Günlerdir iki şeye yoğunlaşmıştım:

Siyasetteki seçim atmosferi ve ülkenin ekonomik durumu.

- Seçim atmosferi malum:

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yüzde 42’yi yüzde 50 artı 1 yapmak için uğraşıyor. Bu da ancak 4 milyon insanı kendisine oy vermeye ikna etmesinden geçiyor.

O da öyle kolay değil.

Vaatte bulunmak çılgın projeler açıklamak artık işe yaramıyor:

“21 yıldır iktidardasınız, bütün yetki ve güç sizde. Elinizi tutan mı var? Yapın gitsin” deyiveriyorlar.

“Deprem konutlarını bir yılda yapacağız” diyor.

“Önce insanların geçici barınma sorunlarını çözün, kahvaltılık ve içme suyu bulun” diyorlar.

(Hal böyle olunca onlar da en büyük silahlarına sarılıyor: Dini duyguların istismarı.)

Seçim kürsülerine seccade çıkarıyorlar.

Gelin görün ki o da işe yaramıyor. Cami halılarının üzerinde ayakkabıyla olduğu fotoğraflar sosyal medyada yayılıyor. Muhafazakarlığı tartışma konusu olmayan kanaat önderleri bunu yaptığı için kendisini eleştiriyor. Seccade üzerinden propaganda yaptıkları için kendi camialarında dahi ayıplanıyorlar.

TOGG’la poz veriyor.

Enflasyon altında ezilen vatandaş “Hayırlı olsun, gurur duyduk ama biz o arabayı almak bir yana 30 bin lira olan vergisini ödeyemeyiz” diye haykırıyor.

Rakibini “HDP kartı” ile vurmaya çalışıyor.

“Önce ittifak ortağınız HÜDA PAR’ın kökenindeki Hizbullah’ın kanlı cinayetlerini anlatın” karşılığını alıyor.

Daha neler neler?

- Ekonomik durum da malum:

Bir kilo kuru soğan 25 lira. “Yiğit muhtaç olmuş kara soğana” diye özetleyip, hiçbir şey eklemesem yeridir.

★★★

İşte bu gündem içinde dolanıp dururken ilginç bir açıklamaya rastladım.

Bağcılar Ülkü Ocakları Şubesi’ni ziyaretinde şöyle diyordu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan:

“(ABD Başkanı Joe) Biden’ın buradaki büyükelçisi ne yapıyor? Gidiyor Bay Kemal’i ziyaret ediyor. Ayıptır, azıcık kafanı çalıştır. Sen büyükelçisin. Senin buradaki muhatabın Cumhurbaşkanı’dır. Sen bundan sonra hangi yüzle Cumhurbaşkanı’ndan randevu isteyeceksin? Bizim kapılan kapandı ona, bir daha göremezsin. Niye? Haddini bileceksin. Büyükelçi olarak görevini bileceksin. Bir büyükelçi nasıl çalışır, bunu öğreneceksin. Bunu öğrenmediğin takdirde bu kapı öyle yol geçen hanı değil, giremezsin.”

Bu sözleri dinlerken güleyim mi ağlayalım mı bilemedim.

Her şeyden önce acayip “kıskançlık” içeriyor bu sözler.

Diplomatlar görev yaptıkları ülkelerde sadece iktidardaki siyasetçilerle değil muhalefetteki siyasi partilerle de temas kurarlar. Demokratik ülkelerde bu sıradan bir durumdur ve kimse bu görüşmelerden gocunmaz.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süre iktidarda kalmış siyasi liderinin, Ankara’daki ABD Büyükelçisi, kendisini değil CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etti diye böyle “içli” ve “abartılı” bir konuşma yapması beni gerçekten şaşırttı.

Ne yalan söyleyeyim, biraz da komik geldi.

Yapılması gereken en doğru şey, o görüşmeyi not edip görmezden gelmekken Erdoğan’ın bu kadar içli ve abartılı tepki göstermesinin nedeni ne olabilir ki?

★★★

Belki bu görüşmeden bir propaganda konusu çıkarmaya hazırlanıyordur. Yakında her çıktığı kürsüde seccade bölümünden sonra “Bakın rakibimi dış güçler destekliyor” derse şaşırmayın.

★★★

- Belki bu görüşmeyi fazla ciddiye almasının nedeni kendi siyasi geçmişindeki bazı anılarıdır. O anılardan yola çıkarak, “ABD Büyükelçisi ziyaret ediyorsa, O’nun kazanacağına inanıyordur” diyordur.

(Hatırlayın lütfen: 15 Ekim 1996’da ABD’nin o zamanki Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz’le görüştükten sonra kendisinin siyasi yol haritasında ciddi bir değişiklik olmuş, siyasette yerelden ulusala geçmesini sağlayan gelişmeler yaşanmıştı.

Aynı şekilde yeni kurdukları AK Parti, yol arkadaşı Abdullah Gül 23 Temmuz 2001 günü İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi David Logan’la görüştükten bir buçuk yıl sonra tek başına iktidar olmuştu.)

İster ilki ister ikincisi olsun.

Bu açıklama, Erdoğan’ın seçimi kaybetme ihtimalini fazla taktığının önemli bir göstergesidir.