Değerli okurlarım,

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 Ocak’ta yaptığı Arnavutluk yolculuğu sırasında, uçaktaki gazetecilere “Biliyorsunuz ki benim bir iddiam var; faiz sebep, enflasyon neticedir. Nitekim neticesi kendini gösteriyor. Enflasyon düşüşe girmiştir, girecektir. Bu bir defa kesin. 20 Aralık, burada bir dönüm noktası oldu... Faizde de artık düşüşler başladı” açıklamasında bulunmuştu. Ayrıca faiz indirimleri konusundaki politikasının “Yavaş yavaş, aceleci olmadan” sürdürüleceğini belirten Cumhurbaşkanı, “Kur Korumalı Mevduat’a (KKM) gösterilen teveccühten ve döviz kurlarındaki oynaklığın azalmasından gayet memnun olduğunu, kurların da faiz gibi düşeceğini vurgulamış ve “2022 bizim en parlak yılımız olacak, inşallah. 2023’e de böyle gireceğiz” demişti.

Türkiye sevdalısı bir yurtsever olarak Cumhurbaşkanı’nın tüm söylediklerinin gerçekleşmesini canı gönülden diliyorum.

Ancak bağımsız ekonomistler kendisiyle aynı görüşte değiller. Bunlardan biri de engin dış politika birikiminin yanı sıra, ekonomi uzmanı da olan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ...

UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, Sayın Cumhurbaşkanı, tezinin başarılı sonuçlar verdiğini ve enflasyonla faizlerin düşüşe geçtiğini söylüyor. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı.


EKONOMİK GÖSTERGELER CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN TEZİNİ VE AÇIKLAMALARINI DOĞRULAMIYOR

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Önce, enflasyon, faiz ve döviz kuru konularındaki ekonomik göstergelerin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Faizler indirilirse, faizlerle birlikte enflasyon da iner” yolundaki tezini kökten çürüttüğünü belirtmek isterim. Cumhurbaşkanı, 2021’in son dört ayında Merkez Bankası’na (MB) peş peşe faiz indirimleri yaptırdı. Sonuç, Erdoğan’ın beklediğinin tam tersi, yani olumsuz yönde oldu. Her faiz indiriminde piyasa ters tepki verdi ve faizler yukarı tırmandı. Bu uygulama sonucunda bugün, hem mevduat, hem de banka kredi faizleri yükselmiştir. Kamu borçlanma faizi de her vadede artmıştır. Yüzde 20’ler civarındaki enflasyon da, TÜİK’in son açıklamasına göre yüzde 36.08 olmuştur. Piyasalar enflasyonun şubat/mart aylarında yüzde 40-45 bandına oturacağını tahmin ediyor. Dolar kuruna gelince, Ocak 2021’de 7.41 TL olan dolar, Aralık sonunda 13.50 TL’ye yükselmiştir. Cumhurbaşkanı’nın resmi kurumlarca açıklanan ekonomik göstergelerin ortaya koyduğu gerçekleri görmezden gelmesi hayret vericidir.

(UD): Ancak Cumhurbaşkanı, tezinin başarılı olduğu konusunda ısrarcı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

(ŞE): Bu ısrarın makulat (akla uygunluk) çerçevesinde izahı mümkün değildir. Bir ara Erdoğan tezini dini bir referansla, “nas” (“Kuran’ın ve Peygamberin kelamı”) ile savunmayı yeğledi. “Halkımızı yüksek faiz altında ezdirmeyeceğiz” sloganını ağzından düşürmemekle birlikte, “inadım inat” mantığıyla MB’ye dayattığı politikalarla, Türkiye’yi yüksek faizlere mahkum etti. Kısacası, Erdoğan’ın ekonomi mantığına karşıt olan tezi, enflasyon oranının yüzde 21.31’den yüzde 36’ya ve kurun 2021 başındaki düzeyinin yaklaşık iki katına çıkmasına yol açtı. Faizlere gelince; MB faizi yüzde 14 olarak saptanmış olsa da, bankaların mevduat faizinin yüzde 30’a, kredi faizlerinin de yüzde 40’a dayandığı bir gerçek. MB, Hazine’ye yüzde 22.40 faizle borç veriyor.

