Theo ve Niko... Osmanlı yurttaşı iki Rum genciydi. Mustafa Kemal’in Çankaya’daki bağ evinden hallice evine marangoz olarak gittiklerinde hem Atatürk hem de kısa süre önce evlenip İzmir’den Ankara’ya gelen Latife Hanım ile karşılaştılar.

Karşılaşmakla da kalmadılar, Atatürk’ten kulaklara küpe ‘ders’ bile aldılar!

***

Yunanistan’ın meşhur televizyoncusu Freddy Germanos programına konuk ettiği tekerlekli sandalyesinde oturan yaşlı adama, Theo’ya sordu: Mustafa Kemal ile karşılaşmanız nasıl oldu?

- Mustafa Kemal’in evi için iki marangoz istenmiş. Biz de marangozduk, beni ve Niko’yu bulup götürdüler. Ankara’ya 6 kilometre uzaklıkta bir yerdeydi ev. Orada karşılaştık...

“Nerelisiniz” diye sordu, söyledik. Bunun üzerine, “Bizim hiçbir suçumuz yok, suç tamamen sizin” dedi!

Sonra bana döndü, “Beyefendi, Yunan tarihini biliyor musunuz” diye sordu. Biliyorum deyince yeni sorular yöneltti: “Diako, Kolokotroni’yi, Karaiskaki’yi, özgürlük mücadelenizde İbrahim’e ne olduğunu da biliyor musun peki?” (Yunanlılar’a bağımsızlığın yolunu açan 1827’de Navarin’de hezimete uğrayan Osmanlı Donanması’nın komutanı İbrahim Paşa)

Evet dedim, okulda öğrendiğimiz şeyler bunlar!

Peki, Türk tarihini biliyor musun diye sordu bana. Cevap veremeyince, “Bilmiyorsun değil mi” diyerek devam etti: Doğduğun ve yaşadığın burası ve toprağın tarihini bilmiyorsun ama Yunanistan’ın tarihini biliyorsun tabii! Kocaman kiliseleriniz vardı sizin. Ve istavrozlar minarelerimizden yüksekti! Bize, Türkler’e hakaretti bu... Okullarınızda müzik derslerinde hangi şarkıları söylüyordunuz peki? Türkleri kesin, Türkler’i öldürün, Türkler’e merhamet göstermeyin değil mi?

- Programın sunucusu hayretle araya girdi, “Böyle miydi gerçekten” dedi...

Theo, evet aynen böyleydi deyip anlatmaya devam etti: Atatürk bana, “Bella Vista caddesindeki Apergis Tiyatrosu’nu (İzmir’de yakılan bölgede ünlü bir cadde, meydan ve oradaki tiyatro) hatırlıyor musun? Bu tiyatroda sürekli Kolokotroni, Karaiskaki, Athannasio Diyako ve diğer Yunan kahramanlarının oyunları oynanırdı değil mi” diye sordu bu defa.

- Bir kez daha hayretle araya girdi sunucu: “Kemal, bu şeyleri de biliyor muydu gerçekten? Yunan gündemini nasıl bu kadar iyi bilebilir ki?”

Yaşlı adam, “Biliyordu... Söyledim ya size Selanikliydi işte” dedikten sonra sürdürdü konuşmasını:

Athanasios Diakos (bir Osmanlı paşasını öldürüp kaçan çete kuran isyancı) için dinini değiştirmek istediler diye öğretildi değil mi sizlere. Türklere her türlü laf söyleniyor, hakaretler yağdırıyordunuz. Bu şekilde konuşurken nerede olduğunuzu zannediyordunuz? Türk topraklarında bu oyunlar gösterilirken tiyatro yerel Yunan kıyafetleri giymiş insanlarla bembeyazdı! Yunan silahlarıyla, Yunan kılıçlarıyla doluydu tiyatro! Bütün bunlar yaşanırken biz hiçbir şeyi yasaklamadık size! İstediğini satın alabilenler Rumlardı, Yunanlılardı. Biz Türkler ise daima veren taraftık... Her zaman! Satın alıp duruyordunuz hep! Sürekli alıyordunuz ama hiçbir Türk satın alamıyordu! Hiçbir hakkımız yoktu bizim. Ticaret de ellerinizdeydi, hepsi sizindi.

