102 yıl öncesinde “Sakarya Meydan Savaşı’nın” hangi şartlar altında kazanıldığını yazan bütün tarihçiler aynı tabloyu çiziyorlar.

Ordunun durumu:

İyi değildi.

Askerin çoğunda:

Ayakkabı yoktu.

Çarıklı ve yalın ayaktı.

Geceler çok soğuktu.

Kaputu.

İç çamaşırı.

Yeterli suyu.

Çoğunun süngüsü.

Süvarinin kılıcı.

Yoktu.

Posta hizmeti aksıyordu.

★★★

102 yıl önce çocuklarını cepheye göndermiş köyde, kentte yaşayan anne ve babaların durumu da yine aynı tarihçilerin kaleminden şöyleydi.

Şeker.

Tuz.

Bez.

Un.

Bulunamıyordu.

Kaynamış mısırla.

Kavrulmuş buğdayla.

Karın doyuyordu.

O dönemin de en zengin şehri İstanbul’un sokaklarında açlıktan can vermiş insanların cesetleri çöplükten toplanıyordu. İstanbul’da İngiliz süngüsünü görüp Ankara’ya Kurtuluş Savaşı’na katılmaya gelen milletvekilleri, bulabildikleri ahşap evlerin odalarında üçü-dördü bir arada yatıyordu. Bütün Anadolu’da cihan savaşı sırasında şehit ve gazi vermemiş tek aile yoktu. Sakarya Meydan Savaşı öncesi, umudunu yitirip ordudan kaçmış askerlerin sayısı 50.000’e dayanmıştı.

★★★

Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri Sevr Antlaşması’nı Osmanlı padişahına imzalatmış; “Anadolu’yu parça parça bölme planı” uyguluyorlardı. Türkler Anadolu’dan atılacaktı.

İngiliz Başbakanı Lloyd George, bütün İslam ülkelerinin gözünü korkutmak için “Türk’ün belini Yunan ordusuna kırdırma modeli” kurgulamıştı. Yunan Ordusu Bursa’yı, Eskişehir’i almış Ankara’nın 80 kilometre yakınına dayanmıştı. Ordunun toparlanıp savaşı kazanma ihtimali sıfır diye görülüyordu.

Şartlar çok ağırdı.

Vatansız kalacaktık.

Mustafa Kemal, Meclis’ten “olağanüstü yetkili başkomutan” olma görevini istedi ve aldı. Cephe gerisindeki halkı da bütün varlığı, maddi ve manevi gücüyle “kurtuluş için savaşmaya” çağırdı. Sonradan geri ödenmek koşuluyla; halkın elindeki yiyecek, giyecek maddelerinin yüzde 40’ı, öküz ve at arabalarının yüzde 10’u, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde 20’si, her evden bir kat çamaşır, bir çift çorap, bir çift çarık istendi.

Pencere demirinden:

Süngü.

Kara saban demirinden:

Kılıç yapıldı.

Yokluktan var oluş çıktı.

Vatan kazanıldı.

★★★

Sakarya’dan bugüne:

Türkiye milli parası olan Türk Lirası’nı, gayrı milli ikinci parası olan ABD dolarının korumasına vermiş, derin bir ekonomik kriz yaşıyor. 102 yıl sonra ikinci defa çok geniş bir nüfus “yoksulluk çeker” noktaya geldi.

Ülkenin her şeyi var.

Krizi aşması gerekir.

Aşamıyor çünkü 102 yıl önce 26-30 Ağustos 1922’de verilen “ulusun bütün varlığı; bütün mallarıyla, bütün maddi ve manevi gücüyle kazanılanı” anlayabilecek, kavrayabilecek, yaşatabilecek bir iktidarı ve muhalefeti yok.

Bugünün iktidarı:

Aklı, fikri, vizyonu, kadrosu, başkanı, partisi, delegesi; Batı finans kapitaline ve Körfez’deki Arap sermayesine Türkiye’yi “sıcak para tuzağıyla” soydurarak krizden çıkma ihanetine saplandı.

Bugünün muhalefeti:

Aklı, fikri, vizyonu, kadrosu, başkanı, partisi, delegesi 102 yıl önce bir ulusun maddi ve manevi varlığıyla şahlanabileceği fikrini yeniden iktidara taşımaya yetmez oldu. Bugünün muhalefeti, koltuğa yapışmış adamları yaşatmak ihanetine saplandı.

Neler gördük... Neler yaşadık... Neler duyduk... UNUTMA!

Ayasofya çorap koktu!


Karar Gazetesi Yazarı Şule Demirtaş, “Ayasofya’nın çorap kokar” hale geldiğini yazdı. Yazısından namazında, niyazında inanmış bir insan olduğunu kolaylıkla anlayabileceğimiz yazar, Kur’an’a göre Ayasofya’nın kutsal bir mekan olmadığını, Kur’an’ın sadece “Mekke şehri ile Mekke’deki Kabe’yi” kutsal mekan olarak işaret ettiğini belirttikten sonra şunları yazdı: “Ayasofya ibadete açılmasının hemen ardından dokunmaya kıyamadığım kapısının kemirilmeye başlanması, her yerinin ayakkabı ile dolması, kornişle perde çekmeler, içinde yatanlar, uyuyanlar, ismini duvarına kazıyanlar… Kendisine reva görülen kötü kokular, özensizlik, harabiyet… Ayasofya’nın ibadete açılmasını eli kulağında bekleyenler dahi bu vaziyetten rahatsız… Son günlerde bu rahatsızlık bir hayli dile geliyor… Bir Müslüman olarak bu bencillikten duyduğum rahatsızlığı bu yazıda dile getirdim.”