(UD): Cumhurbaşkanı, Kur Korumalı Mevduat düzenlemesine gösterilen ilgiden memnun olduğunu belirtiyor. Bu düzenleme ekonomimizin sorunlarının çözümüne nasıl bir katkıda bulunacak?

DOLAR KURUNU 20 ARALIK AKŞAMI ARKA KAPIDAN YAPILAN DÖVİZ SATIŞLARI DÜŞÜRDÜ   

(ŞE): Kur Korumalı Mevduat düzenlemesi kur talebini frenlemek amacıyla uygulanan bir yöntem... Önce, bu düzenlemenin hangi koşullarda devreye sokulduğunu belirteyim. 20 Aralık gecesi dolar kuru 18.40 TL olan rekor bir düzeye çıktı, kısa bir süre sonra da 11 TL’ye kadar düştü. Bu ortamda Cumhurbaşkanı halka hitaben yaptığı konuşmada soruna çare olarak önerdiği KKM sistemi hakkında bilgi verdi. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati de yaptığı açıklamalarla, doların kaydettiği keskin düşüşün, Cumhurbaşkanı’nın KKM konusundaki söyleminin etkisiyle gerçekleştiğini vurguladı. Bakan Nebati’ye göre; bu konuşmadan motive olan vatandaşlar piyasaya büyük miktarlarda döviz satmışlar, bunun etkisiyle de dolar, keskin düşüşünü yapmıştı... Tabii, döviz tevdiat hesaplarının ve MB istatistiklerinin incelenmesinden çıkan veriler, kısa sürede, Nebati’nin gerçeği söylemediğini gün ışığına çıkardı. Bu veriler, dolar kurunun 18 TL düzeyinden hızla düşmesinin, 20 Aralık’ta MB’nin doğrudan, Ziraat ve Halk bankalarının da arka kapıdan piyasaya 18 milyar dolar satmalarından ileri geldiğini ortaya koydu.

(UD): Peki; “Kur Korumalı Mevduat” uygulamasından iktidarın beklentileri nelerdi ve bunlar gerçekleşti mi?

KUR KORUMALI MEVDUAT HAZİNEYE BÜYÜK YÜK GETİRİYOR VE ENFLASYONU KÖRÜKLÜYOR

(ŞE): İktidar, vatandaşların döviz tevdiat hesaplarından önemli meblağları TL’ye çevirip KKM hesaplarına yatırmalarını bekliyordu. Bu husustaki beklentiler gerçekleşmeyince, KKM uygulaması tüzel kişileri de, yani şirket ve kurumları da kapsayacak şekilde genişletildi. Bu durumda tüzel kişiler, altı ay veya bir sene vadeli hesap açabilecekler. Şirketlere çok avantajlı kurumlar vergisi istisnaları getirildi. Bu arada Bakan Nebati, 18 Ocak’ta KKM uygulamasından 130 milyar TL’lik kullanım olduğunu ve bunun yüzde 15’inin döviz tevdiat hesaplarından geldiğini açıkladı. Şirketlerin ihracat gelirlerinin yüzde 25’ini MB’ye satma mecburiyeti var. Buna ilaveten, ham madde ile ara malı almak ve dış borçlarını ödemek için dövize ihtiyaçları bulunuyor. Bu nedenle şirketlerin, KKM düzenlemesine fazla itibar etmeleri beklenmiyor. Bir de KKM hesaplarının hazine üzerinde oluşturacağı yükü dikkate almak lazım. Bu sistem bir nebze (pek az) kuru baskı altında tutmaya yardımcı olsa da, hazineye büyük bir yük getirmekte ve enflasyonu körüklemektedir.

(UD): Bu durumda dolar kurunu, 13.00-14.00 TL bandında tutmak mümkün mü?

