Türk Milleti’nin yaşadığı yoksullukların temelinde, kendi kusurlarını örtmek için cehaleti ödüllendirip, bilginin cezalandırıldığı köhneleşmiş zihniyet var. Cehaletten beslenen saltanatlarını sürdürmek için bilimin gücünden korkanların, eğreti oturdukları taburelerini Atatürk, bir asır önce devirdi. Kurtuluş Savaşı sürerken 1921’de I. Maarif Kongresi’ni toplayıp, ekonomik ve toplumsal kalkınma için cehalete savaş açtı. Ulusal kalkınma için öğretmenleri ve bilim insanlarını milli istiklalle eş vazife yapan savaş kahramanları olarak gördü. Cumhuriyet daha 4 yaşındayken, 400 Türk gencini dünyanın en iyi doktor, mühendis, hukukçu, iktisatçı ve bilim insanlarını yetiştiren üniversitelerde okuması için yurt dışına gönderdi.

EMİN MİSİNİZ?

Memleket tapusu kadar kıymetli diplomaları ceplerinde yurtseverler, okulları biter bitmez tereddütsüz geri döndü. Takvimler 18 Şubat 1932’yi gösterirken Atatürk, İsviçre’den Prof. Dr. Albert Malche’yi davet edip, üniversite reformu için rapor istedi. İstanbul Darülfünunu’nu inceleyen Malche, 5 bölüm 49 madde ve 95 sayfalık bir rapor yazdı. O zamanki adıyla ‘Emin’ yani ‘Rektör’ koltuğunda oturanların Cumhuriyet karşıtı olduğu, hocaları kendi yandaşları içinden tarafgirlikle seçtiği, akademisyenlerin yanlışlara bu nedenle sessiz kaldığı, farklı fikirdeki hocaların az da olsa maaşlarından olup, aç kalmamak için sustuğuna işaret edip, “Profesörlerin çoğu ders dışı işler yapıyor. Durum ciddi ama ümitsiz değil” diye uyardı.

KISIR AKADEMİ

“Ülkede tam da bugün olup bitenler” diye hissettiren bu çarpıcı raporu Atatürk, satır satır çizerek okuyup, 81 ayrı not çıkardı. 1 numaralı not Almanca, İngilizce, İtalyanca, Fransızca gibi yabancı dil öğretilmesi, 2 numaralı not akademik özgürlük, 7 numaralı not rektörlerin en önemli işinin bilim olması, 8 numaralı not üniversitenin çağa uygun ilmi, fikri, bilimi yakalayarak ülke ekonomisini, insanını kalkındırmasını içeriyordu. Meclis’in açılışında 1 Kasım 1933’te kürsüye cebinde bu notlarla çıkıp, “Arkadaşlar! Üniversitelere ehemmiyet veriyoruz. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yok. Bütün işlerimizde olduğu gibi maarifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kati kararımız” dedi. Üniversitelere, bilimsel ve mali özerklik getirildi.

HALKTAN CAHİL

Reform için Profesör Malche, Belçika ve Fransa’dan hocaları çağırsa da orada daha çok maaş aldıkları için gelmiyordu. Atatürk, Almanya’da Nazi zulmünden kurtulmak isteyen Yahudi profesörleri davet etti, geldiler. Cumhuriyetin harf, hukuk, kadın, eğitim gibi devrimlerine karşı çıkan, halkın çok gerisindeki Darülfünun’un değiştirilip İstanbul Üniversitesi’ni kurmak hiç kolay olmadı. ‘Atatürk Üniversite Reformu’ diye de bilinen reform, 1933’te Meclis’ten geçti. Üniversite, fakülte, rektör, dekan kelimeleri ilk kez kullanıldı. Bilim insanlarının artık tek işi, Türkiye’yi bilimle kalkındırmaktı. Milletvekili aylıkları 510 lira olan yıllarda, bilim insanları 850 lira maaşlarla transfer edilip taşınma, yol, yemek, sağlık gibi masrafları karşılandı.

TÜRK RÖNESANSI

İTÜ’den merhum Prof. Dr. Münir Ülgür, “Prof. Dr. Albert Einstein bana ‘Dünyanın en büyük liderine sahipsiniz, çok şanslısınız. 1933 üniversite reformunuz sırasında Atatürk beni de davet etti. Arkadaşlarım hep oradaydı” diye gururla anlatırdı. Atatürk’ün üniversite reformu, Einstein’ın bile kıskandığı bilimle kalkınma için bir rönesans, yeniden doğuştu. Şimdi ise aynı Türkiye’de en yoksullar, en çok diploması olanlar oldu. Avrupa’da bir akademisyen ayda 5-7 bin Euro (77-100 bin TL) maaş alıyor. Türkiye’de kıdemine göre bir profesörün maaşı 13 bin 936 liradan daha yeni 18 bin lira yani 1.188 Euro oldu. Araştırma görevlisi 9-10 bin lira, doçent 10-12 bin lira alacak. Sonbaharda yıllık sözleşme yapan vakıf üniversitelerindeki akademisyenler onu da alamıyor.

BEYNİMİZ GÖÇÜYOR

Uluslararası tanınan, 400 lirası dil tazminatı 8 bin 400 lira maaş alan vakıf üniversitesindeki bir doçent hocamız, “Bakıcı için 4 bin 250 lira asgari ücret, 1650 lira vergi, 5 bin 900 lira ödüyorum. Cebimde 2 bin 500 lira kalıyor. Asgari ücretin yarısı bu parayla tencere bile kaynamıyor. Araştırma kitabı nasıl alayım? Çaresiz gideceğim” diyor. Avrupa’nın 5 asır önce İstanbul’un fethi sonrası Türkiye’den aldığı ve gittikleri İtalya’da Rönesans yapan bilim insanlarını, Atatürk 1 asır önce geri almıştı. Ülkenin bilimle kalkınmasında kilit rolü olan bilim insanları, doktorlar, mühendisler şimdi tersine Rönesans ile tekrar Avrupa’ya göçüyor. Cüzdanları, vicdanları ve vatan sevgileri arasına sıkıştırılan Türk bilim insanları artık diplomalarıyla dövülmekten çok yoruldu. Ülkenin beyni göçüyor. Peki suçlu kim?