Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Ekrem Ali Akartürk, Türkiye’nin tartıştığı yasayı SÖZCÜ’ye değerlendirdi


Sansür yasasında Anayasa’daki temel güvencelerin yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı hükümler bulunduğuna dikkat çeken Akartürk “Yargı bağımsızlığı sorununuz varsa, bu yasayı uygulayamazsınız” yorumunu yaptı


Tam vatandaşlara ve tarafsız, gerçekleri duyuran medyaya büyük tehlike yaratacak yasanın iktidar ortakları tarafından Meclis’ten geçirilmesinin şokunun yaşandığı gün Bartın’da maden faciasıyla içimiz yandı. Yine karın tokluğu yevmiyeler için yeraltında çalışan onlarca yoksul madencinin hayatını kaybetmesi,  yine eşlerinin, analarının, çocuklarının mahvolan hayatları ve örneğin Bakan’ın “Riskli bölgede 49 madenci vardı” açıklaması. Biz ihmallerle yakın geçmişte çok sayıda madencimizi kaybettik, Soma faciası asla unutulmadı, peki tüm yaşananlara ve o bölgenin riskli olduğu uyarısını 2 yıl önce Sayıştay yapmış olmasına rağmen neden zamanında bu risklerin kalkması için uğraşılmadı? Gazetecilerin, vatandaşların böyle durumlarda her soruyu sorma, gerçeği ortaya çıkarma hakkı vardır. Bu ülkede BM’e göre “15 milyondan fazla kişi temel ihtiyacı olan gıda malzemelerini alamıyorsa” gazetecinin, ekonomistlerin ve vatandaşların her platformda hükümet kim ise ona hesap sorma hakkı vardır, bütün demokratik ülkelerde bu hakka saygı vardır ve bu haklar, olayların kendisi kadar önemlidir ama artık bunları sormak, konuşmak bile hapis cezası verilecek suç haline getirildi. Cumhur İttifakı ortaklarının “sosyal medya düzenlemesi” adı altında TBMM’ye verdiği yasa teklifi Meclis’ten geçti. Yukardaki 2 konuyu bile konuşsanız, yazsanız artık “halkı yanıltacak bilgi” verdi diyerek size 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası kestirebilirler. Neden “kestirebilirler” dediğimi “yargının bağımlılığı” konusunda bugünkü röportajımızda okuyacaksınız. Peki, gazeteciler hava durumunu veya fasulyenin faydalarını mı anlatacak? Onlarca (veya Soma’da yüzlerce) madencinin ihmalle hayatını kaybetmesinin yönetenler tarafından “kader” diye geçiştirildiği ülkede “görmedim, duymadım, söylemedim” diyen 3 maymunu mu oynayacak? Anayasa konusunda AB ve diğer ülkelerle karşılaştırmalı bilgiye sahip Anayasa Hukuku Profesörü Sayın Ekrem Ali Akartürk’le bu tehlikeli yasayı ve özgürlükleri kısıtlayan diğer gelişmeleri konuştum.

Prof. Dr. Ekrem Ali Akartürk, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış, 2011’de İstanbul Üniversitesi’nde “Parlamenter Rejim Uygulamaları ve Parti Sistemleri” adlı çalışmasıyla anayasa hukuku doçenti, “Oy Hakkının Anayasal İlkeleri” başlıklı teziyle anayasa hukuku profesörü olmuştur. AB ülkeleriyle karşılaştırmalı anayasa hukuku çalışmaları bulunan Prof. Akartürk’ün; “Oy Hakkının Anayasal İlkeleri”, “Parlamenter Rejim Uygulamaları ve Parti Sistemleri ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” isimli kitapları vardır.


Sayın Akartürk, siz önceki röportajımızda “Muhalefet partilerinin istemediği bir tarihte iktidarın erken seçim yapması mümkün değil, oyları yetmiyor, muhalefet partileri örneğin 2021 Kasım’ında erken seçim istiyorsa bunda ısrar etmeli, Mayıs’ta filan yapılacak bir seçimi kabul etmemeli” demiştiniz ama bu gerçekleşmedi ve bu uzun süreçte Türkiye’de çok şey değiştirilecek. Örneğin Katar Emiri geldi, yine 11 anlaşma yapılmış. Kanal İstanbul ısrarı da sürüyor, yani 1 ay bile önemli, siz muhalefet partilerinin bu imkanı neden kullanmadığını anlayabiliyor musunuz?