FAİZ-ENFLASYON MAKASI AÇILIRSA DÖVİZE OLAN TALEP ARTAR

(ŞE): Dolar kurunun 20 Aralık gecesi milyarlarca dolar heba edilerek  -yani tamamen suni bir operasyonla- kontrol altına alındığını unutmayalım. Dolar, 20 Aralık’taki 18.40 zirvesinden 11’e düştükten iki hafta sonra 13.50 çizgisine oturmuş görünüyor. Erdoğan, kurun ne olacağı hakkında bir hedef belirtmedi. Sadece, 13.50-14.00 düzeyini “köpük” olarak değerlendirmek suretiyle “doların köpüğün alınacağını” telaffuz ediyor. Oysa doların değil bu düzeyin altına indirilmesi, bu düzeyde dahi tutulabilmesi çok zor görünüyor. Bunun birçok nedeni var. Ben sadece ikisini açıklamakla yetineceğim. Birinci neden enflasyon baskısıdır. TÜİK’in (Aralık 2021) açıkladığı tüketici fiyat endeksi yüzde 36.08, yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) ise yüzde 79.89. İki oran arasındaki büyük fark normal görünmese de, kaçınılmaz bir gelişmeye işaret ediyor. Bu da üretici maliyetlerinin çok geçmeden tüketici fiyatlarını etkiyerek yükselteceği gerçeği. Bu nedenle, piyasaların, enflasyonun şubat-mart aylarından itibaren yüzde 40-45 bandına oturmasının beklediğini basına yapılan açıklamalardan okuyoruz. TUİK verileri baz alınırsa, politika faizi yüzde 14 olduğuna göre, negatif faiz 22 puan olmaktadır. Enflasyon şubat ve mart aylarında yüzde 40 - 45 bandına oturduğu takdirde, negatif faiz 30 puana yaklaşacaktır. Faiz-enflasyon makasının bu kadar açılmasının halkın dolara yönelimini güçlendirmesi kaçınılmazdır. Bu hesabı gerçek enflasyon rakamı ile yaptığımız takdirde bu yönelim çok daha zorlayıcı olacaktır. Bu durumda doları tamamen suni olarak indirilmiş olduğu 13-14 bandında tutmak için MB’nin yeniden piyasaya büyük miktarlarda dolar satışlarında bulunulması gerekecektir. MB’nin dibe vurmaktan da öteye eksi rezerv durumuyla böyle bir operasyona başvurması fevkalade zordur. Esasen taşıma su ile değirmen dönmez!... Yani kurun 13-14 bandında tutulabilmesi sürdürülebilir değildir.

(UD): İkinci nedene gelirsek...

(ŞE): İkinci nedeni, dünyaca ünlü bir ekonomistin ağzından dile getireceğim. Dünya Bankası eski Baş Ekonomisti ve IMF eski Başkan Yardımcısı Anne Krueger, “Erdoğanizm Türkiye’yi Batırdı” başlıklı bir makale yazdı. Krueger makalesinde, “Türkiye’nin derin bir ekonomik krizde olduğunu ve bunun tamamen Erdoğan tarafından uygulanan hatalı politikalarla yaratıldığını” açıkIıyor. “Erdoğan’ın ekonomi teorilerinin Türkiye’yi karanlığa sürüklediğini vurguluyor. Krueger, “Erdoğan, teorilerini ısrarla uygulamayı sürdürürse Türkiye ekonomisinin görünümü daha da kararacak” diyor. Burada hemen belirteyim. Krueger, ülkemize dostane gözlerle bakmış olan bir kişidir. 2005’te IMF Başkan Yardımcısı iken yaptığı konuşmalarda, Türkiye’nin uyguladığı politikayı övmüş ve dünyaya örnek göstermişti.  

Bu politikalar devam ederse Türkiye’nin risk primi artar


(UD): Sözlerinizden, kurun yükselmesine yol açan ikinci neden Erdoğan faktörüdür demek istediğiniz anlaşılıyor.

(ŞE): Evet, bu kesin!... Erdoğan’ın, yerleşmiş ve denenmiş iktisat kurallarının inatla ve gafletle tam tersine hareket etmesi, kurun, enflasyonun ve faizlerin aşırı yükselmeler kaydederek ekonomimizi Anne Krueger’in ifadesiyle “batırdığı” bir gerçek. Arnavutluk yolculuğunda, gazetecilere teorisini önümüzdeki dönemde kademeli bir şekilde uygulamaya devam edeceğini söylemesi, iktidara olan güveni daha da sarsarak ülke risk priminin artmasına yol açacak.

(UD): Peki size göre iktidar kuru kontrol etmek ve düze çıkmak için ne yapmalı?

(ŞE): Sorunun kaynağına inmek lazım... Döviz kurunu ülke ekonomi politikasına uygun ve istikrarlı optimal bir düzeyde tutabilmek için öncelikli faktör, bir ekonomik reform planı çerçevesinde üretimi ve ihracatı artırarak Türkiye’ye ihtiyacı olan döviz akımını sağlamaktır. Bunun başka yolu yoktur.

