Modern gazeteciliğin babası sayılan İngiliz medya patronu Lord Northcliff,  “Güç odaklarının toplumdan gizlemeye çalıştıkları şey haber, gerisi reklamdır!” der.

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, güç odaklarının gerçeği örtbas ederken kullandıkları örtüyü kaldırıp, altında gizlenene ayna tutma görevini soruşturmacı gazeteciler üstlenirler.

Bu da hiç kolay değildir. Hatta çok tehlikelidir.

Gazetecinin örtüye uzanan elleri çeşitli yöntemlerle uzaklaştırılmaya çalışılır. Israr ederse parmakları kırılır! Yine de toplumun gerçekleri öğrenme hakkına hizmetten vazgeçmezse, ölümle tehdit edilir, olmadı infaz edilir ya da cezaevine atılır.

★★★

Geçmişte...

Sert mizaçlı ve hoşgörüsüz bir komutan olan merhum Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, haberlerim nedeniyle beni Divan-ı Harbe vermekle tehdit etmiş, sonunda da Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti.

★★★

Suçlamanın konusu çok üzücüydü. O yıllarda terör örgütü PKK, kaçakçılığı önlemek amacıyla çukur alanlara yapılan, ayrıca halı saha gibi ışıklandırılarak açık hedef haline getirilen barakamsı hudut karakollarına sık sık baskınlar düzenliyordu. Hainler Kandil’den geliyor, çevredeki yalçın kayalıklardan yağdırdıkları roketlerle karakollarda görev yapan Mehmetçikleri şehit ettikten sonra, rahatça inlerine dönüyorlardı! Yürek yakan bu gerçeği ekranda dile getirip, karakolların konumlarının acilen değiştirilmeleri ve daha sağlam inşa edilerek çevrelerinde güvenlik önlemleri alınması gerektiğini söylediğim için, Doğan Güreş’in isteğiyle Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edildim. (Nitekim daha sonra kalekollar yapıldı, sözünü ettiğim tüm önlemler alındı ve hainler baskına gelirken, baskına uğratıldı...)

★★★

Yargılandığım Bakırköy 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanı ifademi aldıktan sonra, beni sanık sandalyesi yerine, avukatımın yanına oturttu. Onurlandırdığı bu davranışın ardından savcının basın özgürlüğünü ve hukukun üstünlüğünü savunan muhteşem mütalaası geldi ve daha ilk celsede beraat ettim...

★★★

Bizim gibi demokrasisi kökleşmemiş ülkelerde yargılanmak, soruşturmacı gazetecilerin adeta kaderidir.

Ben de birçok kez hakim önüne çıktım.

Ama hayatımda iki mahkemede yaşadıklarımdan çok etkilendim.

İlki Bakırköy 1.Ağır Ceza Mahkemesi, diğeri ise önceki gün yargılandığım Beykoz 2.Asliye Ceza Mahkemesi’nde gerçekleşti.

★★★

“Sedat Peker”in tweetlerindeki iddialar araştırılsın, hakikat adına ona teşekkür borcumuz var” dediğim için “Suçu ve suçluyu övmekten” yargılandığım davanın ilk duruşması saat 14.30’da başlayacaktı.

Değerli avukatlarım Celal Ülgen, İsmail Yılmaz, Fahri Emeksiz, Ziya İlker Göktaş ve Fenerbahçeli Avukatlar Derneği’nden İsmail Tepecik, Barış Tepecik, Burak Yeni ve Yusuf Can Delipınar ile, salonun açılmasını beklerken yanımızdan adeta “Ben hukukun üstünlüğünün temsilcisiyim” dercesine, şık giyimli, yüz ifadesi özgüven dolu biri geçti. Kapılar açılınca o kişinin duruşma savcısı olduğunu gördüm. Genç yaşına karşın dosyaya hakimiyeti hemen anlaşılan yargıç duruşmayı başlattı ve ben, dünkü SÖZCÜ’de okuduğunuz kısa ama basın tarihinde yeri olacağına inandığım özlü savunmamı yaparak üzerime atılı suçu kabul etmediğimi belirttim. Sonra başta Celal Bey olmak üzere avukatlarım da sırayla savunmalarını yaptılar...

★★★

Ve sözü savcı aldı.

Hukuk fakültelerinde ders olarak okutulması gerektiğine inandığım, hukukun üstünlüğü ve düşünce özgürlüğüne vurgu yaptığı, gerek yüksek yargımızın, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına atıfta bulunduğu muhteşem mütalaasını yazdırırken, bir an için günümüz Türkiye’sinde bunun gerçek olamayacağını, rüya gördüğümü düşünüp bacağıma çimdik attım.

Oysa yaşadıklarımız gerçekti.

Beykoz adliyesinde hukukun üstünlüğüne inanmış, varlıklarından onur duyduğumuz değerli hakim ve savcılar vardı.

Böylece ilk celsede beraat ettim, onlara ve avukatlarıma teşekkür ederek “Yaşasın adalet” dedim.