Bu konuyu ben de anlayabilmiş değilim, üstelik çok basit bir şey söyleyeyim, eksik gördüğüm şey şu; “ön alma” diye bir hadise var, siz geleceği görürsünüz ve ona göre kendi konumunuzu önceden belirlersiniz ve karşınızdakinin de kendi konumunu almasına imkan verirsiniz veya zorlarsınız. Muhalefet diyor ki “Onlar erken seçim isterlerse biz kaçmış gibi oluruz”, oysa ben de diyorum ki; Siz en baştan erken seçim için bir tarih koyarsanız ve onlar gelmezse sonradan yapılacak erken seçim tekliflerinde kaçmış olmazsınız, en başta onlar erken seçimden kaçmış olur. Erken seçimi en baştan ilan etmek önemli, yoksa Haziran’da yapılacak bir seçimi Mayıs’ta yaptığınız zaman bu gerçek manada bir erken seçim değildir. Burada Cumhurbaşkanı 3’üncü defa seçilmesini sağlama almak için de normal tarihten kısa süre önce yapıyor olabilir.

Siz “seçimden çok kısa süre önce yapılan seçim erken seçim değil, ötelenmiş seçimdir” demiştiniz.

Aynen öyle, bu muhalefet tarafından deklare edilmeli, örneğin; Kasım ayında erken seçim yapalım, daha sonraki tekliflerinizi kabul etmiyoruz” diye en başta ifade etmeleri gerekirdi ama bunu anladılar mı veya anladılar da kafalarında başka bir senaryo mu var, nasıl hareket ediyorlar, neye göre bunu yapıyorlar bilmiyoruz.

SOSYAL MEDYA; YARGI, BTK VE ERİŞİM SAĞLAYICILARI BİRLİĞİ KISKACINA ALINMIŞ DURUMDA!

Bazı maddeleri 1 Ocak 2023’te yürürlüğe girecek Sosyal Medya Yasası “yanlış bilginin yayılmasını, dezenformasyonu önlemek için” denerek çıkarıldı, yasayı yapan ve Meclis’ten geçiren Cumhur İttifakı “Benzer düzenlemeler Avrupa’da, ABD’de de var” deyince Venedik Komisyonu acil bir rapor hazırlayarak “Avrupa’da böyle düzenlemeler olmadığını, özellikle hapis cezası getiren 29’uncu maddenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne açıkça aykırı olduğunu” vurguladı, ABD de “olmadığını” açıkladı. Siz ne diyorsunuz?

Avrupa’daki sosyal medya düzenlemesini bilmeye de gerek yok, çünkü bizim elimizde Avrupa’yla ilgili, kendi anayasamızla ilgili ölçüler var, biz bunlara bakacağız. Avrupa ile ABD ile kıyaslayamazsınız, bu yasa Amerika’da yok ama diyelim ki var, Amerika’da bağımsız bir yargı da var, senin yargın bağımsız değilse bu yasayı nasıl uygulayacaksın? Yani, senin yargı sisteminden veya hukuk devletiyle ilgili problemlerinden bağımsız bir şey değil ki bu. Tutuklamayı sistematik olarak uyguluyor mesela, ne yapacaksınız? Diyelim ki Avrupa’da oldu, oradaki hakimler bunu nasıl uyguluyor ona bakmak lazım. Tutuklamada mesela; nasıl uyguluyoruz biz yasayı, kanuna uygun olarak mı yorumluyoruz, AİH Sözleşmesi’ne uygun olarak mı yorumluyoruz? Hayır, uygulamadan kaynaklanan problemler var, nedir o; yargı bağımsızlığıyla ilgili probleminiz varsa bu Sosyal Medya Yasası’na da daha fazla yansıyacaktır. Dolayısıyla, bu “Sansür Yasası” denilen yasanın içeriğinde problemler var, çünkü yasa dili açık değil, artı BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu), yargı ve Erişim Sağlayıcıları Birliği kıskacına alınmış bir sosyal medya özgürlüğü var, sosyal medya kıskaca alınmış durumda.

TÜRKİYE’DE YASALAR NASIL UYGULANMIYOR, ANAYASA NASIL İHLAL EDİLİYOR, BUNLARA BAKMAK LAZIM!