(UD): Cumhurbaşkanı, gazetecilere, “2022 bizim en parlak yılımız olacak, İnşallah. 2023’e de zaten böyle gireceğiz” diyor. Bir yurtsever olarak ben de bu sözlerinin gerçekleşmesini canı yürekten diliyorum.

(ŞE): Cumhurbaşkanı’nın bu hedefi nasıl gerçekleştirileceğini de tutarlı ve inandırıcı bir şekilde ortaya koyması lazım. Bunu yapabilmiş değil. Önce, Çin modelinden söz etti. Bu söylem içerde ve dışarda ciddiye alınmayınca, Yeni Ekonomik Model (YEM) ortaya atıldı. Yalnız YEM’in detaylı içeriği ortada yok. Fakat bu konuda yapılan açıklamalardan YEM’in yapısının iki temel unsura dayandığını biliyoruz. Bunlardan birincisi, faizin düşük olması. Düşük faiz sayesinde ülkede yatırım ve ihracat için üretim arttırılacak. İkinci unsur ise rekabetçi kur düzeyi. Bu suretle dünya piyasalarında ihraç mallarımıza avantaj sağlanacak...

(UD): Peki, “Yeni Ekonomi Modeli”nin uygulanması için atılmış somut bir adım var mı?

(ŞE): Hayır yok... Ama içler acısı bir durum var!... Cumhurbaşkanı’nın malum tezinin uygulanması nedeniyle, faizler azalacak yerde aşırı yükselmeler kaydetmiş durumda. 2021 Eylül’ünde yüzde 22’lerde olan kredi faizi, şimdi yüzde 35-40’lara yükselmiş bulunuyor... Yatırımı ve üretimi boğucu bir oran bu!..

(UD): Gelelim “Yeni Ekonomi Modeli”nin diğer bacağına...

(ŞE): İkinci bacak olan rekabetçi kur unsuru da, yüksek enflasyon nedeniyle rekabetçi niteliğini kaybetmiş durumda. TÜİK tarafından açıklanan Yurt Dışı Üretici Fiyat Endeksinin (YD-ÜFE) oranı yüzde 87,64. Yani, 2020 yılı sonunda ihracata konu olan bir malın üretim maliyeti 1000 TL ise, 2021 yılı sonunda maliyetin 1876.40 TL’ye yükseldiği anlamına geliyor. Bu fahiş bir artış... Buna mukabil, ayni dönemde kurun artış oranı olan yüzde 75.80 olmuş. Kur artışı, YD-ÜFE’nin artış oranın altında kalıyor. Bu durum, Türkiye’nin ihracattaki kur avantajını tamamen yitirdiği, hatta bunun dezavantaja dönüştüğü sonucunu doğuruyor. Profesör Esfender Korkmaz, Yeniçağ’daki (23 Ocak) “Rekabetçi Kurun  Altyapısı Çöktü” başlıklı makalesinde bu konunun ince hesabını yapmış... Sonuç olarak YEM, bu haliyle, Cumhurbaşkanı’nın söylediklerinin aksine ülkemize karanlık günler vaat ediyor.

DÜZE ÇIKMAK İÇİN EKONOMİ BİLİMİNİN ÖNGÖRDÜĞÜ REFORMLAR VE GÜVEN ORTAMI GEREKİYOR

(UD): Peki Türkiye bu badireden nasıl kurtulacak? Nasıl düze çıkacağız? Çözüm ne?

(ŞE): Ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için, yarı ölü tarımı canlandırmak, imalat sanayisini aşırı ölçüde dış girdiye bağımlı olmaktan çıkarmak ve ihracat kompozisyonunda yüksek teknolojili mallar oranını yükseltmek lazım. Bunun için etkili bir tarım reformu ile sanayi yatırımlarına ve eğitim devrimine muhtacız. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi de, ancak ülkede istikrar ve güven ortamını sağlayacak, güçlü demokratik kurumlara ve temel hak ve özgürlüklere dayalı anayasal düzenin kurulmasıyla mümkün. Umutlarımızı önümüzdeki seçimden böyle kurumsal özgürlükçü ve devlet yönetiminde liyakati öne çıkaracak bir düzenin çıkmasına bağladık.