Yetmişli yılların başları...

İstanbul-Ayazpaşa’da iki katlı bir ev...

Görkemli merdiveninin başında ev sahibesi, misafiri genç kızla vedalaşıyor.

Kırmızı halı kaplı merdivenin oymalı trabzan başından destek alan kadın, saygıyla elini öpen genç kızın elini -nedense- uzun bir süre bırakmıyor.

Genç kız soruyor; “Efendim, yarın Ankara’ya gidiyorum. Bir arzunuz var mı?..”

Yorgun, hüzünlü ve oldukça düşünceli olduğu gözlenen ev sahibesi hiç düşünmeden şunları söylüyor;

“Yıllardır gerçekleştirmek istediğim bir şey var. Bir çiçekçiden tek bir kırmızı gül alın, onu Anıtkabir’e götürün ve bunu Mustafa Kemal’in mübarek kabrinde ayak ucuna bırakın. O kimden geldiğini anlar...” 

★★★

Misafir gazeteci Jale Tulga’dır.

Ankara’ya dönüşünün ertesi günü erkenden kalıp, aldığı kırmızı gülle Anıtkabir’in yolunu tutar.

Merdivenleri çıkarken büyük bir kalabalıkla karşılaşır.

Topluluğun önünde yüzlerce çelenk taşınıyordur.

Bir an panikler, kalabalıktan. “Ya içeri giremezsem” diye düşünür.

Sonra ilk gördüğü bir subaya kalabalığın nedeni sorar ürkek ürkek.

Subay tebessümle fısıldar; “Sayın Cumhurbaşkanımızın ziyaretleri var...”

Gazeteci, kalabalığa karışıp Büyük Önder’in huzuruna kadar gelir.

Gülü -söz verdiği gibi- ayakucuna bırakır.

Ardından da saygı duruşunda bulunur.

★★★

O gece, kırmızı gülün akıbetini düşünüp bir türlü uyuyamaz.

Öyle ya, yüzlerce çelenk bırakılmıştır üstüne.

“Biri alıp başka bir tarafa atmış olabilir mi?” diye düşünür.

“En iyisi yarın giderim bakarım” der, kendi kendine...

★★★

Ertesi sabah yine erkenden kalkar.

İçi içine sığmıyordur.

Hemen bir taksiye atlayıp Rasattepe’nin yolunu tutar.

Anıtkabir’de kimse yoktur.

Kapının önünde bir gün önce gelen çelenklere bakar. Aklına Anıtkabir’de geceleri içeride çiçek bırakılmadığı gelir.

“Çelenkler çıkarıldıysa, kırmızı güle ne olmuştur?” sorusu takılır zihnine.

Seri adımlarla Ata’nın huzuruna çıkar.

Ama o da ne?

Gül bıraktığı yerde aynen duruyordur!..

Gözlerinden birkaç damla yaş süzülür.

Yine usulca içinden “Çok Teşekkürler Atam. Kabul ettiğin için. Artık İstanbul’a götürecek güzel bir haberim var” diye mırıldanır.

★★★

Peki Mustafa Kemal’e o kırmızı gülü kim göndermiştir?

Kimdir bu çok anlamlı jestin sahibi?

Latife Uşaki. 

Latife Uşaklı. 

Latife Hanım’dır...

O; Türk kadınlarının çağdaş dünya kadınları düzeyine ulaşması yolunda Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatılan harekette eşine katkısı asla yadsınmayacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı eşidir! Kuvayı Milliyeci, yiğit bir kadındır.

Bu öyküyü Nezihe Araz “Mustafa Kemal’le 1000 Gün” kitabında anlatır.

★★★

Bugün neden sözünü ettiğime gelince.

İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimimi aldıktan sonra değerli hocalarımdan, basın şehidi Abdi İpekçi’nin “Uğur, sizin sınıftan üç gazeteci çıkacaksa, biri mutlaka sen olacaksın” demesinden cesaretlenerek, Hürriyet Gazetesi’ne başvurdum. Rahmetli Tahsin Öztin’in yanına çıkardılar. Mülakat sırasında  “Eğer Atatürk’ün eşi Latife Hanım’la röportaj yapmayı başarırsan seni Hürriyet’e alırım” dedi. “Ama bildiğim kadarıyla kimseyle konuşmuyor” diyerek itiraz etmeye kalkınca “Zaten konuşmuş olsa, senden zoru başarmanı istemezdim” diye cevapladı.

★★★

Bunun üzerine oturduğu evi buldum. Görüşebilmek için her türlü girişimi yaptım. Durumumu anlatan notlar ilettim. Hatta belki alış verişe çıkar, ayaküstü konuşurum ümidiyle binanın yakınlarında günlerce nöbet tuttum. Sadece bir akşam üzeri pencerede görünüp el salladı ve kırmızı bir karanfil attı.

Ölünceye kadar da hiçbir gazeteciyle konuşmadı.

Latif Hanım 1975 yılında, göğüs kanserinden vefat ettiğinde 77  yaşındaydı.

★★★

Ne zaman bir kırmızı gül görsem, onun Ata’ya gönderdiği gülü hatırlarım.

Kırmızı karanfil gördüğümde de penceresinden bana attığı o karanfili...

Çok değerli bir aydınımızdı. Cumhuriyet sevdalısıydı.

Nurlar içinde yatsın, mekanı cennet olsun...