Uzunca bir dönem yargıçlar, savcılar, avukatlar apartman katlarında  kurulan mahkemelerde “adalet dağıtmaya” uğraşıyordu. O yıllarda insanlar adalete daha çok güveniyordu. Türkiye’nin her şehrinde, her yerinde adliye binaları yenilendi. Bu iktidar döneminde kimliği, kişiliği olan “adliye saraylarımız” yapıldı.

İyi de oldu.

Yapanı.

Yaptıranı.

Kutlarız.

Ancak bir terslik, tuhaflık, uyumsuzluk belirdi. Adaletimiz, apartman katlarında saray görünümlü görkemli binalara taşındı fakat halkın adalete olan güveni azaldı.  Aynı gün iki cinayet: Doktor Ekrem Karakaya Konya’da hastanede görevi başında öldürüldü. Avukat Servet Bakırtaş, İstanbul’da bürosunda işini yaparken katledildi.

2 katil zanlısı.

Aynı cinnet içinde.

Doktorun senin hakkını yediğini düşünüyorsan gidersin mahkemeye hakkını ararsın. Avukatın seni aldatıysa gidersin mahkemeye adalet istersin.

Adalete gitmiyorlar.

Hükmü kendi veriyor.

İnfazı da kendi yapıyor.

Her gün ülkenin bir kentinde, kasabasında, köyünde bu tip örneklere rastlıyoruz. Yıllara göre döküm yapılsa; bu tür “hükmünü de kendi veren- infazını da kendi yapan” ilkel cinnet cinayetlerinin artığını görürüz.

★★★

Niçin böyle oldu?

Nedenini siz benden daha iyi biliyorsunuzdur. Sedat Peker, mafya bir adam. Bu iktidar döneminde ve ondan önceki iktidar dönemlerinde de devletin önde gelen kadroları, siyaset adamları ile ilişkileri var. Yurt dışına gitti. Önüne kamera koyup kendini çekiyor, yayın yapıyor. Gerçeklerin bir bölümünü açıklıyor.

Her açıklayış.

Devletin mafyalaşması.

Mafyanın devletleşmesi.

Çürüme...

Bozulma...

Peker yine bir ağır çürümeyi açıkladı. Bu kez; “Sayın savcılar beni duyuyor musunuz?” dedi. Savcılar duymadılar. Çünkü o güzel, görkemli, pahalı adalet saraylarında savcılar duyabilmek için iktidardan işaret bekler oldular.

Okumuşsunuzdur.

Sedat Peker, eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın (rahmetli oldu, Allah rahmet eylesin) Macaristan’da bir kumarhaneden çıkarken burnuna yumruk atılarak kırıldığı anın fotoğrafını elinde tutuyormuş. Ve Sedat Peker o sırada hapishanede yatıyormuş. Anlattığına göre, Başbakan’ın kumarhane kapısında burnuna yumruk atılırken çekilmiş fotoğrafı şantaj aracı olarak kullanmış: “Beni hapisten çıkartın ve 5 milyon dolar da para verin, ben de size bu fotoğrafı vereyim...” anlaşması yapılmış.

Çıkmış hapisten.

Ve gelmiş para.

Parayı getiren de o günlerde değil ama bugünlerde çok ünlü bir işadamı....  Karadeniz Otoyolu; Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı sırasında yapılmaya başlandı. 7 başbakan döneminde 21 bölüm halinde ihale edilerek tamamlandı. İşte bu Karadeniz Otoyolu inşaatı ilk başladığında ilk adım bazı bölümlerinin ihalelerini alıp yapan Cengiz İnşaat’ın patronu bugünün iktidarı ile de içli dışlı çok ünlü, çok zengin, çok etkili bir işadamı oldu. Peker’in tanık isimleri de vererek anlattığına göre “başbakana şantajına” bu işadamı aracılık etmiş. Peker; “hem 5 milyon dolar gibi yüklü bir para alıp hem de hapishaneden çıkıp suçsuz ilan edilmesini” şahitler de göstererek, tarih vererek,  banka adı söyleyerek, gazeteci adı açıklayarak anlatıyor; yani  kendi kendini ihbar edip, “sayın savcılar beni duyuyor musunuz?” diye adalete çağırı yapıyor.

★★★

Bir savcı çıksın.

O günlere gitsin.

Bu günlere gelsin.

Devletin mafyalaşması.

Mafyanın devletleşmesi.

Halka, halka... Düğüm, düğüm... İlmik, ilmik çözülsün... Bugünün çok ünlü işadamı, Sedat Peker’e o gün verdiği 5 milyon doları nasıl kazandı, temiz  kazancından vergisi ödenmiş kendi parasını mı verdi? Bir işadamı; başbakan ile mafya liderinin aracılığını niçin yaptı? İşadamının  kazancı, avantası neydi? 5 milyon dolar aslında ihalenin içine fazlasıyla yerleştirilmiş Hazine yani halkın parası mıydı?

Bir savcı çıksa.

Peker’i duysa!

Düğümler çözülür.

Adalet  de çalışır.

Adalet sarayı işe yarar.

Adalet yerini bulur.

Halk da görür.

Adalete güven gelir.

Adalet sarayı yapmışsın.

Savcın sağır.