İki ay sonra Türkiye’de hükümetin izlediği ekonomi politikasında önemli değişiklik olacak. Değişiklik, Erdoğan tekrar seçilirse (aynı şekilde olmasa da) yine de yapılmak zorundadır. Çünkü durum sürdürülebilir değildir. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilir ve Millet İttifakı iktidara gelirse bu değişiklik daha köklü olacaktır. Bundan da önemlisi bu değişikliklerin “küreselleşmenin sorgulandığı” bir dönemde yapılacak olmasıdır. Dünyanın iktisadi düzeni, ezelden beri dış ekonomik ilişkilerle birbiriyle etkileşen ulusal ekonomilerden kuruludur. İpek Yolu’nu M.Ö.138’de Çinli gezgin Chang Chien’in Orta Asya seyahatiyle belirlediği rivayet edilir. Kadim tarihi bir yana bırakalım. Şunu yaşayarak biliyoruz ki; son 30 yılda Türkiye dahil ulusal ekonomileri şekillendiren “ana tema” küreselleşmedir. Küreselleşme, malların ve paranın hatta kısmen emeğin serbestçe dolaşması demektir. Küreselleşme, eşit miktarda olmasa da her ulusa fayda sağlamıştır. Hacmi hızla genişleyen küresel dış ticaret “dünya gelirini” büyütmüştür. Özellikle Çin sayesinde sanayi mallarının kalitesi yükselmiş ve fiyatı düşmüş hükümetler daha çok vergi toplayarak bayındırlık yatırımları yapabilmiş, firmaların ciro ve kârı büyümüş, hane halkının yaşam konforu artmıştır.

Konjonktüre uygun davranmak

Konjonktür kelimesinin Türkçe karşılığı sözlükte “toplu durum” olarak verilmiş. Belli bir zaman diliminde, ekonomiyi (ve siyaseti) etkileyen faktörlerin sonucunda ortaya çıkan tablo demektir. Türkiye ekonomisinin “üst aklı” ister Kılıçdaroğlu ister Erdoğan olsun, ekonomi aktörleri karar alırken, hem Türkiye hem de dünya konjonktürünü hesaba katmak zorundadır. Konjonktüre göre karar almak değişime uyum göstermektir (Darwin’e selam olsun). Uyumlu davranmak, hem fırsat yakalamayı hem de tehlikelerden uzak durmayı kolaylaştırır.

★★★

Dünya ekonomik konjonktüründe değişim, Trump’ın ABD’nin yılda 500 milyar doları aşan cari açığını daraltmak üzere Çin’e karşı ticaret savaşı ilan etmesiyle başlatmıştı. Korona virüs salgını ve ardından gelen Ukrayna Savaşı yüzünden “küreselleşmenin esası olan” uluslararası  mal hareketi yavaşladı ve pahalılaştı. Rusya ile AB arasındaki çift yönlü kârlı dış ticaret “Dünya Dayısı” ABD tarafından engellendi. Üstelik bir süredir birçok ülkede de gelir dağılımının bozulmasının sebeplerinden biri olarak küresel ticaret ve para hareketleri gösteriliyordu. Paradan para kazananlar abat olurken, emekçilerin hayatı berbatlaşmıştı. Küreselleşme “tu kaka” olmaya ve “ademi küreselleşme” (içe kapanma) türküleri söylenmeye başlandı. 1990’larda  komünizmin çökmesiyle hevesi kursağında kalmış solcular bu yeni konjonktüre çocuklar gibi sevindi. Kırsal oylarla İngiltere AB’den ayrıldı.

Parçalı küreselleşme

Şimdi moda Parçalı Küreselleşme’den (Fragmented Globalization) bahsetmek oldu. Bu hepimizin çok iyi bildiği ve 1945-1998 arasında uygulanmış “Bloklaşma”dan başka bir şey değildir. Bu bloklardan biri ABD+AB, diğeri Rusya+Çin ve saz arkadaşlarıdır. İşte müstakbel hükümetin alacağı kararların uyumlu olmasını gerektiren (yeni) konjonktür budur. Türkiye şu ana kadar II. Dünya Harbi’nde İsmet İnönü’nün uyguladığına çok benzer bir tutumla hem Rusya’yı hem de ABD+AB’yi (NATO) idare etti. Ancak, Batı’dan bakınca Türkiye, daha çok Rus yanlısı davranıyor görünüyor. “Parçalı Küreselleşme” siyasette de hakim ideoloji olursa, Batı, bizi “tarafını seç” baskısı altına alabilir. İşin kötüsü Türkiye, ekonomide “yapısal reform” yapmak yerine bunu “Batı’dan daha fazla para koparmak” için fırsat olarak görebilir. Yani 1 Mart 2003 “Tezkere” öncesi yapılana benzer yakışıksız  bir pazarlığa girebilir.

SON SÖZ: Karakter, konjonktüre tabi değildir.