Londra’da bir akşam eve dönerken, belirli bir yere kadar metroyu kullandım, sonra otobüse bindim. Bir sonraki durakta şık giyimli, konuşurken sözcüklerin hakkını vererek telaffuz eden, her haliyle iyi eğitim aldığı belli bir kadın, selam vererek yanıma oturdu. Ben de kendisine iyi yolculuklar diledim. Aksanımdan merak etmiş olmalı ki, nereli olduğumu sordu. Ben de, ‘Hani dünyanın en uzun savaşlarından biri olan ve emperyalist ülkelerin tek bir devleti yok etmek amacıyla aralıksız ve amansızca saldırdığı, adına da “The War of Gallipoli-Çanakkale Savaşı” denilen, tarihin akışının değiştiren destanın yazıldığı topraklardan, Türkiye’den geldiğimi söyledim.

★★★

Sözümü daha bitirmeden yüzüme hayranlıkla bakmaya başladı.

‘Evet, çok iyi biliyorum benim dedem de orada yatıyor. Her sene  tarihi yarımadaya gider, mezarını ziyaret edip çiçek koyarım. Yaklaşık 500 bin Britanyalı, Yeni Zelandalı, Avustralyalı ve Fransız askerin hayatlarını bir hiç uğruna verdiği, sonu hüsranla biten bir savaş’ dedi.

‘Peki yenseydiniz sonu yine hüsranla biter miydi acaba’ diye sordum.

‘Beyefendi’ dedi, “Bizim oralarda ne işimiz vardı hâlâ merak ediyorum. Zaten ön cephede savaşanlar gerçek İngilizler değildi ki! Orada bizim, Büyük Britanya’nın köleleri savaştı! Anzaklar ve diğerleri bundan dolayı bizi hâlâ  affetmiyorlar! Ama Türkler, canları pahasına cesurca savaşıp vatanlarını korudular. Bu müthiş savaş ayrıca, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük liderini, Mustafa Kemal Atatürk’ü çıkardı. Biz böylesine karizmatik ve dahi bir lidere sahip değildik! Olsaydık, zaten savaşmazdık. O’nun bu dünyaya bırakmış olduğu en büyük slogan, “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiydi. Türklerin büyük lideri dünyada çığır açtı, emperyalizmi yendi. Üzerinde güneş batmayan koskoca Britanya İmparatorluğunu dize getirdi. Mazlum milletler uyandılar ve bağımsızlıklarını kazanıp kendi devletlerini kurdular. Hindistan, Tunus, Cezayir, Fas ve daha bir çok millet, O’nun sayesinde özgürlüklerine kavuştular. O, benzeri bulunmayan bir devlet adamıydı. Her ülkeye heykeli dikilesi muhteşem insan. Benim evimde bile onun hem askeri üniformalı, hem de sivil fotoğrafları asılı. Ona hayranım ve ölünceye kadar da hayranı olmaya devam edeceğim. O, tanrının yalnızca Türk milletine değil, tüm insanlığa bir armağanıdır. O’nun karşısında duranların bir saman alevi gibi eriyip gidecekleri konusunda hiç kuşku duymuyorum. Çünkü her şey değişir ama tanrının buyruğu devam eder. Tarih bilgim çok iyidir. Bugüne kadar birçok cephede çarpıştıktan sonra fakir bir milleti adeta enkazdan ayağa kaldırıp, özgür bir devlet kuran bir başka lidere rastlamadım!..”

★★★

Ağzım şaşkınlıktan bir karış açık dinlerken, bir sonraki durakta ineceğini söyleyip, özür dileyerek kalktı.

Hiç tanımadığı bir Türk olan benimle paylaştığı güzel düşüncelerine defalarca teşekkür ettim ve “Çok değerli bayan, adım Mehmet Çevik, ben Çanakkale rehberiyim, lütfen  telefon numaramı alınız ve ziyarete geldiğinizde bir de Çanakkale’yi benden dinleyiniz” dedim.

★★★

Otobüsten bir kuğu gibi zarif, süzülerek inerken, gözyaşlarımı tutamıyordum. O gece boyunca kendime gelemedim. Aslında beni ağlatan, tesadüfen konuştuğum kadının Çanakkale Savaşı’nı ve Atatürk’ü muhteşem anlatımı değildi.

Aramızdaki bazı nankörlerin onu hala anlamamış olmaları, yalan dolan ve iftiralarla aziz hatırasına saldırmalarıydı!..