Çok basit bir anket yapmanızı öneriyorum. Yakın çevrenizde 10 kişiye önce “biz adam olmayız” hükmünü doğru bulup bulmadığını sorun. İki gün sonra da aynı 10 kişiden kendisi için “ben adamım” ifadesini doğrulatın. Anketin sonucunda göreceksiniz ki; “biz adam olmayız” diyenlerin hemen hepsi, kendisinin “adam gibi adam” olduğu fikrindedir. İlk bakışta bu bir çelişki gibi durmaktadır. Çünkü “biz”, “ben”lerin toplamıdır. “Ben”ler teker teker adamsa, toplamı olan “biz” de adamdır. Öyleyse “biz adam olmayız” ile “ben adamım” önermeleri mantıken çelişik midir? Hayır değildir! Şöyle ki; eğer birey, adam olmadığı halde kendini “adam” olarak görüyorsa, adam olmaya yani “düşünce ve davranışlarını değiştirmeye” niyet ve ihtiyacı yoktur. Toplum da “düşünce ve davranışlarını değiştirmeyecek” bireylerden oluştuğuna göre “biz adam olmayız” önermesi doğrudur. Yani biz bugün adam değilsek, ileride de adam olmayacağız. Peki, bireylerin kendilerini adam kabul ederken “biz adam olmayız” demesi bir çelişki olarak devam etmiyor mu?

HERKES ÖTEKİDİR

Hem ediyor hem de etmiyor. Çünkü biz adam olmayız ibaresindeki “adam” ile “ben adamım” ifadesindeki “adam” aynı şey değildir. Bireyler, ben adamım ama biz adam olmayız derken aslında şunu söylüyor: Ben ve bana benzeyenler (mesela laikler veya alnı secdeye değenler) adamdır. Bize benzemeyen “ötekiler” adam değildir. Ancak olaya toplumun tümü açısından bakılırsa ortada bir çelişki olduğu su götürmez. Çünkü her “biz kümesi” diğerine göre ötekidir. Dolaysıyla herkes ötekidir. Herkes ötekiyse “ya herkes adamdır ya da hiç kimse adam değildir.” Üstelik adam da olmayacaktır. Bundan daha önemlisi, ötekine göre “adamlardan oluşan” her küme de kendi içinde yine “adamlar” ve “adam olmayanlar” diye iki alt kümeye ayrılır. Bu ikiye bölünme ve bir kümenin ötekini ortadan kaldırma arzusunun başlangıcı, Adem ile Havva’nın oğulları olan iki kardeşe yani Habil ve Kabil’e kadar gider.

SORUN CİDDİ AMA ÇÖZÜM VAR

6 Şubat 2023’te dünyanın en büyük karasal depremlerinden biri ülkemizde ve iç harbin perişan ettiği kısmetsiz Suriye’de oldu. Bu facia, ülkemizde ötekileştirmenin toplumda adeta “fay hattı” yarattığı 20 yıllık AKP (Erdoğan) iktidarının sona yaklaştığı bir döneme rastladı. Muhalefet, bu doğal afet, iktidarın yanlış imar politikası ve depremden sonrası beceriksizlikleri yüzünden beşerî bir felakete dönüştü diyor. İktidar da muhalefetin “devletin” yaptıklarını görmezden gelerek bozgunculuk yaptığını söylüyor. Siyasette bunlar doğaldır. Kafayı takmamak ve “toplumsal fayı” tetiklememek gerekir. Önümüzde de seçimler var. Bu sayede halk, depremin sebep olduğu “maddi ve manevi hasarı” dürüst ve rasyonel bir şekilde onarma görev ve yetkisini kime vereceğine bizzat karar vererek tarihi bir sorumluluk üstlenecektir. Bu büyük bir avantajdır. Ne mutlu ki; demokrasi ile yönetiliyoruz.

BATI, ERDOĞAN’IN GİTMESİNİ ÇOK İSTİYOR

Benim bugün üzerinde durmak istediğim esas konu, iç değil dış politika ile ilgilidir. ABD ve AB bir Orta Şark diktatörü olarak gördüğü Erdoğan’ın gitmesini çok istiyor. HDP’nin desteği ile muhalefet adayının Cumhurbaşkanlığı seçimini açık ara kazanması kuvvetle muhtemeldir. Meclis’te de çoğunluk muhalefete geçecektir. AKP ve Erdoğan dönemi bitmektedir. Millet İttifakı asla “Erdoğan iktidarı bırakmaz biz de muhalefete devam ederiz” diye düşünmesin. “İktidara geliyoruz” desin. ABD ve AB, bir zamanlar “Kemalizm”i tasfiye ediyor diye Erdoğan’ı yere göğe koyamıyordu. Şimdi niçin papaz oldular? Batının isteyip de Erdoğan’ın vermediği nedir? Millet İttifakı bunları bulmalı, halka anlatmalı ve içe-dışa tutamayacağı sözler vermemelidir.

SON SÖZ: Yarının kararı bugünden alınır.