Sevgili okurlarım, bir 10 Kasım gününü daha birkaç gün önce geride bıraktık, milletin o inanılmaz sevgisine ve coşkusuna bir kez daha tanık olduk...

Diyanet’in şimdiki başkanı Ali Erbaş yine ortalıkta yoktu!

10 Kasım günü Anıtkabir’e göstermelik bile olsa gelmeye tenezzül buyurmadı.

Ertesi gün 80 bin camimizde ve bizzat kendi emriyle okunan hutbede sadece 10 Kasım’a değil, Atatürk’e de yer verme zahmetine katlanmadı.

Hutbenin konusu olarak depremleri seçmişti!

★★★

Burada defalarca vurguladım, Diyanet uzun süredir AKP iktidarının yan kuruluşu olarak görev yapıyor.

Devlet bütçesinden en büyük payı alıyor.

Bir dediği iki edilmiyor.

Beyefendinin saltanatını soracak olursanız muhteşem! Mercedes makam araçları dört dörtlük.

Dış gezileri de öyle.

Ancak gelin görün ki sadece 10 Kasım’larda değil, ulusal bayram günlerimizde bile Atatürk’le uzaktan yakından ilgisi yok.

O makamda kimin sayesinde oturduğunun belki farkında, belki değil!

★★★

Recep Tayyip gibi bunun da çok ilginç bir uygulaması var.

‘Atatürk’ sözcüğünü ağızlarına almaları mümkün olmuyor.

Ya ne yapıyorlar?

‘Gazi Mustafa Kemal’ diyorlar!

Bunun kendi kafalarında mutlaka bir gerekçesi vardır da, biz herhalde anlamakta güçlük çekiyoruz.

★★★

Diyanet Atatürk tarafından 1924 yılında, Cumhuriyet’in ilanından birkaç ay sonra kuruldu. O günden bu yana nice Diyanet Başkanları geldi geçti ama bu Ali Erbaş gibisine hiç tanık olmadık.

O kadar ki, elinde Osmanlı halifelerinden kalma kılıcıyla Ayasofya’nın minberine çıkıp kendisini dinleyen kalabalığa karşı nutuk atmaktan bile çekinmedi.

Niye çekinsin ki, çekmecesinde AKP iktidarının talimatı, arkasında yine aynı iktidarın siyasi desteği vardı.

★★★

Şimdi size geçmiş yıllarda Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapmış olan bir başka din adamının, ilahiyatçı Dr. Lütfi Doğan’ın  yapmış olduğu bir konuşmadan örnek vereceğim.

Lütfi hoca (1927-2018) o makamda 1972-1976 yılları arasında bulundu.

O’nun o yıllarda yaptığı bir konuşmanın videosu dün elime geçti, dinledim.

Özetliyorum:

★★★

“...Atatürk büyük mücadele ve kahramanlıklarla geçen hayatında, özellikle Türk Milletinin zincire vurulmak istendiği o kara günlerimizde, çetin ve acı istiklal mücadelemizde milletin önüne geçmiş ve umudu olmuştur.

Türk Ulusu’nun istiklalini, bağımsızlığını, hürriyetini, insan onuruna yaraşır biçimde özgür hayatını, namusunu, imanını ve İslamı esaretten, ezilmekten ve aziz vatanını sömürülmekten kurtarmıştır.

Şimdi onun en büyük eseri olan Cumhuriyet devletinin yurttaşları olarak güzel ve asil bayrağımız altında bağımsız ve hür insanlar olarak yaşamanın nimetini daha iyi anlıyoruz.

Cumhuriyet, tarihimizden edindiğimiz deneyimlerden yararlanarak uluslararasındaki uygarlık yarışında bizi en önde ve ileride tutacak yepyeni bir milli yapıya kavuşturmuştur.

Yeni devletimizde kutsal inançlarımız ve manevi değerlerimizin kaynağı olan yüce dinimizi devletin politikasından ve siyasetinden ayırdık.

Devlet yurttaşın dinine ve inancına karşı yansız kalırken din hayatının sorumsuz, bilgisiz kişilere, yanlış, boş, batıl ve hurafeci yorumlara bırakılmaması için, din işlerini yönetmek, toplumu din konusunda aydınlatmakla görevli ve sorumlu olan Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.

Büyük Atatürk “Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış” diyor.

O, dine karşı değil. Dini yanına almış, İslamı ve tarihini, sevgili Peygamberin hayatını çok ciddi bir titizlikle incelemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir konuşmasında şöyle diyor;

“Bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini yüz yıllardan beri alışılmış olduğu üzere bir politika aracı olmaktan arıtmak ve yükseltmek gereğini ve gerçeğini görüyoruz. İlahi ve kutsal olan vicdan ve inançlarımızı her türlü karışık çıkarlarla tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün unsurlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak milletin ve dünyada ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.”

Atatürk “Mensubu bulunmakla övünüyorum” dediği İslam dininin halka gerçek özü, akla mantığa uygun sade biçimi ve bilimin Müslümanlara kılavuz olan yönü ile anlatılmasını istiyordu.

Başka bir deyişle her Müslümanın, dinine bilerek inanmasını istiyordu.

Bunun için Kuran-ı Kerim’in Türkçe tercümesinin ve sevgili Peygamberimizin hadislerinin açıklamalı olarak Türkçe yazılmasını istemişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile bu istekleri gerçekleştirilmiş, Elmalı Tefsiri ve Buhari Tercümesi yapılmıştır.

Cumhuriyet’te hutbeler de Türkçe okunmuştur. Allah’a şükür o zamandan beri Türkçe hutbeler büyük bir coşku ile dinlenmekte, vaazlar halkın anladığı dille Türkçe olarak verilmektedir. Sevgili Peygamberimiz de “Aklı olmayanın, düşünmeyenin dini yoktur” buyurmuş ve İslâm dini, akıl sahiplerini kendine muhatap kılmıştır.

Kuran-ı Kerim açık ve anlaşılır kitaptır. Atatürk İslam dininin bu yönünü çok iyi kavramış ve toplumdan gelen eski kültürlere, asılsız, akıl dışı rivayetlere, hurafe, batıl, boş inançlara ve onları üretip yayan cahil ve bağnaz kesimlere karşı çıkmıştır.

İslam dini hayat ve din için bilimi de en üstün değer görmüş, bilimi ve bilim adamlarını yüceltmiştir...”

★★★

Bu sözleri söyleyen Dr. Lütfi Doğan hoca Diyanet Başkanı idi...

Lüks ve şatafat içerisinde yaşamaz, Osmanlı halifeleri gibi saltanat sürmez, minberlere kılıçla çıkmazdı!

Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in önemini belki hepimizden daha iyi kavramıştı.

Devletin ve milletin parasından büyük paylar almazdı.

Bugünkü Ali Erbaş da aynı makamda oturuyor.

İkisinin arasındaki farka bakar mısınız!

Ne demeli!