Konuya çivileme dalıp, etrafa yağ sıçratmayalım.

Niye tavaya Hamsi koyamadık?

Önce konuya biraz ısınalım!

Oldum olası küçük balıkları severim.

Hem lezzetlidir hem de ucuzdur! Hatta elinize bir olta alırsanız, bedavaya bile getirebilirsiniz.


Balık tutmayı, Ortaköy’de, caminin önündeki kıyıda öğrendim. O zaman balık çok boldu. Tutmak için yetenek falan istemiyordu. Oltayı denize atmak yeterliydi. Balıklar, ucunda yem bile olmayan iğneleri kapmak için adeta yarışırlardı.

Kıyıdan balık yakalamayı, yaşlı bir Ortaköylü’den öğrenmiştim. Çapari nasıl bağlanır, zoka nasıl civa ile parlatılır, balığın hangi derinlikte olduğu nasıl anlaşılır, olta nasıl titretilir?

Bir de misinanın rüzgarın etkisiyle karmakarışık olması derdi vardı. Çünkü bugünkü modern kamışlar yoktu o zamanlar. Olanlar da çok pahalıydı. Arapsaçına dönen misinayı açmak da ayrı bir yetenek isterdi.

Balık çoktu dedim ya! Torikler, palamutlar ardı ardına zokaya takılır, kovalar hemencecik dolardı.

Balığın fazlasını konu komşuya dağıtır, hayır duası alırdım!

Palamut akını bitince, sıra uskumruya, istavrite gelirdi. Çaparim 10-12 iğneli  olurdu. İğnelerin ucuna, komşunun kümesindeki kazların tüyünü bağlardım. Ustalar, tüyü iğneye kırmızı makara ipliği ile bağlamamı önerirlerdi nedense! Kırmızı ipliği annemin dikiş kutusundan tırtıklardım!

Kıyıda, kimin oltasına daha çok balık takılacak çekişmesi yaşanırdı.

Bu arada oltalar birbirine dolaşır, küfürler gırla giderdi!

Büyüklerimizin, cami önüdür demeden bir iki kadeh attıkları da olurdu. Biz saygımızdan o fasıllara katılmazdık.

Yani, Ortaköy sahilinde balık tutmak bir şenlikti.

Yalın, ucuz, lezzetli ve çok keyifli bir şenlik.

Bu yazdıklarım aslında bir girizgah. Kompozisyon hocaları derler ya,”giriş, gelişme, sonuç”.

Gelelim konunun “gelişme” bölümüne! 

Küçük balıkları daha çok tercih ederim. Damağım onların çok samimi dostudur. 

Özellikle tavanın kraliçeleri, istavrit, kıraça, hamsi, küçük mezgit, tekir, gümüş, sardalye.

Hepsi de rakı masasının “mütevazı” mezeleridir.

Her balığın başka pişme tarzı vardır. Yanlış pişirirseniz tadı kaçar. Mesela, çingene palamutu yağsız olduğu için tavada iyi olur, yağlanınca ızgaraya yatar.

Lüfer ızgaraların kralıdır. Tavaya hiç yakışmaz.

Kalkanı İstanbullular tava severlerdi. Beş kiloya kavuşmuş olanı bulursanız ızgaraya da yatırabilirsiniz. Ama şimdi bir de tandırı falan çıktı. Damlayan yağına ekmek banarak yeniyor. 

Kim çıkardı bu usulü bilemiyorum ama tandır sarkıtılan kalkanın, cüzdan düşmanı olduğunu çok duydum!

Bana göre değil. Ben tavacıyım. Üstüne bir kaç damla limon, biraz karabiber yeterli. Düğmelerini eme eme, kalkanın keyfini çıkartırım.

Küçük balıkların tümünü tavada severim. Dışı çıtırdamış, içi sulu kalmış olacak.

Onun için balıkçılarda “pişiriciler” çok önem arz eder.

Tavanın özelliği yağdan gelir. Tavanın boyutları da önemlidir. Yağın yanmaması gerekir. Onun için sık sık değiştirilir.

Tavada ayçiçek yağını tercih ederim. Baskın olmadığı için balığın tadını örtmez. Zeytinyağı biraz ağır gelir bana.

Geçenlerde bir balıkçıda tava mezgit istedim. İstemez olaydım. Gelen tabaktan buram buram yanık yağ kokusu yükseliyordu. Sanki motor yağı ile kızartılmıştı.

Sordum.

“Haklısın abi” dediler, yağ biraz yanıkmış.

Öğrendim ki, Ayçiçek yağı çok pahalı olduğu için sık sık değiştiremiyorlarmış. Hatta aynı yağı bütün gün kullanmak zorunda kalıyorlarmış.

Hesabı istedim. Küçük Mezgitlere Lüfer parası yazmışlardı. 

Yine sordum:

“Abi balık yok” dediler bu sefer. Hamsi azalmış, mezgit yok, sardalyenin görünmesine daha çok var, gümüş zaten kayıp, tekir kıymetli balık sınıfına tayin olmuş.

Ayçiçek yağının fiyatı malum. Sanki altın suyu!

Bütün bunlar yan yana gelince, garibim balık tavası, sınıf atlayıp, yenmez hale gelmiş.

Tava balığa da mı hasret kalacağız?

Yine de ensenizi karartmayın. Oltacılarda canlı istavritler ucuza satılıyor. Biraz istavrit, bir kaç kırmızı turp, bir bağ taze soğan, bir kıvırcık alıp eve gidin. İstavritleri biraz yağda kızartıp, afiyetle yiyin. Kalan kızartma yağını da, bir şişeye koyup, bir sonraki ziyafete saklayın.

Bir kadeh rakı, sizin tercihinize kalmış!

Ne yaparsınız, durum artık böyle: Tutumlu, gıdım gıdım bir yaşam!