Bir de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne tamamen aykırı bir durum var, Anayasa’daki temel güvencelere aykırı şeyler var, yoksa “Almanya’da böyle düzenlenmiştir, şu ülkede böyle düzenlenmiştir” diyerek hukukta birebir maddeleri karşılaştıramazsınız, çünkü orada mekanizmalar farklı, yargı bağımsızlığı farklı, yargıçların eğitimi faklı. Bakın 84 hukuk fakültesi var, çoğunda hoca yok, dolayısıyla birebir normları karşılaştırarak sağlıklı bir sonuca ulaşamazsınız, bütün olarak görmek lazım. Yani, Türkiye’de yasalar nasıl uygulanıyor veya uygulanmıyor, Anayasa nasıl ihlal ediliyor, bunlara bakmak lazım. Bir de tabii sadece içerik sorunu değil zamanlama açısından da manidar bir durum var, seçimlere çok az bir zaman kala bu yasanın çıkıyor olması bir başka problem.

Yasa Meclis’ten geçer geçmez tümüyle yürürlüğe girmiş gibi bir baskı, korku ortaya çıkacaktır. Gazetecilik yapmak da, uzmanların açıklama yapmaları da zorlaşacak.

Zaten bu yasa açısından böyle bir korku algısı yaratmak yeterli, mutlaka uygulanması olarak da bakmamak lazım. Sosyal medyacıları, dijital medya platformlarını tedirgin ettiyse zaten amaç hasıl olmuştur, önemli olan otosansürü devreye sokmak. Yani, sadece devletin medya organlarını baskılaması değil, medya organlarının kendi kendine otosansür uygulaması ki bu sansürün en ileri aşamasıdır, en tehlikelisidir, yani siz devlet olarak baskı yapmazsınız ama yayıncılar korkudan suya sabuna dokunamaz hale gelirler.

AİHM’NİN EMSAL KARARI VAR; “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEMOKRATİK TOPLUMUN ESASLI TEMELLERİNDEN BİRİDİR”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “En ufak ceza bile gazetecilerde otosansüre sebep olur” şeklinde kararları var diye hatırlıyorum.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ifade özgürlüğüne ilişkin 10’uncu madde var, ifade özgürlüğü teminat altına alınmış ve AİHM’nin bir emsal kararı var, 1976 tarihli Handyside kararı, sürekli buna vurgu yapar, o da der ki; “İfade özgürlüğü demokratik toplumun esaslı temellerinden biri olup demokratik toplumun ilerlemesi ve her bireyin kendini geliştirmesinin temel şartlarından birini oluşturur.” Bakın Mahkeme’nin şu vurgusu çok önemli; 10’uncu maddenin sınırları içinde sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ve ilgilenmeye değmez görünen haber ve düşünceler için değil ama ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir, bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz” diyor. AİHM, 10’uncu maddeye dayanarak böyle bir karar veriyor. Çünkü çoğulcu toplumda “tek doğru” yasağı var, çoğulcu sistemde devlet tek doğruyu belirleyemez, farklı farklı fikirlerin kendini ifade etmesidir ifade özgürlüğü.

Hem bu sözleşmelere imza atmışız ve “uluslararası sözleşmeler kendi yasalarımızın da önünde gelir” diyoruz, hem “AB’ye girmek istiyoruz” diyoruz, hem de aynı anda iktidar kendi çoğunluğuyla nasıl bu maddelere, kararlara açıkça aykırı yasayı rahatça çıkarabiliyor?

Demek ki bu siyaseten tercih ettikleri bir yöntem, yoksa normalde AİH Sözleşmesi bir çatışma normu olarak Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde; Sözleşme ile bizim yasa hükümlerimiz arasında bir çatışma olduğunda Avrupa Sözleşmesi ve AİHM kararları daha üstte yer alıyor, buna uymamız lazım.

Şu anda bu sansür yasası da çatışan bir yasa olduğuna göre neden bu uyarıyı yapmıyorlar?

