Mezhep ayrımcılığının ülkemizde nice canlara mal olduğu sanki bilinmezmiş gibi, bu konu hem de topluma örnek olması gereken unvanlı kişiler tarafından gündeme getiriliyor. Bu tutum ve söylemler ülkemizin imajını da olumsuz yönde etkiliyor. Açıkçası, seçimde biraz daha fazla oy alabilmek için cehalete yatırım yapılıyor ve bunları yapanlar da alkışlanıyor. .

Bir siyasetçinin, “Halkın eğitim seviyesi ne kadar düşük olursa, oyumuz o kadar fazla olur” dediğini de çoğumuz anımsarız. Cehaleti yaymak için isimler, semboller kullanılıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı gündeme geldiğinde, İYİ Parti Milletvekilinin yaptığı açıklama, yalnız CHP’lilerde değil, İYİ Parti de de büyük üzüntü yarattı. Neyse ki Genel Başkan Meral Akşener, sıcağı sıcağına partisi adına özür diledi ve Millet İttifakı içinde dalgalanmayı da önledi.

ÇORUM’DA YAŞADIM

12 Eylül 1980 öncesinde toplum sağcı-solcu diye bölünmüştü. Bunun acıları çok çekildi ve 5 bine yakın insanımız olaylarda hayatını kaybetti. Bazen sağcı-solcu çatışmasında istedikleri sonucu alamayanlar, “Duyarlı illerimizde” mezhep çatışması çıkarmak için çalıştılar. Bunda başarılı da oldular.

O illerimizden birisi de Çorum’du. Önce insanları silahlandırdılar, sonra karşı karşıya getirdiler. Plan belliydi: Cuma günü Ulu Camide namaz kılınırken, bir kişi caminin kapısına gelip, “Ey cemaat ne duruyorsunuz,  Aleviler Alaattin Camiini bombaladı” dedi. Cami bir anda boşaldı. İnsan akın akın Milönü semtine gidiyordu. Onların arasına ben de karışmış, o an benim de elime sopa tutuşturmuşlardı.

Asker o gün önlem almıştı. Kalabalığı durdurmak için havaya ateş ediyordu. Ancak bu, insanları durdurmaya yetmiyordu. Sokak çatışmaları başlamıştı. Ben, Türkiye’de ilk olduğunu düşündüğüm bombalanan caminin fotoğrafını çekmek için koşarken kurşunlardan korunmak için bazen yatıyor, bazen sürünerek ilerliyor, bu arada fotoğraf da çekiyordum.

5 SAAT REHİN

Camiye yaklaşmıştım. Olanlar oldu. Gazeteci olduğumu söylediğim 5 kişi, o dönem çalıştığım Hürriyet gazetesi için “Komünistlerin gazetesi, Ecevit’in gazetesi” dediler. Silah çekilmiş, alnıma dayanmıştı. Kazma sapı da kafama indirilmek üzereydi.

Sadece tetiğe basılması ya da sopanın kafama indirilmesi kalmıştı. Bir el alnıma dayanmış tabancayı yana itti, “Şimdi değil” dedi. Hastanenin bodrum katına götürdüler. Yine başımda silahlı bir genç ile elinde kazma sapı olan genç duruyordu. Yaklaşık 5 saattir ellerindeydim. Birisinden akıbetimle ilgili haber beklediler.  Ama o haber bir türlü gelmiyordu.

CİĞERİM YANDI

Gün Sazak’ın öldürüldüğü dönemde çıkan olaylar üzerine de Çorum’a gitmiştim. Hemen her kesime gidip görüşlerini almıştım.  O zaman tanıştığım Bilal, grubun önde gelenlerindendi.

“Gazeteciyi rehin aldık. Ne yapacağımız konusunda haber bekliyoruz” denildiğinde aklına ben gelmişim. Bilal, bir aşağı bir yukarı çıktı. Sonunda beni bırakmaya karar verdiler. Tabancalı genç, elinde tuttuğu tabancayı beline sokarken, artık kurtulduğumu anlamıştım.

Hani derler ya “Ciğerim yandı” diye. Ben o yangını çok iyi bilirim.   Bir sürahi suyu tepeme dikip içmekle belki içimdeki ateşi söndürebildim...Çorum, yaşadığı onca acıyı çoktan geride bırakmış, yaralarını sarmış, birlik-bütünlük içinde olmayı başarmış bir kentimiz. O şehri seviyorum, hafta içinde de oradaydım.   O şehir, Çorumlulara göre dünyanın tam ortasıymış...

Sağlığın kayıp personeli


Sağlık alanında ilginç gelişmeler oluyor. Sorunları giderek büyüyen doktorlar, ayrılıp yurtdışına giderken, onların var olan sorunlarını çözmek yerine, “Giderlerse gitsinler” yaklaşımı hiç da iyi olmadı. Evet, giden gidiyor, ama yerlere doldurulamıyor. Devlet hastanelerinde özellikle doktor sayısı az olan branşlarda hasta randevu alamıyor. Üniversite hastaneleri ödeneksizlikten kıvranıyor, ödeyemiyor.

Cumhurbaşkanlığının Hükümet Sistemiyle birlikte Sağlık Bakanlığı’nın görev ve yetkileri ile teşkilat yapısında 2 Temmuz 2018 tarihinde değişiklikler yapılmıştı. Sağlık alanında bazı düzenlemeler kararnameyle gerçekleştirildi. Buna göre bakan, bakan Yardımcıları, il sağlık müdürleri,  daire başkanları, yardımcıları, bu başkanlıklara bağlı uzman kadroları oluşturuldu. Eski yapıda il sağlık müdürlüklerinde sağlık müdürünün altında, illerin nüfusu dikkate alınarak  yardımcıları, bunlara bağlı şube müdür kadroları vardı.

BÜYÜK UÇURUM

Eski yapıya göre yönetici olan doktorun  maaşıyla,  hastanede çalışan doktorun maaşı arasında bugünkü gibi uçurum yoktu. Aksine maaşları birbirine çok yakındı. Peki yeni sistemle neler oldu? Örneğin şube müdürleri ve önceki hastane müdürlerinden söz etmek gerekirse, “Araştırmacı” kadrosuna verildi.

Devlet, kendilerine böyle unvan vermiş ama onlar kıyıya, kenara atılmış. Çoğunun oturacak bir koltuğu bile yok. Görev verilmediği için kadrolarında göstermelik olarak duruyorlar. Belki en verimli dönemlerinde  onlar yok sayılıyor. Müdürlüklerine gitme zorunluluğu olmadığı için çoğunun nerede olduğu bile bilinmiyor.  Ne yazık ki onlara “Kayıp personel” deniliyor.

Sağlıkta ortaya çıkan ücret uçurumu açıkçası çalışanları da huzursuz ediyor.