Lakerda deyince akla hemen iki yer düşer. Birincisi meyhane, ikincisi balık lokantası. Önceleri evlerde de yenirdi. Özellikle evin erkeği için kurulan rakı sofrasının baş konuğu idi.

Şimdi evlerde pek yenmiyor artık. Çünkü mahalle balıkçılarının hemen yanıbaşında yer alan camekanlı lakerda ve isli balık satıcıları tarihe karıştı.

Bu camekanlı satıcılar sadece Çiçek Pazarı’nda satış yapıyor. Onların da sayıları teker teker azalıyor.

Bu camekanların önünde durup, satıcının, ince, uzun, ustura keskinliğindeki bıçağıyla lakerda kesişini hala hayranlıkla izlerim. Bir cerraha taş çıkartacak kadar hünerlidir elleri.

Lakerda, yumuşacık dokusu, denizi çağrıştıran kokusu, tuzlu tadı ile rakının vazgeçilmez eşlikçisidir. Hele yanında bir dilim de kırmızı soğan varsa. Hele hele üstüne bir miktar erken hasat, zümrüt yeşili zeytinyağı gezdirilip, bir kaç damla limon sıkılmışsa!

Lakerda’nın adı nereden gelir? Net bir cevabı olmayan bir soru! Kimilerine göre bu kelime, İspanyolca’da “sevgili” anlamına gelen La Querida’dan geliyor. Kimileri ise buna şiddetle karşı çıkıyorlar. Onlara göre Lakerda, Toriğin bir işleniş biçimine verilen ad (Latince Lacertos, Bizans dilinde Lakerta).

Adının kökenini tam bilemedik, peki bu muhteşem yiyecek nereli?

Onun da muhtelif yanıtları var ama kuvvetle muhtemel ki Bizanslı. Çünkü bir çok antik dönem şairinin mısralarında Lakerda kelimesine rastlanıyor.

Söylenti muhtelif dedim ya! Kimileri de bu yiyeceğin Osmanlı İstanbul’una, bundan 500 yıl önce İspanya’dan göç eden Yahudiler tarafından getirildiğini öne sürüyorlar.

Bazı gastro arkeologlara göre, lakerdanın çıkış nedeni, Boğaz ve Marmara denizindeki Torik bolluğu.

Bir dönem bu bölgede tam 50-80 milyon tane torik yakalanmış. Taktir edersiniz ki bunların hepsinin tüketilmesi imkansız. Bölge halkı yiyebildiği kadarını yemiş, kalanını da dilimleyip tuzlayarak salamura yapmış.

Bu toriklerin temizlenen iç organları da antik dönemin ünlü  Garum Sosunun yapımında kullanılmış.

Lakerdanın doğuşu ile ilgili net olmayan bilgiler de böyle. Keşke o dönemde bir Evliya Çelebi veya Reşat Ekrem Koçu yaşasaydı da, biz de işin gerçek öykülerini öğrenebilseydik!

Evine lakerda götüren her kişinin veya her meyhanenin bir lakerda ustası vardır.

Herkes kendi ustasının göklere çıkartır, lakerdasını yere göğe sığdıramaz, üstüne toz kondurmaz.

Yani benim lakerdacım senin lakerdacından iyidir söylemi hiç tükenmez.

Benim de bir zamanlar övgüler düzdüğüm bir lakerdacım vardı.

Ben Boğaz çocuğuyum. Ortaköy’de doğmadım ama orada büyüdüm, bütün ilk, orta, lise tahsilimi Boğaz kıyısındaki okullarda yaptım. Onun için denizle biraz haşır neşirimdir.

Lakerdamı Ortaköylü Merdol Usta’dan alırdım. Pamuk gibi, az tuzlu bir dilim lakerda ile bir 35’lik bitirdiğim çok olmuştur. Rakı ile lakerda arasına başka lezzetlerin girmesine asla izin vermemişimdir.

Lakerdanın ustası çeşit çeşittir ama yapılışı genellikle aynıdır.

Kabaca anlatırsak: Takoz doğranmış torik dilimleri iyice yıkanır. Takozların ortasındaki delikler süpürge çöpü ile temizlenir. Bir gece suda bırakılır. Kurulanır. Sonra kat kat tuzlanıp buzdolabına konur. Yaklaşık 20 gün sonra lakerdanız hazırdır.

Taktir edersiniz ki bu iş benim anlattığım gibi üstünkörü bir iş değil. İncelikleri var. İşte ustalık bu inceliklerde devreye giriyor.

Tabii lezzeti farklılaştıran bir çok unsur daha var. 

Ustaların belirttiğine göre en lezzetli lakerda, ekim sonu ile kasım başında yakalanmış, iyice yağlanmış toriklerden yapılır. Yani suyun soğumaya başladığı ay balıklarından.

Ustaların ortak söylemi, lodos eserken yakalanan toriklerden iyi lakerda olmaz. Çünkü bu balığın eti gevşektir.

Yine ustalara göre lakerdanın tadını zirveye taşımak için toriğin bir büyüğü olan Zindandelen’i kullanmak gerekir. 

Bunlar ustaların söylediği bilinen gerçekler. Bir de söylemedikleri var ki, onlar da lezzet farklılığını yaratan gizler!

Şu iyi biline ki, lakerda öyle sıradan bir dilim çiğ balık değildir. Geçmişi, öyküsü, özel ustaları olan muhteşem bir lezzettir!