Sadece yasa için AİHM’ye gidemiyorsunuz, önce ihlallerin başlaması lazım. Burada olması gereken şu; Anayasa’mız “bir çatışma olursa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni uygula” diyor, bunu kime diyor; benim hakim ve savcıma diyor. Ben hakim olsam ne yapacağım? “Burada bir çatışma var, AİH Sözleşmesi’ne aykırı bir durum var” diyeceğim ve o ihlali, Sosyal Medya Yasası’nın 29’uncu maddesini uygulamayacağım, yani böyle olması lazım. Önce bizim hukuk sistemimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni kendisi uygulayacak, Avrupa’dan beklemeyecek. İhlal ettiği noktada önce o mahkemeye taşınacak, önce iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekir, ondan sonra Avrupa Mahkemesi “Sizin bu uygulamalarınız Sözleşme’ye aykırı, Sözleşme’nin 10’uncu maddesini ihlal ediyorsunuz” diyecek ve tazminata mahkum edecek.

O tazminatı da yine suçsuz millet ödeyecek.

Tabii, bakın Rusya’dan sonra Türkiye 2’nci ihlallerde, Rusya’nın nüfusunu göz önünde bulundurursanız aslında birinci. Türkiye kendi nüfusuna göre ihlali en fazla gerçekleştiren ülke, Rusya birinci sırada gözüküyor ama nüfusu daha fazla bizden.

“TEK DOĞRU” KİMSENİN TEKELİNDE DEĞİLDİR, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ BUNUN İÇİN VAR!

 “Dezenformasyonla Mücadele Kanunu” adıyla çıkarılan yasa sosyal medyada veya medyada yazıp çizenlere keyfi şekilde hapis cezası getiriyor ama siyasetçilerin söylediği her türlü gerçek dışı –yalan demeyelim artık- sözü koruyor. Mesela diyelim ki terörle hiç ilgisi olmayan birine veya bir siyasi partiye dönüp “terörist” diyenlere, hakaret edenlere, kadın vatandaşlara “sürtük” diyenlere hiçbir şey yapmıyor ama Sedat Peker’in sözünü yazan veya söyleyeni hapsetmek istiyor. Bu, insanların özgürlüğünü, eşitliğini teminat altına alan Anayasa’ya aykırı değil mi?

Devletin sosyal platformları düzenleme ve denetleme yetkisi var, çünkü en başta devlet bireylerin temel hak ve özgürlüklerini korumak için var, dolayısıyla bu dijital platformlarda bir kişinin aleyhine asılsız ve kasti bir şekilde bir takım ithamlarda bulunuluyorsa bunlar elbette düzenleme konusu yapılabilir, ticari hayata ilişkin, özel hayata ilişkin bir takım konularda ihlaller yaşanıyorsa ki Türkiye’de bunun için zaten mevzuatta yeterli oranda düzenleme var ve daha da yapılabilir ama burada problem olan temel konu şu; bu yasaya içerik olarak baktığımızda çok önemli bir problemi var; ifade özgürlüğünü kısıtlıyor oluşu, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde öngörülen güvencelere aykırı olarak bunu yapıyor, aynı zamanda bizim doğrudan doğruya 1982 Anayasası’ndaki güvencelere aykırı olarak yapıyor. Baktığımızda ne diyor; Dezenformasyonla Mücadele Kanunu’nun 29’uncu maddesi “Halkı yanıltıcı bilgi yayma suçu”. Şimdi, bunu nasıl tanımlıyorsunuz, nasıl uygulayacaksınız, “halkı yanıltan” ne demek, bunun ucu açık. Mesela bir enflasyon oranı açıklayacaksınız, acaba TÜİK’in açıkladığı oranın dışında bir oran açıklayan bilimsel bir kurum bu suçtan yargılanacak mı? “Halkı yanıltıcı” diyor, o zaman burada tek doğruyu devlet ortaya koymuş gibi oluyor, devlet ne derse odur. Tek doğru kimsenin tekelinde değil, ifade özgürlüğü bunun için var, yoksa ifade özgürlüğüne ihtiyacımız yok ki, devlet tek doğruları söylesin, biz de ona biat edelim olsun bitsin. Dolayısıyla, demokratik bir toplumda tek doğru olmaz, çoğulculuk vardır, muhalefet, insanlar bir takım iddialarda bulunur ve bu iddialara karşılık da iddiaya muhatap olan bunları açıklamaya çalışır, kamuoyu kime inanırsa o geçerli olur.

BÜTÜN YAZIŞMALAR, MESAJLAR BTK’NIN DENETİMİNE GEÇİYOR, DATALAR ORAYA AKTARILABİLİYOR!