Yunan Ordusu’na neden gönüllü oldunuz, neden arkadan vurdunuz bize, doğup büyüdüğünüz vatanınıza neden vurdunuz? Bunu yaparak kendi mezarınızı kazdınız. Dişlerinizin arasına bakılsa, hala Türk’ün dişlenmiş et parçaları bulunur...

Bu lafları söylerken çok sinirlendi Mustafa Kemal. Ateş gibiydi, yanıyordu adeta!

***

Theodoros Politis ve Nikos Kamilieris... İzmirli Rum ikisi de. Osmanlı yurttaşıyken İzmir'i işgal eden, Ankara’ya doğru saldıran Yunan Ordusu’na gönüllü oldular. Ölümden kurtulup, Türk askeri tarafından esir alındılar. Esirler arasında mesleği marangozluk olanlar aranıyordu, el kaldırdılar. Çankaya Köşkü olma yolundaki bağ evinin onarımında çalıştılar.

Politis, Atatürk’le 1923 yılındaki karşılaşmalarını 1976 yılında katıldığı televizyon programında böyle anlatmıştı...

Mustafa Kemal’in Yunanlı esir askerlere, “Satın alıp duruyordunuz hep! Sürekli alıyordunuz ama hiçbir Türk satın alamıyordu” demesinin, isyan edip bizzat görgü tanığı Yunanlı askerin dediğine göre ‘ateş gibi’ yanmasının üzerinden bir asır geçti.

Ve 2022... Durum şöyle.

Batı’daki sınırlarımızdan Yunanlılar ve daha düne kadar para kazanmak için bellerine, bacaklarına sardıkları bavullara doldurdukları etlerle Türkiye’ye koşan Bulgarlar akın akın geliyor. Deterjandan testereye, yağlı boyadan peynire, mandalinadan tuvalet kağıdına ne var ne yok, paket paket, çuval çuval alıp gidiyorlar.

Doğu’dan Iraklılar, İranlılar...

Son olarak Kuzey’den... Üstelik Kemalpaşa Sarp Sınır Kapısı’ndan akın akın Gürcüler geliyor, almaya!

Oysa kısa süre öncesine kadar Gürcüler için Türkiye iş kapısıydı, ekmekti... Binlercesi çay toplamaya geliyordu bize. Karadenizliler onlara ‘karınca’ diyordu! Karıncalar gibi kendi ağırlıklarından çok fazla yükle, para harcamamak için yiyecekleriyle geliyorlardı çünkü. Biriktirip yiyecek alabilsinler, okuyabilsinler diye ailelerine, çocuklarına gönderiyorlardı kazandıklarını. 2011’de 27 milyon, 2015’te 69 milyon, 2017 yılında 87 milyon dolar gönderdiler Türkiye’den Gürcistan’a!

Tersine döndü işler! Para kazanmak için Türkiye’ye koşan Gürcüler, paramız onların parası Lari karşısında (100 Lari 670 TL) harbiden pul olduğu için artık ‘para harcamaya’ geliyor memleketimize. Marketleri yağmalıyorlar adeta. Torba torba, çuval çuval alıyorlar!

Batıda, doğuda, kuzeyde, güneyde yaşayan biz Türkler ise ekonomist dünya liderimizin ve bulunmaz Hint kumaşı bakanlarının yönetimi sayesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün esir Yunan askerlerine verdiği unutulmaz dersteki gibiyiz...

Birilerinin larileriyle, dolarlarıyla, levalarıyla, eurolarıyla alıp alıp gitmesi iyi bir şey ama keşke Türkler de liralarıyla bir şeyler alabilse!