Zakar Tarver, asıl adı Rupen Zakar Zakaryan’dı, soyadı kanunu çıkınca Zakar Tarver adını almıştı, Türkiye’nin ilk radyologlarından biriydi, Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nin başhekimiydi, Ermeni kökenli milletvekilimizdi, Yassıada’da öldü, kalp krizi denildi, ama aslında feci şekilde dövülmüştü, dayaktan bir hafta sonra vefat etti.

Yusuf Salman, Musevi kökenli milletvekilimizdi, Yassıada’da öldü.

Lütfi Kırdar, İstanbul valisiydi, sağlık bakanıydı, Yassıada’da duruşma sırasında kalp krizi geçirerek vefat etti.

Lütfü Şaylan, yüksek denetleme kurulu üyesiydi, Yassıada’da öldü.

Gazi Yiğitbaşı, İstiklal Madalyalı milletvekiliydi, Yassıada’da öldü.

Nuri Yamut, genelkurmay başkanıydı, Yassıada’da öldü.

Yümnü Üresin, İstiklal Madalyalı ulaştırma bakanıydı, Yassıada’da öldü.

Kenan Yılmaz, milli savunma bakanıydı, Yassıada’da öldü.

Faruk Oktay, İstanbul emniyet müdürüydü, Yassıada’da öldü.

Namık Gedik, içişleri bakanıydı, Yassıada’ya getirilmeden önce Harp Okulu’nun penceresinden atlayarak intihar etti dediler, elbette pencereden atarak öldürdüklerini herkes biliyor.

Cemil Keleşoğlu, Konya valisiydi, kesin mahkum olacak, maaşı kesilecek, eşi ve çocukları maddi açıdan perişan olacaktı, eşinin alacağı maaşı kurtarmanın tek çaresi mahkum olmamaktı, duruşmalar başlamadan ölmem lazım diye düşündü, Yassıada’da nereden bulduğu anlaşılamayan bir jiletle bileklerini kesti, kan gölünde yatarken bulduklarında iş işten geçmişti.



Geceyarısı düdükler çaldı, yataklarından kaldırdılar, giyinin diye emrettiler, sanıkların hepsi idama götürüldüklerini düşündüler, birbirlerine sarıldılar helalleştiler, elleri kelepçeli halde iskeleye çıkarıldılar, iskele dev spotlarla aydınlatılmıştı, Ordu Foto Film Merkezi çekim yapmaya başladı, rol yapmaları istendi, Yassıada’ya ilk geldikleri saatleri canlandırmaları isteniyordu, “işkence görüyorlar” iddialarını yalanlamak için görüntüleniyorlardı, yemek yerken, kantinden alışveriş yaparken, yürüyüş yaparlarken, kitap okurlarken filme alındılar, güya Yassıada’da rahatları çok yerindeydi, bu zoraki film “Düşükler Yassıada’da” adıyla sinemalarda gösterildi, filmin seslendirmesinde “gençliğin celladı” gibi, “haraççıbaşı” gibi, “kumar, eroin, cinayet kollektif şirketi” gibi sıfatlar kullanılıyordu.

Bu filmde uzuuun uzun gösterilenlerin başında Celal Bayar geliyordu.

“Bize Yeşilçam artistleri gibi film çevirttiler, reva mı bu” diyordu.

Galip Hoca takma adıyla Ege dağlarında efeleri örgütleyen milli mücadele kahramanı Celal Bayar’ın onuru kırılmıştı.

Kağıt kalem aldı, “Aileme” diye başlayan bir not yazdı.

“Aileme... Bayar adından utanmayınız, Bayar adını hiçbir zaman kirletmedim, kirletmem, onunla iftihar edeceğiniz günler yakındır.”

Yıkanmak için gardiyandan izin istedi.

Hamama girdi.

Kemerini, boğazını tamamen kavrayacak şekilde ayarladı, boynuna geçirdi, olanca gücüyle sıkmaya başladı.

Hırıltıları duyunca içeri dalan nöbetçi subay, gözlerine inanamadı, Celal Bayar’ın yüzü mosmor olmuştu, kulağından kan geliyordu.

77 yaşındaki cumhurbaşkanı, ölümden saniyelerle dönmüştü.



Adnan Menderes, 2.80’e 3 metrelik odada tek başınaydı.

Dünyayla tek ilişkisi, ailesinden gelen mektuplardı.

Mektupları özellikle geciktiriliyordu.

Manevi işkence metoduydu.

Son mektubu oğlu yazmıştı.

“Çok kıymetli babacığım... Oturduğumuz apartmana üzülmeyiniz, alıştık, postanenin karşısında, gül bahçesi yanımızda, üstelik vasıtalara da yakın, bize yetiyor, siz müsterih olun. Bizim her an düşüncemiz sizsiniz. Sıhhat ve selametle konuşmamıza dua ediyoruz. Çamaşır ve para ihtiyacınız varsa, hemen gönderelim.”