Konusu suçsa zaten bununla ilgili gerekli mekanizmalar Türk hukukunda var ama baktığımızda sosyal medyadaki dijital yayınların bu yasayla hem yargı hem BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) ve Erişim Sağlayıcıları Birliği kıskacına alınmış olduğunu görüyoruz. Bir taraftan ceza mahkemesinde tutuklama tehdidi var, bir taraftan BTK devreye girmiş durumda, diğer tarafta Erişim Sağlayıcıları bütün datalara ulaşabiliyorlar. Dijital platformlarda en çok kullanılan özgürlük ifade özgürlüğüdür, ifade özgürlüğünüz kısıtlanmış oluyor, aynı zamanda kişisel verilerin korunması” da ortadan kalkmış oluyor, bütün yazışmalar, mesajlar BTK’nın denetimine geçiyor, datalar oraya aktarılabiliyor.

Buna “Basın Sansür Yasası” denebilir, 2023 seçimleri öncesinde muhalif basının sesini kısmak için yapıldığına dair ciddi endişeler var.

Muhalif basın yanında vatandaşların da sesini kısacak.

Tabii ki vatandaşların da. Gerek Avrupa Parlamentosu gerekse Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu sansür yasasındaki düzenlemelerin açıkça ifade özgürlüğüne engel oluşturacağını açıkladılar. Özellikle bu düzenlemenin 2023’te yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde yapılmasının adil ve serbest seçim ilkelerini ihlal edeceğini ifade ediyorlar. Halka yanıltıcı bilgi yaymak suçlamasıyla sosyal medyanın yoğun tutuklama tehdidine maruz kalabileceği, özellikle demokratik muhalefet açısından kaygı vericidir.

TÜRKİYE, ÇAĞDAŞ DEMOKRATİK DÜNYADAN GİDEREK NEGATİF YÖNDE AYRIŞIYOR

Siyasetçilerin dokunulmazlığı var ama gazetecilerin ve halkın dokunulmazlığı yok, büyük tehdit altındalar, sizce muhalefet bunu önlemek için ne yapabilirdi?

Muhalefet partileri çok daha büyük bir tepki yaratacak eylemler yapabilirdi. Bakın dünyadan baktığınızda ne oluyor;  Türkiye çağdaş demokratik dünyadan giderek negatif yönde ayrışıyor, demokrasiyi ve hukuk devletini işletemediğinizde bundan en büyük zararı maalesef kendi vatandaşınız görüyor.

Irak’ta, Suriye’de, baskıcı rejimlerde ne oluyorsa o oluyor yani.

Ne oluyor, yabancı yatırımcı gelmiyor, paramız döviz karşısında pul oluyor, vize kapılarında mağdur oluyoruz, Türk vatandaşlarının vize başvurularına cevap vermiyorlar, yani ligden düşüyorsunuz. O kadar ki, size birkaç somut rakam vereyim; uluslararası endekslerde Türkiye’nin “dünyanın çok gerisinde” olduğunu görüyoruz. Dünya demokrasi sıralamasında 167 ülke arasında 103’üncü sırada yer alıyor. Hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 139 ülke arasında 117’nci sırada, siyasal istikrar endeksinde 194 ülke arasında 170’inci sırada yer alıyor.

BİZİM ANAYASAMIZ “AİH SÖZLEŞMESİ GİBİ SÖZLEŞMELER İLE BİZİM KANUNLARIMIZ ÇATIŞIRSA AİH SÖZLEŞMESİ ESAS ALINIR” DİYOR!

AİHM kararları açısından bu yasanın problemlerini söyleyeyim, önce Anayasa’nın 90’ıncı maddesini ifade etmekte fayda var, bizim anayasamız diyor ki; “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi insan hakları sözleşmeleri ile bizim kanunlarımız arasında bir çatışma olursa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi esas alınır” diyor. Dolayısıyla, AİH Sözleşmesi veya AİHM kararlarıyla bizim yasal uygulamalarımızın paralel olması, çatışmaması lazım. Oysa görüyoruz ki bu sosyal medya yasasında doğrudan doğruya aykırılıklar var, Sözleşme hükümlerine aykırılıklar var. AİHM’nin Handyside kararı son derece önemlidir, ayrıca daha sonra da buna benzer verdiği çok sayıda karar vardır. Bizim anayasamızın, “değiştirilemez hükümler içeren” 2’nci maddesi “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devletidir” diyor, demokratik toplum bir hukuk devletinde en önemli hakkı nedir; ifade özgürlüğüdür.

