Sinan Oğan beni hiç şaşırtmadı.

“Azerbaycan’la ilişkisi”, “Erdoğan’la görüşmesi”, “MİT’le teması”, “iktidardan para alması” gibi iddialara inanmadan, hatta kulak asmadan söylüyorum bunu.

Sinan Oğan beni şaşırtmadı, çünkü (en başından beri) pragmatist bir siyasetçi olduğunu düşünüyordum ve önünde sonunda gücün yanında konumlanmasını bekliyordum.

Oğan’ın Erdoğan’ı seçmesi kendisi açısından en tutarlı hamleydi.

Peki sizce Erdoğan Oğan’ı, kendisine ilk turda oy veren 2,8 milyon oyu getireceği için mi yanına aldı.

Sanmıyorum...

Çünkü Erdoğan, ilk turda Oğan’a oy veren insanların önemli bir bölümünün Oğan’ı takip etmeyeceğini hepimizden iyi biliyor.

Peki neden Oğan ve hatta Ümit Özdağ’ı yanına çekmeye çalıştı?

Yanıt çok açık: Muhalefeti tuzağa düşürmek için.

Erdoğan, Oğan ve Özdağ ile ilgileniyor görününce rakibi Kemal Kılıçdaroğlu da kendisiyle yarışa girdi. Günlerini Oğan’ı ve Özdağ’ı ikna etmeye çabalayarak geçirdi.

Oysa ikinci tura sadece 14 gün vardı ve Kılıçdaroğlu’nun Oğan ve Özdağ’dan daha önemli konular vardı:

■ Mesela, umutsuzluğa kapılmış seçmenini, ikinci turu kazanma ihtimali konusunda coşturmalıydı.

■ Mesela, ikinci turda belki de “biz nasıl olsa milletvekillerimizi aldık” diyerek ya da sırf üşengeçlikten sandığa gitmeme eğiliminde olan İYİ Parti, Gelecek Partisi ve Deva Partisi seçmenlerini sandığa götürmeye çabalamalıydı.

■ Mesela, kimin terörle kol kola olduğunu göstererek, MHP seçmeninin en azından Erdoğan için sandığa gitmemesini sağlamalıydı.

■ Mesela, Oğan ve Özdağ’ı kişisel olarak ikna etmeye çabalamak yerine, Erdoğan’a oy vermek istemeyip ama kendisine de oy vermeyen Muharrem İnce ve Sinan Oğan seçmenlerini doğrudan muhatap alarak kendisine oy vermeye ikna etmeliydi.

Yazık oldu her saniyesi büyük önem taşıyan o 10 güne...

Devlet montajı!


Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en sürreal (gerçekdışı) anıydı.

Gerçekten gerçek olamazdı!

Ülkenin Cumhurbaşkanı, yani devletin başı, devletin televizyon kanalı Türkiye Radyo Televizyonu (TRT) ekranlarındaydı.

Karşısında biri kadın diğeri erkek iki gazeteci oturuyordu.

Gazeteci Abdulkadir Selvi sordu:

- “Konuşmanızda iki defa ‘bunlarla video çektirmişlerdir’ dediniz. Ben onu tam anlayamadım. Yani kim neyle video çekmiş.”

Cumhurbaşkanı yanıt veriyor:

■ “Kılıçdaroğlu, Kandil’dekilerle video çekimleri var. Bunları yayınladılar. ‘Haydi, haydi, haydi’ türü...”

Selvi yine anlamamış olacak ki bu cevap karşısında sessiz kaldı...

■ “...”

Cumhurbaşkanı, bir süre Selvi’nin sessizliğini izleyip devam etti:

■ “Anladınız mı?”

Selvi pek emin olamamıştı ama yine de beklenen cevabı verdi:

■ “Anladım.”

Cumhurbaşkanı, Selvi’nin cevabından ikna inanmamış olacak ki sözlerini sürdürdü:

■ “Kandil’dekilerle bu şekilde... Ama montaj ama şu ama bu...Video çekimlerini yaptılar. PKK’lılar videolarla bunlara destek verdiler.”

Selvi sonunda Cumhurbaşkanı’nın hangi videoyu kastedildiğini anlamıştı:

■ “He..”

★★★

Canlı yayın olmasa, “deep fake” (mevcut bir görüntü veya videoda yer alan bir kişinin, yapay sinir ağları kullanarak bir başka kişinin görüntüsü ile değiştirildiği bir medya türü- vikipedi -) deyip üzerinde durmayacaktım.

Ancak meslektaşım Selvi karşımda ne kadar canlı kanlı duruyorsa, Cumhurbaşkanı da öyle duruyordu.

Üzülsem mi sevinsem mi bilemedim.

Sevinsem mi bilemedim. Zira AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın propaganda mitinglerinde günlerce gösterilen o videonun, “MONTAJ” olduğu devletin televizyonunda bizzat devletin başı tarafından açıklanıyordu.

Üzülsem mi bilemedim, zira propaganda mitinglerinde günlerce gösterilen o videonun varlığına meğer Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisinin de inandırıldığını görmüş olduk.

Karşımızda devlet televizyonunda, devletin başı tarafından bir “devlet montajı” itiraf edilmişti.

Medeni bir ülkede devlet başkanı rakibine karşı montaj videosu kullandığını itiraf etse, bu skandal ülkeyi sallardı.

Ancak bizde yaprak kıpırdamadı.

Yazık bu ülkeye!