Menzil Tarikatı’nın şeyhi Abdulbaki Erol ölmüş.

Allah taksiratını affetsin.

Tarikat mensupları kendisi için çok kalabalık bir cenaze töreni düzenlemek istemiş.

Türkiye’nin dört bir yanından onbinlerce insan Adıyaman’a akmış.

Öğrendik ki Türk Hava Yolları, tarikat mensupları mağdur olmasın diye gece boyunca Menzil mesaisi yapmış, ek seferler koymuş. Hatta iddiaya göre 15 dakikada bir uçak kaldırmış.

Haberi duyunca çok öfkelendim.

Zira deprem felaketinden sonra, özellikle de bayramlarda ve seçimlerde deprem bölgesine gitmek isteyen depremzedeler, benzer bir ilgiyi Türk Hava Yolları’ndan görememişti.

Şirket, uçak yetersizliğini, yer hizmetlerindeki aksamaları gerekçe gösterip, bu konudaki bütün eleştirileri duymazdan gelmişti.

Sadece deprem bölgesi mi?

Tatil bölgelerini söylemiyorum dahi.

Kurban bayramda Kars’a gitmek için haftalarca bilet bulmaya çalışmıştık.

Bilet alanların dışında iki-üç uçak dolduracak kadar yolcu beklediği halde, ek sefer konulmadı.

Gerekçe yine aynıydı: Yeterli uçak yok.

Depremzedeye, vatandaşa gelince olmayan uçaklar, tarikat mensuplarına gelince 15 dakikada bir kaldırılabiliyor.

Ülke resmen şeyhlerle müritlerin ülkesi olmuş, haberimiz yok!

Soruyorum şimdi:

Oldu mu THY?

AK Parti’ye mi özeniyorlar?


Hürriyet’in Ankara Temsilcisi’ydim.

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’le bir röportaj yapmıştım.

Söyleşide önemli gördüğüm bölümleri öne çıkarıp, “olmasa da olur” dediğim bölümleri ayıklamıştım.

Çelik, röportajının daha önce aynı gazetede Ayşe Arman’la yaptığı söyleşi gibi tam sayfa çıkmasını, hatta manşet olmasını, yayınlanmadan önce de kendilerine gösterilmesini istemişti.

Oysa, siyasetçilerin ağzından çıkan her söze gazetede yer vermeye çalışsak, herhangi bir röportaj için sayfalarca yer ayırmamız, hatta o röportaja özel ek çıkarmamız gerekebilirdi. Bu gazetecilik tekniği açısından imkânsız bir durumdu.

Ayrıca, haberin hangi sayfada ne büyüklükte kullanılacağına da o günkü haberlerin önem sırasına göre gazetenin yazı işleri ekibi ve genel yayın yönetmeni karar verir.

Çelik’in ısrarlı taleplerine karşın röportajı sadece yarım sayfa vermiştik. Birinci sayfadaki yerini ve boyutunu da yazı işleriyle Genel Yayın Yönetmeni karar vermişti.

Neticede Ömer Çelik yarım sayfa çıktı diye öfkelenmiş ve işi benimle iletişimi kesmeye kadar götürmüştü.

Ben de “canınız sağ olsun” diyerek, yoluma devam etmiştim.

Bu anekdotu neden anlattım biliyor musunuz?

Önümde CHP’nin “MEDYA İLETİŞİM YÖNERGESİ” var.

Yönergedeki iki cümleyi size aynen aktarıyorum:

“Gazete röportajları için de hangi sayfada, sayfanın neresinde ne kadar alan olacağı ile ilgili bilgi alınmalıdır.”

“Röportajlar için basım öncesi hazırlanan içerik görülmeli, onay verilmeden yayınlanmaması koşuluyla ilgili mülakatlar verilmelidir.”

Bu cümleleri yazanlar ya gazetecilik hakkında hiçbir fikir sahibi değiller ya da AK Parti’nin yarattığı medya düzeni, CHP’nin de medya düzeni haline gelmiş.

Hiçbir gazeteci bir siyasetçiyle röportajın hangi sayfada, sayfanın neresinde, ne kadar yayınlanacağı konusunda pazarlık yapmaz. Siyasetçi yapmaya çalışırsa da gazeteci o röportajdan vazgeçebilir.

Bir gazetecinin yazacağı bir metni, yayınlanmadan önce görme şartı ise gazeteciye hakarettir.

İki sayfalık yönergeyle dört maddelik “CHP MEDYA TUTUM BELGESİ”ndeki sorunlar bunlarla da sınırlı değil.

Parti üyelerine, milletvekillerine, yöneticilere kendilerini ifade etme konusunda adeta sıkıyönetim getirilmiş.

Öyle anlaşılıyor ki AK Parti’nin kendi üyelerine uyguladığı “ifade özgürlüğüne aykırı” bütün yöntemler, bundan sonra CHP’lilere de uygulanacak.

Bu belgeye geçit veren Kemal Kılıçdaroğlu sanırım, “Madem ‘Demokrat Dede’ olarak Türkiye’deki iktidarı kazanamıyoruz, biz de Tayyip Erdoğan gibi demir yumruk olup partideki iktidarı koruyalım” diyor.

Ne diyelim?

Hayırlara vesile olsun!