Aslında Adnan Menderes gayet iyi biliyordu ki, ne gönderecek paraları vardı, ne borçlarını ödeyebilecek paraları... İzmir’in köklü ailelerinden birinin kızı olan ve hayatı boyunca yokluk çekmemiş olan Berin hanım, ekonomik sıkıntılarla Yassıada’daki eşini üzmek istemiyordu, teselli mektupları yazıyor, moral vermeye çalışıyordu.

Bu duyguların çaresizliğinden bunalan Adnan Menderes, artık tahammül edemez hale gelmişti.

Uyuyamıyorum diyerek Yassıada doktorundan düzenli olarak uyku ilacı alıyordu ama, bunları içmiyor, biriktiriyordu.

Ceketinin iç cebinde saklıyordu.

Son bir sigara tüttürdü.

Hepsini yuttu.

Nöbetçi subay rutin kontrol için kapıyı açtığında, kendinde değildi.

Ağzından köpükler süzülüyordu.

Alarm verildi.

Midesi yıkandı.

Tam 17 saat sonra kendine gelebildi.

62 yaşındaki başbakan, ölümden saniyelerle dönmüştü.

Kendi canına kıymasına izin verilmemişti.

Ertesi gün idam edildi!



Behçet Kemal Çağlar’la birlikte Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini yazan efsane şairimiz Faruk Nafiz Çamlıbel, İstanbul milletvekiliydi, Yassıada’da tutukluydu.

Orada yaşadıklarını “Zindan Duvarları” adıyla kitaplaştırdı.

Bilmiyor gülmeyi, sakinlerinin binde biri / bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada / kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür / mavi gözde bir elem katresidir Yassıada.



Ve biliyorsunuz...

Yas’ı bile ranta çevirdiler.

Bu trajedilerin yaşandığı Yassıada’ya beş yıldızlı otel yaptılar!

Elem katresi’ndeki otelin adını “Katre Island” koydular!



Oteli güya TOBB yaptırmıştı.

Bir milyar lira civarında para dökülmüştü.

İşletemediler.

Ağır zarar ettiler.

Kamuya devrettiler.

Yani, milletin sırtına yıktılar.



Turizm Bakanlığı da işletemedi.

Ağır zarar etti.

Dün...

“Yerli ve yabancı” girişimciye tahsis etmek üzere resmi ilan verdiler.

İhale mihale yapılmayacak.

Turizm bakanlığı kime isterse, ona verecek.



Mavi gözde bir elem katresi, sahibinden satılık yani!



(Demokrasi tarihimizin “elem katresi” Yassıada’yı beton yığınına çeviren rant projesi, Akp Samsun milletvekili Çiğdem Karaaslan’a ait... Akp genel başkan yardımcısı olan Çiğdem Karaaslan’ın, kendisi gibi mimar olan eşiyle ortak mimarlık şirketi var. Bu şirketin, sayın hükümetimizden ciddi sayıda mega proje aldığı biliniyor.)



(Tatlı bir tesadüf de var...

Yassıada’daki beş yıldızlı Katre Island otelinin tahsis duyurusu yapılmadan sadece bir gün önce, gazeteci Erk Acarer duyuru yaptı.

Erk Acarer’in duyurusuna göre, Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve kızkardeşi Zehra Taşkesenlioğlu’nu meşhur eden Sedat Peker, pek yakında Çiğdem Karaaslan ve eşini meşhur edecek.)



(Erk Acarer’in duyurularında yanıldığını hiç görmedim, merakla bekliyoruz ama, benim şu an dikkat çekmek istediğim nokta başka...)



Katre Island oteline geldiğimizde, Adnan Menderes’in ağzından köpükler süzülerek komaya girdiği odasında mı kalacağız mesela?

Celal Bayar’ın kemeriyle kendini asmaya çalıştığı, can verirken boğuk hırıltılar çıkardığı saunasında mı ter atacağız, Katre Island’ın?

Evlatlarına üç beş kuruş maaş kalsın diye, Cemil Keleşoğlu’nun jiletle bileklerini kestiği oda, manzaralı mı?

Zakar Tarver’in dövülerek öldürüldüğü oda, suit mi yoksa?

Düşükler Yassıada’da filmindeki gibi, açık büfe mi var Katre Island’ta?

Elem, keder, kahır, ıstırap, hüzün... All inclusive mi?



Yassıada’nın aslında umurlarında bile olmadığını, duygu sömürüsünden başka niyetleri olmadığını, trajediler üzerinden oy devşirmeye çalıştıklarını, kuşların hicran getirdiği, dalgaların hüsran götürdüğü, mavi gözde bir elem katresi’ni bile parayı bastırana sattıklarını... Sayın ahalimiz, artık nihayet görüyor mu acaba?



Katar’a verin kardeşim Yassıada’yı.

Harf değiştirsinler...…

Katar Island yapsınlar, Katre Island’ı!