Bu açıdan baktığımızda, eğer siz ifade özgürlüğünü aşırı şekilde kısıtlıyorsanız ki anayasamızın 13’üncü maddesi de “hak ve özgürlükleri keyfi şekilde sınırlandıramazsın, bunlara sınırlama yapacağın zaman bu hak ve özgürlüklerin özüne dokunamazsın. Demokratik toplum düzenine aykırı bir düzenleme getiremezsin ve bunu ancak kanunla sınırlayabilirsin ve bu da ancak ölçülülük ilkesiyle olabilir” diyor. Bu yasa kanunla öngörülüyor ama oradaki ifadeler afaki ifadeler, somut ifadeler değil, “doğru” kime göre, neye göre doğru? Mesela, iktidar partisi, bir muhalefet partisi veya bir devlet kurumu bir açıklama yapmıştır, gazeteciler de bunu yayınlamıştır, buna bile “yasaya aykırı” denebilir.

BU YASANIN “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ÖZÜNE DOKUNAN” HÜKÜMLERİ VAR VE AYRICA ORANTILI, ÖLÇÜLÜ DEĞİL!

Diyelim ki gazete veya bir emekli bürokrat ya da asker “Ege’deki adalarımız konusunda geç kalındı, hata yapıldı” diyor, Bakan çıkıp “Hayır, biz basına yansımayan görüşmeler yapmıştık, geç kalmadık” dese hapis cezası mı verilecek, nereden bileceksiniz, duymadınız ki. Siyasetçi veya iktidarın kontrolündeki medya en ağır hakarette veya yalanda bile özgür ama diğer vatandaşlar önce hapsediliyor, aylar sonra iddianame yazılıyor.

Tekrar devam edersem “temel hak ve özgürlüklerin güvencesine” de aykırılıklar oluşturuyor, neden; çünkü ifade özgürlüğünün özüne dokunan hükümleri var, ikincisi demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olduğu aşikar, AİHM Mahkemesi kararlarından bahsettim, bir de ölçülü değil, orantılı değil. Yani bu hak ve özgürlükler konusunda önce uyarı gönderirsiniz değil mi veya tutuksuz yargılanmayı mümkün kılan düzenleme yaparsınız, bunların hiçbiri yapılmıyor, hapis cezası öngörülüyor ve üstelik tutuklama yolunun da açık olması öngörülüyor ki tutuklama konusunda Türkiye’nin karnesi maalesef ortada. Bir başka sorun da şu; bu yasayı uygulayacak olan kim? Türk yargısı, bu yasanın uygulanması “hukuk devleti ve yargı sorunu olan bir ülke” açısından ele alınması lazım, Türkiye’de bir hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı sorunu var, bu sorunu da eklediğimizde bu yasanın yaratacağı sorunlar neler olabilir buna bakmak lazım. Çünkü, bu sorun çözülememişken sosyal medya sansür yasasını nasıl uygulayacaksınız, bu işin vehametini arttıran bir unsur.

Türkiye’de parti-devlet bütünleşmesi var, yani parti devleti var. İktidar partisi ve devlet aygıtı iç içe geçmiş durumda, literatürde buna “hakim parti sistemi” deniyor. Bu sistemde maalesef hukuk devletinin kurum ve kuralları bir vesayet sistemi olarak yaftalanıp itibarsızlaştırılıyor.

AKP milletvekillerinin sansür yasasının kabulünün ardından çektirdiği hatıra fotoğrafı büyük tepki topladı.


II. ABDÜLHAMİT’İN EN ÖNEMLİ BASKI ARACI “BASIN SANSÜRÜ” İDİ

Siemens firması verdiği rüşveti açıklamış, Kemal Kılıçdaroğlu gündeme getirdi; Yüzde 30 devlet görevlilerine, yüzde 20 Kolin’e, yüzde 20 aracılara verdik diyor, bunlar ceza almıyor ama TÜİK dışı veri açıklayan bir kuruluşun verisini almak hapis cezası getirebilir. Bu eşitsizlik demokraside nasıl olabilir?

