Atatürk’ün emriyle 1924 yılında kurulan Türkiye Ormancılar Derneği’nin, aslında her açıklaması olay. 1 Mart’ta yayımlanan yönetmelikle zeytinliklerin madenciliğe kurban edilmesinin yolu açıldı. Ormancılar Derneği de açıklamasında, “Son yıllarda özellikle birileri, her gün ne yapsak da topraklarımıza, sularımıza, ormanlarımıza kısaca tüm doğal varlıklarımıza nasıl daha çok zarar versek diye düşünüyor, planlıyor ve hayata geçiriyorlar!” diye başlamış.

Zeytinliklerin üzerinde durulurken, 5 Mart’ta ‘Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik’te değişiklik yapıldı. Mevcut Yönetmelikte “Kesin Korunacak Hassas Alanlar” şöyle tanımlanıyor:

“Bölgesel, ulusal veya dünya ölçeğinde olağanüstü ekosistemlerin, türlerin, habitat ve jeolojik jeomorfolojik özelliklerin korunduğu, genel olarak insan etkisi olmadan meydana gelmiş, insan faaliyetleri sonucu bozulma veya tahrip olma riski yüksek olan alanlar.”

HASSAS ALANLIĞI MI KALIR?

Yapılan son değişiklikle, gerektiğinde insanların bölgeye girişlerinin engellendiği, sadece bilimsel araştırmalara konu edilebilecek, hiçbir yapılaşmaya izin verilmeyecek olan “Kesin korunacak hassas alanlar”, yine “Kamu yararı” ve “Zorunluluk” gerekçeleriyle atık su, içme suyu, doğalgaz ve elektrik hatları, ulusal güvenlik için zaruri tesisler, orman yangın yolları, orman bakım ve onarım faaliyetleri ile balıkçılığa açıldı. Bu kadar faaliyete izin verilen bir alanın kesin korunacak hassas alan olma niteliği kalabilir mi?

“Doğal yapısı değişmemiş veya az değişmiş, modern yaşam ve önemli ölçüde insan faaliyetleri tarafından etkilenmemiş, doğal süreçlerin hâkim olduğu, koruma amaçlarına uygun olarak yörede yaşayanların, alanın mevcut kaynaklarını kullanmasını sağlayarak doğal hayata dayalı geleneksel yaşam şekillerinin korunduğu kara, su, deniz alanları” olarak tanımlanan “Nitelikli doğal koruma alanlarına” gelelim.

DAHA DA VAHİM

Mevcut yönetmelikle yatırım faaliyetlerine ilaveten; kesin korunacak hassas alanlarda izin verilen atık su, içme suyu, doğalgaz ve elektrik hatları, ulusal güvenlik için zaruri tesislerin yanı sıra ulaşım hatları ile bunların zorunlu yapıları, trafo, haberleşme servisleri, açık otopark ve arıtma tesislerine de izin veriliyor.

Tür ve habitat çeşitliliği bakımından Akdeniz kuşağındaki en zengin ülkelerden biri olan ve yüksek endemizmiyle bilinen ülkemizde, resmi verilere göre 2020 yılı itibarıyla korunan alanlarımızın toplam net büyüklüğü 67 bin 773 kilometrekare ve ülke yüzölçümüne oranı yüzde 8.7’dir. Bu oran dünya genelinde yüzde 13.2, Avrupa Birliği’nde ise yüzde 25.9’dur.

DAHA YETMEDİ Mİ?

Şimdi yatırımcılara ve yöneticilere sormak gerekiyor; Ülkenin yüzde 91.3’ünde anılan bu faaliyetler tamamlandı da sıra korunan alanlara mı geldi? Kıyılar, topraklar, tarım ve hayvancılık, halk sağlığı ve doğal çevre ile ormanların korunması ve geliştirilmesi, Anayasal güvence altına alınmış. Bu güvenceyi yerine getirecek olan da vatandaş ve devletin ilgili birimleridir.

Ormancılar, vatandaşlarımızın en azından bir bölümü doğal varlıklarımızı korumak için gereken çabayı gösteriyor. Ama yüce devletimizden bir o kadar duyarlılık bile yok. Gün geçmiyor ki doğal varlıklarımızla ilgili yeni bir olumsuzlukla karşılaşmayalım! Dün Köroğlu Dağı, Uludağ Milli Parkı, zeytinlikler... Bugün tüm korunan alanlar. Yetmedi mi? Daha ne kadar sürecek bu talan? Yapılan yanlıştan bir an önce dönülerek, yönetmelik değişikliği iptal edilmeli ve korunan alanlar gerçek anlamda korunmalıdır.

Bin yıl önce onu bir çiftçi dikti



Mühendis Ahmet Kaşıkçı İzmir-Urla’da yaşıyor. Zeytin ağacı yetiştirdiği için onlara özel bir sevgi, hatta saygı duyuyor. Yöre insanının anlatımına göre en az bin yıllık olduğu tahmin edilen zeytin ağacının fotoğrafını çekip gönderen Ahmet Bey’i dinleyelim:

“Onu bin yıl önce hiç bilmediğimiz bir çiftçi dikmiştir. Bu ağaca kıymak isteyenlerde hiç vicdan yok mu? Bin yıldan beri her türlü zorluğa meydan okuyarak hayatta kalmayı başarmış saygı duyulacak kutsal bir anıttır.

Bunu bir başka yere nakledemezsiniz. 10 kişi el ele verse gövdesinin etrafını ancak kuşatabilir. Zeytin ağaçlarının kökleri (köylüler saçakları derler) zemin yüzeyine yakın olarak radyal bir şekilde dağılırlar. Köklerini topraktan çıkarabilseniz bile nakletmek için bir kamyona yükleyemezsiniz. Kırılırlar ve dikildikleri yerlerde ağaca hayat veremezler. Bizler taş değil o kutsal ağacın meyvesinden ve şifalı yağından faydalanmak istiyoruz.”



Kazdağlı Akın Andiç de bir yıl önce her dalı, her yaprağı yanmış olmasına rağmen küllerinden doğan, hayata asla küsmeyen zeytinin nasıl filizlendiğinin fotoğrafını gönderdi. Üretici ona boşuna mı “Ölmez ağacı” diyor. Siz onu yerinden etmeyin yeter...