Türk deyimidir:

-Pireye kızıp yorganı yakmak.

Yani, önemsiz bir duruma kızarak büyük zarar verecek davranışta bulunmak.

Erdoğan, Türk Tabipleri Birliği’ne sinirlendikçe benzer konuşmayı yapıyor:

-“Gerekirse yasal düzenlemeyle adındaki ‘Türk’ sözcüğünü çıkaracağız.”

Bu sözleri sanırım beş yıldır duyuyoruz. Keza:

Devlet Bahçeli de “vurun kapısına kilidi” diyor her seferinde.

Sanırım Erdoğan ve Bahçeli bizim tıp tarihimizi pek bilmiyor! Yazayım:

Osmanlı’da doktorların Batılı anlamda dernekleşmeleri 19. yüzyılda başladı. İlk kurulan dernek 1855 yılında “Cemiyet-i Tıbbiye-i Şâhâne” oldu. Bu derneğin pek bizimle ilgisi yoktu! Dernek, Kırım Savaşı sebebiyle İstanbul’da bulunan İngiliz ve Fransız hekimlerinin aralarında toplantı ve çalışmalar yapabilmeleri için kuruldu. 39 yabancı kurucu üyesi vardı.

On yıl sonra ikinci dernek bir grup Tıbbiyeli tarafından “Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye” adıyla, 3 Mart 1867’de kuruldu. Bizim ilk milli tıp derneğimizdi bu.

Neden “milli” idi?

Çünkü başlıca mücadelesi; tıp eğitiminin Türkçe verilmesi, tıp kitaplarının Türkçeye çevrilmesi idi. O dönemde yaygın olan, “Türkçenin tıp dili olarak yetersiz olup, ancak çarşı pazarda konuşulacak bir dil olduğu ve bu sebeple Türkçe tıp eğitimi yapılamaz” anlayışını yıkmaktı.

Şaşırtıcı ki; mevcut düzeni savunanlar Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne hocaları idi. Hepsi yüksek dereceli askeri hekimler olup dolgun maaşlar alıyor, sarayda ve devletin üst kademelerinde görev yapıyor ve bu sistemin değişmesini istemiyorlardı. (Ah bugüne ne çok benziyor; İstanbul’daki aydın ve gazetecileri de etkileri altına almışlardı!)

Tıbbiye öğrencileri çıkış noktası bulmak için gizlice toplandı, Türkçe tıp terimlerini saptayıp tercümeler yaptı.

Cemiyet bu mücadele ile Tıbbiye’nin en idealist hocalarının fiilen katıldığı ve görev yaptığı bir kurum oldu. Zamanla ülkenin her yerinden hekimlerin katıldığı sağlık politikasını belirleyen milli kongreler düzenledi. Tıp dergileri çıkardı. 1873 yılında ilk tıp sözlüğümüz “Lügat-ı Tıbbiye” yayınlandı. Vs.

Ne yazık ki: “Tıbbi müzakereler” adıyla yapılan toplantılar İkinci Abdülhamit tarafından “tehlikeli” bulundu ve cemiyet 29 Mayıs 1897 tarihinde kapatıldı! Bazı Tıbbiyeliler Fizan’a sürüldü...

Kurtuluştan sonra cemiyet, Mustafa Kemal’in himayesinde 1925’te Ankara’da “Birinci Milli Türk Tıp Kongresi” düzenledi. İlk milli kongre, Atatürk’ün katılımı, Başbakan İnönü’nün açılış konuşmasıyla meclis binasında yapıldı. Kongreye yurdun dört yanından 592 doktor katıldı. Derneğin adı “Türkiye Tıp Encümeni” oldu.

Dört yıl sonra “Etibba/Tabipler Odaları” kurulmasına karar verildi. Ve:

Tarih 23 Ocak 1953.

Yirmi iki tabip/etibba odası Türk Tabipleri Birliği’ni kurdu.

Erdal Atabek’ten Nusret Fişek’e değerli isimlerin başkanlığında Türk Tabipleri Birliği kamuoyunda hep saygı gördü. Söylediklerine-taleplerine hep önem verildi. Ancak:

Neoliberalizm etnisiteyi siyasetin öznesi yapınca çok parti, çok STK gibi Türk Tabipleri Birliği de 1990’lar itibariyle bu sağ savrulmadan etkilendi. Vahşi kapitalizmin tıbbı neye dönüştürdüğüne gözlerini kulaklarını kapattı...

Erdoğan’ın, “adındaki ‘Türk’ sözcüğünü kaldıracağım” sözü (başta Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincan olmak üzere) mevcut Türk Tabipleri Birliği yönetimini sevindirir! “Türk” adı bunlarda “faşizmi” çağrıştıyor...

Ortada 167 yıllık mücadele var; “adını değiştireceğim” veya “vurun kapısına kilit” diyerek bu tarihi mirası yok edemezsiniz. “Türk” adının nereden geldiğini unutmayınız.

Mevcut yönetime bırakınız “Türk” isminden utanmayan doktorlar gerekli yanıtı versin...