AK Parti Hür Dava Partisi’yle (HüdaPar) ittifak yapınca, HüdaPar ile Hizbullah terör örgütü arasındaki ilişki ve Hizbullah’ın geçmişteki katliamları konuşulmaya başlanmıştı.

Günlerdir, Hizbullah’ı bilen gazetecilerden, istihbaratçılardan ve emniyet mensuplarından, terör uzmanlarından örgütün 1990’lara damgasını vuran vahşi cinayetlerini dinliyoruz.

Merhum emniyet müdürü Gaffar Okkan ve beş polisin şehit edildiği saldırının, Konca Kuriş’in işkenceyle öldürülmesinin, Batman’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da satırlarla, domuz bağıyla ya da enseye sıkılan tek kurşunla, işlenen cinayetlerin detaylarını dinledikçe tüylerimiz diken diken oluyordu.

★★★

Buna rağmen, Cumhur İttifakı tabanı, Hizbullah’ın gerçek yüzünü, HüdaPar ile Hizbullah arasındaki ilişkiyi görmek yerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın HüdaPar için kullandığı “yerli ve milli” ifadesine dört elle sarılmayı seçiyordu.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakı’na katılmasını değerlendirirken işi iyice ileri götürüp YRP, AK Parti, MHP, BBP ve HüdaPar arasında öteden beri gelen bir “taban, gönül ve hafıza birlikteliği” olduğunu söylüyordu.

Erdoğan’ın her konuda olduğu gibi bu konuda da kendi kitlesini etkileme gücü o kadar yüksekti ki HüdaPar- Hizbullah ilişkisine ve Hizbullah’ın kanlı eylemlerine dair bütün detaylar Cumhur İttifakı’nın tabanındaki muhafazakâr ve milliyetçi seçmenlerin bir kulağından girip diğer kulağından çıktı.

MHP’den, BBP’den, AK Parti’den kimse de çıkıp, “hayır kardeşim bizim HüdaPar ile hiçbir gönül, hafıza ve taban birlikteliğimiz yoktur” demedi.

Erdoğan ve ekibi belki de bu sessizliğe güvenerek HüdaPar konusundaki eleştirileri hiç önemsemiyordu.

★★★

Ancak 90’lı yıllarda Hizbullah’ın en çok katliam yaptığı şehirlerden biri olan Batman’da öyle bir gelişme yaşandı ki günlerdir deneyimli gazetecilerin, terör uzmanlarının, istihbaratçıların, emniyetçilerin anlatmaya çalıştığı (ama anlaşılmakta başarısız olduğu) gerçekler, bütün çıplaklığıyla karşımızda vücut buldu.

Bir sokak röportajında kendisini “Hizbullahçı” diye tanımlayan İsmail Cevher Kasımoğlu, muhalefet liderlerini eleştirirken “Dine düşmandırlar. Nerede ekonomi kötü. Erdoğan’a dokunsalar var ya kafalarını keseceğim. Biz cihada hazırız” deyiverdi.

Adeta mensubu olduğu kitlenin (moda tabiriyle) “katkısız-organik” bakış açısını süzgeçten geçirmeden üzerimize kustu.

Gazetecilerin, istihbaratçıların, emniyetçilerin, terör uzmanlarının günlerce anlattığı, hatta içerdiği vahşet nedeniyle anlatırken zorlandığı gerçekleri, birkaç cümlede temize çekti ve en somut şekilde özetledi.

Bu sayede sadece muhalefet değil, ittifakın milliyetçi tabanı da Hizbullah konusundaki acı gerçeği en net şekilde gördü.

★★★

Tepkiler büyüyünce de Kasımoğlu göstermelik bir şekilde gözaltına aldırıldı. Deriden pahalı bir koltuğa oturtulup, kapalı bir ortamda sigara yakmasına müsaade edilip kendisine “özür videosu” çektirildi.

Kasımoğlu sol tarafından aldığı suflelerle şu açıklamayı yaptı:

“Benden önce konuşan şahıs devleti karaladı. Kimse tepki vermeyince ben de sinirlenip tepki verdim. Ben herhangi bir terör örgütüne mensup değilim. Bütün milletimizden özür diliyorum. Devletimi sevdiğim için tepki verdim. Kelle melle olayı da sinirden olmuştur.”

Kasımoğlu’nun ilk videodaki “kafa kesme” eylemini düzelteceğim derken “kelle melle olayı” ifadesini kullanması sizin de dikkatinizi çekti mi?

Kelle alma, kafa kesmenin bilinç altındaki tezahürü olsa gerek.

Lafı dolandırmaya gerek yok.

Erdoğan, yeniden cumhurbaşkanı olmak için bu “pervasız kellecinin” de oyunu almak zorunda. Haliyle O’ndan ve benzerlerinden medet umuyor.

Kimse kendini kandırmasın:

HüdaPar’la ittifakın arkasında da “gönül, taban ve hafıza birlikteliği” değil, oy hesabı var.