden söylemesi!