Bunları basın duyuracak, basını da sansür ederseniz bunları kim yazacak, konuşacak? Bunları sadece dillendirmek bile bir suç teşkil edecek. Anayasamızın 28’inci maddesi “Basın hürdür, sansür edilemez” der. Bu hüküm, İkinci Meşrutiyet’ten bu yana anayasalarımızda var. İkinci Abdülhamit’in 33 yıllık baskı döneminde en önemli baskı aracı basın sansürüydü, bu nedenle istibdat dönemini sona erdiren İkinci Meşrutiyet’le birlikte 1909’da ilk defa “Basın sansür edilemez” diye bir güvence getirildi, basın özgürlüğü Anayasa tarafından teminat altına alınmıştır. Oysa bu çıkarılan yasadaki belirsizliklerin giderilmemesi basına karşı sansür iddialarını güçlendirecek bir durumdur. Başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanımını zorlaştıracak, insanları tedirgin edecektir. 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ne diyor; “Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının belirlenmediği bir toplumda anayasa yoktur”, dolayısıyla bizim bir anayasamız varsa bu hakların mutlaka güvence altında olduğunu kabul etmemiz lazım.

Bütün bunlar ortada ve artık yapılacak hiçbir şey yok gibi.

Yapılacak çok şey var ama bunları yapacak olan gerekli kurumlardır, dediğim gibi hakimler ve savcılar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve AİHM kararlarını uygulamakla yükümlüdürler. Anayasa’nın emri, açın bakın; 90’ıncı maddenin son fıkrası “Bu Sözleşme ve kararlar bizim yasalarımızdan üstündür” diyor, bizim kanunlarımızın üzerinde. Anayasa daha ne desin? Gazeteciler, haberin halkı yanıltıp yanıltmadığını nereden bilecek, gidin bakın gazetelerde farklı farklı yorumlar var, zaten fikir özgürlüğü bununla ilgili, fikirlerimiz aynı olsa fikir özgürlüğüne gerek yok ki! Sizin gerçeğiniz ve benim gerçeğim farklı, onun için “tek doğru olamaz” diyor. Zaten “demokrasinin özü de bu”, siz “Tek doğruyu devlet belirler, bunun dışındaki her şey yanıltıcıdır” derseniz orada demokratik toplum yoktur diyor.

Devlet tek doğruyu belirleyemez, insanların ifade özgürlüğü vardır. Yalan, yanıltıcı haber yaftasıyla sosyal medya otosansüre mahkum edilmektedir, mahkemelerin politize olduğu bir ortamda bu yasa muhalif basına bir göz dağı verilmesi anlamına gelebilir.

“Ekonomi uçtu” diyen, “Bütün dünya bizi kıskanıyor” diyen yandaş medyaya uygulanmayacak ve arada dev bir eşitsizlik olacak, bu da halkı kin ve nefrete sevk eden bir durum değil mi?

Bunlar uygulama ile ilgili sorunlar, yargının bağımsızlığını düzeltmediğiniz sürece çıkaracağınız yasalar adalet üretmeyecektir, güvenlik üretmeyecektir, paramızın değerini, devletin saygınlığını, itibarımızı da zedeleyecektir, bunların hepsi olan şeyler. Öncelik kesinlikle temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak düzenlemelerin getirilmesi ve yargının bağımsız, tarafsız, adalet üretecek şekilde yeniden yapılandırılması gerekir.

Elinde bir delil olmadan Sözcü ekonomi muhabiri Sayime Başçı’nın kapısı kırılarak girilip sonra da “Pardon, yanlı ihbarmış, şimdi ihbarcının peşine düşeceğiz” denmesine ne diyorsunuz, ailesi orada olabilir ve hayat boyu iz bırakacak bir travma yaşayabilirlerdi, buna hukuk devleti denebilir mi?

 Bu olay da Anayasa’ya aykırıdır, basit bir ihbar aldık, hemen gittik kapıyı kırdık deniyorsa orada hukuk devleti işlemiyor demektir. Hak ve özgürlükler teminat altında değildir, özel hayatın gizliliği diye bir şey, konut dokunulmazlığı hakkı işlemiyor demektir, bütün hukuk sistemi problemli demektir. Önce bu insana bir ulaşın bakalım, neredesin, hakkında böyle bir iddia var, ne diyorsun diye sorun, bunların hiçbiri işlemeden böyle bir şey yapılması uygulamaların “yasal düzenlemelerin de gerisinde olduğunu” gösteriyor. Uygulayıcılar kimler, bunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Yargının, hukuk uygulayıcılarının liyakatini ve bağımsızlığını çözmeden hiçbir sorunu çözemezsiniz.