Başlık ne olmalıydı? “Bebek Kahvesi mi yoksa Selami Şahin mi?”

İkisi de olabilirdi!

Çünkü her ikisinden de “dem vuracağım.”

Önce Selami Şahin’le başlayalım!

Bir gastronomi yazarının, Türk Müziği’nin çok ünlü isminden söz etmesi, size garip geldi mi?

Gelmesin!

Bu yazıda adını anacağımız kişi, bence bir beste rekortmeni.

Rekortmen derken, yaptığı bestelerin sayısından bahsetmiyorum! Hemen her bestesi liste başı olmuş, ülkenin en ünlü solistleri tarafından seslendirilmiş.

Örneğin Zeki Müren. Onun, yürekleri dağlayan, gözlere iki damla yaş oturtan şarkılarının bir çoğu, Selami Şahin’in bestesi.

Aslında Selami ağabeyden şikayetçiyim. 

Nedeni, gençliğimden beri, rakımı onun şarkılarını dinleyerek yudumluyorum:

Durma Git.

Gitme Sana Muhtacım.

Seninle başım dertte.

Sen mevsimler gibisin.

Özledim.

Ve diğerleri!

Masaya bir duble diye oturuyorum. Bu şarkıları dinleyince, bütün sınırları aşıp gidiyorum!

Tıpkı Arap atı gibi! Dinledikçe performansım artıyor! Bir, iki, üç…

Bir başka “insanın yüreğini titreten” besteci de İzmirli Avni Anıl’dır.

Selami ağabeyle, Avni Bey sanki yarışırlar! Aslında böyle bir şey yok! İkisi de “kadeh tahrikçisi.” Onların besteleri, rakının tadını öylesine yükseklere taşıyor ki,  kadehler tükenince, kendinizi bulutların üstünde uçan kartallara benzetiyorsunuz.

Gelelim Bebek Kahvesi’ne.

Semtin en eski kahvelerinden biri. Sonradan açılan ve adına kahve denilen mekanlarla sakın karıştırmayın. Burası gerçek kahve!

Son zamanlarda biraz değişse de, yemek mönüsü restoranlarla yarışsa da, fiyatlar biraz uçsa da, yinede gerçek bir semt kahvesi.

Çünkü hala tavla, iskambil oynanıyor!

Kahvenin geçici müşterileri, denize bakan ön tarafta oturmayı tercih ediyorlar.

Onlar yiyeceklerini kalın mönüden seçiyorlar. Zengin kahvaltı, gözleme, menemen, günün tencere yemekleri, hamburger, sosis, köfte, sağlıklı salatalar, makarna!..

Benim gibi küflenmiş müşteriler ise, caminin karşısındaki masalara demir atıyorlar. Burada oturanlar, gerçek müşteriler. Yıllarını bu taraftaki iskemlelerde geçirmişler. İskemleler, oturan kıçlarla akraba olmuş artık. 

Bu tarafta oturan herkes, herkesin her şeyini biliyor!

Dostluk tarlası gibi bir yer.

Yönetmeni, müzisyeni, borsacısı, eğitmeni, iş adamı, emekli büyükelçisi, konsolosu, paşası, yazarı, gazetecisi… Kimi ararsan cami tarafında.

Onların mönüyle işi yok! Karnı acıkan, kaşarlı veya sucuklu simit tost söylüyor. Veya ekstradan sigara böreği…

Ateşli tavla partileri işte bu cenahta yapılıyor.

Kıran kırana hem de!

İki kişi oynuyor, neredeyse 15 kişi seyrediyor.

Usta çok olduğu için yorumlar da çok oluyor. Yani herkes dışarıdan gazel okuyor.

Öyle boş laf atmak da yok! Çünkü bu tarafın müşterilerinin her biri sanki tavla profesörü!

Sadece tavla mı? Her konunun uzmanı var.

Borsayı yorumlayan da, ülkeyi kurtaran da, futbolu eleştiren de!

Selami Şahin Usta, işte bu tarafın müdavimi.

Arada bir, tavla oynayanların başına dikiliyor. Aslında derdi tavla seyretmek değil, av bulmak. Çünkü kendisi iyi bir avcı. Onun derdi iyi bir tavla oyuncusunu karşısına oturtmak!

Ama kimsenin bu tuzağa düşmeye niyeti yok. Selami Ağabeyin tavladaki ustalığı herkesin malumu. Zarına karşı koyabilmek her tavlacının harcı değil! 

Ama böylesine büyük besteciye karşı zar atmak da başka bir keyif veriyor insana! 

Örneğin bana!

Fazla direnemeyeceğimi bile bile, karşısına oturma cesaretini gösteriyorum. Benim derdim, “Selami Şahin’i yendim” diyebilmek!

Bu lafı söylemek hiç kısmet olmadı şimdiye kadar.

Hep iki mars bir oyun. 

Tavlayı koltuğuma sıkıştırıp, Seloya, Özcan’a (veya Çiğdem’e) tüm çay masraflarını ödedim. 

Yenmek, yenilmek önemli değil. Önemli olan bu efsanevi besteciye karşı zar atmak.

Yeniden Bebek Kahvesi’ne dönersek! 

Yaşamı soluklandıran, keyiflendiren, birleştiren, her türlü düşünceyi bir araya getiren, huzur veren bir durak.

Sizi de bekleriz. Hele tavla biliyorsanız, hoşgeldiniz!