Sevgili okurlarım, Türkiye’de olanları izledikçe sıkılıyor, çaresiz kalıyor ve neredeyse bunalıma giriyoruz...

Konular hep aynı ve sıkıcı düzeyde.

Varsa yoksa kısır döngüler içerisinde yuvarlanan siyaset kulisleri...

CHP’de bitmeyen kavga mesaileri, o bana dedi ki ben dedim ki muhabbetleri!

Her açıdan aynı konular, aynı sorunlar birbiri ardına önümüze sürülüyor. Değişen hiçbir şey yok. Oysa bizim bildiğimiz ve içerisinde yaşadığımız Türkiye böyle bir ülke değildi.

Örneğin polisiye olaylar bile çok ender olurdu.

Olanlar genelde hırsızlık, dolandırıcılık ve çok ender bile olsa cinayetti.

Ama yine de hoşgörü vardı.

Bugün bıktırıcı konulardan uzaklaşıp sizlere yakın geçmişten iki somut ve ilginç olayı ve içinde yer alan tipleri anımsatayım dedim...

★★★



1950’li yıllarda piyasaya meşhur bir dolandırıcı çıkmıştı.

Kamuoyu onu Sülün Osman adıyla tanımıştı.

İstanbul’un taşı toprağı altın diyerek büyük kente göç etmiş olan saf, keriz, ama uyanık geçinen köylü vatandaşlara tarihi eserleri satardı!

‘İş yeri’  genelde İstanbul’un meydanları ve eski eserleri idi.

Garibanlara örneğin saat kulelerini satardı ama önceden hazırlık yapıp önlemini almak koşuluyla!..

Örneğin saat kulesinin çevresine önce adamlarını getirir ve ‘müşterilerine’ bir gösteri yapardı.

“Bak hemşerim bu kule senin olacak ve saate bakan herkesten şimdi benim yaptığım gibi 25 kuruş para alacaksın, büyük paralar kazanacaksın. Haydi hayırlı işler...”

O sırada Sülün Osman’ın adamları devreye girip saate bakar, bizim Sülün ise her birinden para alırdı!

Köylü vatandaş çoğu zaman ikna olur, saate bakanların para verdiğini de görünce kendisini kulenin yeni sahibi olarak görmeye başlar, hatta danışıklı dövüş olarak Sülün’ün birkaç adamından para alınca zevklenmesi daha da artardı...

Sülün Osman derseniz satış parasını alınca sülün gibi pırrrr!

★★★

Renkli adam, cingöz dolandırıcı Sülün’ün çalışma alanı sadece İstanbul’du...

Başka illerde çalışmak istemediğini söylerdi.

Elinde iplerle sarılı bavuluyla büyük kente göç eden uyanık çaresizlere satmadığı yer bırakmadı.

Dolmabahçe Sarayı, Kız Kulesi, Galata Köprüsü, Galata Kulesi, Dolmabahçe’deki saat kulesi, ne varsa birilerine sattı.

★★★

Ünü giderek yayıldı. Hayatı gerçek bir romandı.

Şirin ve sempatik adamdı. Yeşilçam filmlerinde küçük rollerde bile oynadı.

Şikayet üzerine birkaç kez tutuklandı, cezaevinde yattı.

Sultanahmet cezaevinde hükümlü ve tutuklulara hitaben mikrofonda konferanslar verdi. Konu ilginçti: “Hayatta alın teri ile yaşamak, helal para kazanmak!”

★★★

Dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla mahkemeye çıkarıldığında söylediği sözler ilginçti:

“Hakim bey kusura bakmayın ama memlekette bu kadar keriz olduğu sürece ben bu işten vazgeçmem.”

Tahliye edildiği zaman söylediği sözler hiç unutulmadı:

“Bu Boğaz köprüsü benim zamanımda olmuş olsaydı ne satışlar yapar, ne paralar kazanırdım ben!..”

★★★

Günün birinde yaşlandığında elini ayağını bu işlerden çekti ve 1984 yılında hayata ‘namuslu vatandaş’ olarak veda etti.

Sülün Osman ilginç bir tipti...

Kendisinden sonra daha niceleri geldi geçti...

Raki adıyla bilinen Güney Zobu, Selçuk Parsadan ve diğerleri.

Ama medyatik olsalar bile hiçbiri Sülün’ün ‘mertebesine’ ulaşamadı.

Fakat onların özelliği, hiçbiri devleti ve milleti soymamıştı.


Sevgili okurlarım, yıl 1961 idi ve Türkiye günün birinde ilk banka soygunu ile uyandı.

Herkes şaşkındı...

Zira memlekette o güne kadar hiçbir banka silahla soyulmamıştı.

Soyulan banka İstanbul’da Buğday Bankası idi.

Hemen ardından İş Bankası soyuldu.

Soyan kişi aynı idi. Paraları torbaya doldurup götürmüştü.

Polis maskeli soyguncunun peşine düştü.

Adam bir süre sonra yakalandı.

★★★



Altında son model bir Amerikan arabası, elinde otomatik tüfek vardı. Hızla kaçmıştı.

Necdet Elmas artist gibi yakışıklı bir adamdı.

Zaten bir anda popüler olmuştu.

Üstelik kibar ve eğitimli idi.

Bir zamanlar hukuk fakültesinde okumuş ama ikinci sınıftan ayrılmıştı.

Yakalandıktan sonra mahkemede verdiği ifadelerde aynı şeyi söylüyordu:

“Suç kirdir, ceza ise onu yıkayıp temizleyecek banyodur. Kimseye zarar vermedim ama yine de bu iki soygunum nedeniyle kamuoyu önünde herkesten özür diliyorum. Vereceğiniz cezaya saygı duyuyorum.”

★★★

Kibar gangster Necdet Elmas uzun yıllar cezaevinde yattı ve 1974 affıyla tahliye oldu...

O yıllarda Türkiye farklı bir ülkeydi, insanlar Sülün Osman’a, Necdet Elmas’a bile saygıyla karışık sevgi ve sempati duyuyordu.

Memleketin her yerinden ve her kurumundan şimdi olduğu gibi pislik, soygun, vurgun, rezaletler fışkırmıyordu.

Saygısızlık değil hoşgörü egemendi.