Her cuma bir ayet sallıyorum, bakara makara denmişti... İşte o Bakara Suresi’nin 83. ayeti şöyle...

“İnsanlara güzel söz söyleyiniz!”

Dalai Lama, dünyaya geliş amacımızın dünyayı iyileştirmek, insanları incitmemenin en basit yolunun da davranışlarımıza daha fazla nezaket katmak olduğunu söyler.

Nezaketin kökeni insan ruhundadır!

Mark Twain’in dediği doğrudur; nezaket öyle bir dildir ki onu sağır olan da duyar, kör olan da görür!

Bu konuyu inceleyen uzmanların değerlendirmeleri ise çarpıcı...

Nezaketsizlik çıkarlarla ilgiliymiş! İnsanlar çıkarları için kabalaşıyormuş. Sadece kendisini düşündüğü için sıranın önüne geçen, trafikte kurnaz, arsız davrananların davranışları olayı gayet güzel anlatırmış.

Bu yüzden nezaket; bencillik, kurnazlık yapmamak, anlayışsız olmamak, çıkar peşinde koşmamakmış.

Nezaket, ruhsal donanımla ilgiliymiş.

İnsanın insana verdiği değerin göstergesiymiş. Kendini önemli, karşısındakileri önemsiz sayan bir insan ne yaparsa yapsın hoyratlığını, kabalığını, küstahlığını gizleyemezmiş!

***

Nezaket şöyle bir şey bence...

1933 yılında Yugoslav Kralı Alexandre ve Kraliçe Mari Türkiye’ye geldi. Atatürk ve Kral uzun uzun sohbet ettiler. Bir ara Kral şöyle dedi: “Size bir gerçeği itiraf etmem gerekiyor. 1919’da İngilizler İzmir ve Anadolu’nun işgalini Yunanlılardan önce bize teklif ettiler. Ben reddettim. Sizi tanıdıktan sonra, kararımın doğruluğunu bir kere daha anladım!”

Kral, bir teşekkür bekleyerek sustu.

Atatürk’ün yanıtı kısacıktı: Geçmiş olsun majesteleri, iyi kurtulmuşsunuz!

***

İzmir’deydik henüz, Yeni Asır yılları. Bülent Ecevit’le söyleşi yapmak için randevu almaya niyetlendim. Niyetlendim diyorum, çömez bir muhabire Ecevit’in evet demeyeceğine adım gibi emindim. Tamam demiş ama!

Randevu günü Ankara’da, bekleme odasındayım. Az sonra sekreteri geldi, buyurun dedi. Kocaman odada kocaman bir toplantı masasının ucunda oturuyordu, ayağa kalktı ben ona doğru giderken o da bana doğru geldi. Buyur etti oturdum, o da! Nasılsınız demeden daha, ‘ne içersiniz’ diye sordu. Çayı çok sevdiğini bilirim, ben de severim; ‘çay lütfen’ dedim. Sekreteri çıktı, biz havadan sudan konuşurken çaylar geldi.

Sorularımı sorup yanıtları almaya başladım. Fakat elini çaya uzatmıyordu. O içse ben de içeceğim! Söyleşi bir saat kadar sürdü, bitti, çaya dokunmadı, tabi ben de... Teşekkür ettim, kapıya kadar uğurladı.

Sekreteri buyur etti bu kez, bir kahve falan deyince sordum: “Bülent Bey çayı çok sever diye duymuştum. Fakat içeride bir yudum bile içmedi.” Hiç düşünmeden yanıt verdi: “Siz içmemişsinizdir mutlaka! Konuğu bardağa elini uzatmazsa Bülent Bey de uzatmaz! Siz içmeyince o da içmemiş!”

Bir zamanlar memlekette böyle nazik politikacılar da vardı, ucundan yetiştik!

***

Microsoft ‘Dijital Nezaket Araştırması’ yapıyor dünyada. Türkiye ile ilgili bir bulgu dikkat çekici. Dijital platformlardaki nezaketsizliklerden en fazla şikayet eden grup 13-17 yaş arasındaki gençlermiş. Yani, Z Kuşağı’nın ilk seçimde oy veremeyecek bölümü!

Üstelik çözümü de bulmuşlar! Nezaketsizlik yapanları anında engelliyorlarmış...

Trafikten kaldırımda yürümeye, yönetenden yönetilene, siyasetten aile içi geçime bizde nezaket örneğinin bini bir para!

Mesela, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı şunu dedi: “9 yıl önce ağaç bahanesi ile çakılan kıvılcım bir anda kalkışmaya dönüştü. Bu eşkıyalar, bu teröristler adeta camilerin içini pisletti. Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük!”

13-17 yaşındaki gençleri örnek alıp televizyonu kapatmak yetse keşke... Duymaktan bıkıp usandığımız bu nezaketten(!) kurtulmak mümkün değil!

***

Bakara Suresi ile başladık, Hz. Muhammed’in sözü ile bitirelim.

Buhari’nin aktardığına göre Hz. Muhammed şöyle sesleniyor insanlığa: “Muhakkak ki bir kısım sözler, sihir gibidir!

İşte o sihir, nezakettir! Ve memleketimizde maalesef kaybolmuştur...