CHP eski Milletvekili ve ekonomist Prof. Dr. Güneş, seçim sonuçlarını ve ekonominin yeni yönetimini SÖZCÜ'ye değerlendirdi


Hurşit Güneş, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in bazı taahhüt ve güvenceler aldığının anlaşıldığını belirterek, "Öyle görünüyor ki birkaç sayfadan oluşan bir programı da Cumhurbaşkanı'na onaylatmış" dedi


Medyada ve toplumda 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinin tartışmaları bitmiyor ama ilginç olan şu ki iktidar medyası yapılan hukuksuzluklardan hiç söz etmezken adeta muhalefet partileri özeleştiri yapıyormuşçasına “seçim sonucu onların hangi hatalarından dolayı böyle çıktı” analizlerine devam ediyor. Tabii bunun yanında “Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni genel başkanı kim olacak” sorusuna da ateşli bir şekilde cevap aramaktalar. Oysa bu konu öncelikli olarak CHP’nin meselesidir ve cevabı aramak da onların işidir. Bugün bu konuları en iyi bilen isimlerden biriyle; CHP eski Milletvekili ve Kurultay Delegesi, Ekonomist Prof. Dr. Sayın Hurşit Güneş’le konuştum. Yaptığı rasyonel analizleri, verdiği bilgileri ilgiyle okuyacağınıza eminim.

Hurşit Güneş, lisans eğitimini İngiltere’de University of Kent’te ekonomi ve politika dalında tamamladı. University of Wales’de yüksek lisans yaptıktan sonra doktorasını Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptı. 1990’da doçent, 1996’da profesör oldu. 49’uncu Hükümet’te Başbakan Yardımcısı Ekonomi Danışmanı olarak görev aldı. 2010’da CHP’de Genel Başkan Yardımcısı olunca üniversiteden ayrılan Güneş, 2011 yılında CHP’den Kocaeli Milletvekili seçildi. 2017’den bu yana Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi’dir. Çeşitli finans kuruluşlarına danışmanlık yapan Hurşit Güneş, birçok uluslararası şirketin Türkiye’deki yönetim kurulu başkanlıklarını yürüttü.


Cumhurbaşkanı Erdoğan, “faiz sebep, enflasyon sonuç” politikasıyla çok ağır bir ekonomik kriz yarattıktan sonra diyor ki “Benim düşüncelerim olduğu yerde duruyor ama Hazine ve Maliye Bakanımızın atacağı adımları kabullendik”. Siz deneyimli bir ekonomist olarak ne diyorsunuz?

Cumhurbaşkanı “ekonomist olduğunu” iddia ediyordu, fakat seçimler sürecinde herhalde birileri geldi ve bir şeyler anlattı ki kendisinin ekonomist olmadığına karar verdi ve birdenbire çarkı döndürdü, U dönüşü yaptı ve Mehmet Şimşek’i yalvar yakar getirdi, Hazine ve Maliye Bakanı yaptı. Öyle anlaşılıyor ki, Mehmet Şimşek gelirken bazı taahhütler, bazı güvenceler almış; bunlardan biri Merkez Bankası Başkanı’nı değiştirmek ve öyle anlaşılıyor ki birkaç sayfadan oluşan bir programı da Cumhurbaşkanı’na onaylatmış. Bunun içinde servet vergisinden tutun, Merkez Bankası’nda izlenen politikaya kadar birçok unsur var. Bunları görüyoruz, hatta mesela Kur Korumalı Mevduat’ın bir süre daha sürdürülmesi, kurun yükseltilmesi var.

ERDOĞAN’IN KAVCIOĞLU’NU BDDK’NIN BAŞINA GETİRMESİ YİNE YANLIŞ İŞLER YAPABİLECEĞİNİ GÖSTERİYOR!

KKM’nin devam ettirilmesi Hazine’ye büyük kayıp verdiriyor, yükü vatandaş çekiyor, bu çok mu başarılı bir adım olacak?

Şimşek’i getirdi ama Merkez Bankası’nın başından Kavcıoğlunu da alıp BDDK’nın başına getirdi. Bana kalırsa, Mehmet Şimşek’in “Kavcıoğlu’nun BDDK’nın başına getirileceği” yönünde bir bilgisi olduğunu sanmıyorum. BDDK’nın başına Kavcıoğlu’nun getirilmesi demek, Cumhurbaşkanı’nın Mehmet Şimşek’e geçici olarak bir yetki verdiğini ama uzun vadede yine yanlış işler yapmaya yeltenebileceği kaygısını uyandırıyor. Bunu daha önce de Lütfü Elvan döneminde denedi, hatasını gördü fakat sonra yine hatalı ortama ve politikaya dönmüştü. Ben, gelinen noktanın ne kadar kötü olduğunu ve bunun kendisi tarafından yapıldığının farkında olduğunu düşünüyorum. Bu iyi bir şey mi, evet, neden çünkü kabahatini görmüş ki, Türkiye’yi nereye getirdiğini görmüş ki bu değişiklikleri yaptı ama huylu huyundan vazgeçmez, Kavcıoğlu’nu BDDK’nın başına getirmesi çok ciddi kaygı uyandırıyor.

İkinci ve önemli nokta; sadece Mehmet Şimşek’in ekonominin kaptanlığına getirilmesi yeterli değildir, neden; çünkü ülkede ciddi bir adalet reformu olmadıkça ve Türkiye’nin dış politikası fabrika ayarlarına dönmediği sürece Batı sermayesinin Türkiye’ye güveni sağlanamaz. Sağlanamadığı içinde bu denli büyük bir döviz krizinden Türkiye rahatlıkla çıkamaz.

Sizce Mehmet Şimşek geldikten sonra bir rahatlama oldu mu, dolar daha da yükseldi?

Daha önce kuru kontrol etmeye çalışıyorlardı, şimdi Merkez Bankası kontrolü kesti, dolayısıyla kur kendi mecrasında hareket ediyor, daha da gidebilir. Bu hafta başında tekrar biraz kontrole başladılar gibi bir intiba var, bu devam da edebilir ama dediğim gibi Erdoğan’ın “Ben bu işi mahvettim” noktasına geldiğini görüyorum, bunun bir artısı var, en azından kabahatini biliyor ama bu aldığı tedbirlerle Türkiye krizli ortamdan kolay çıkamaz, çünkü çok ciddi bir hukuk ve adalet reformu yapmaları gerekir, onu da yapabileceklerini sanmıyorum. Mehmet Şimşek’in önüne koydukları programda “ihale kanunun toparlanması” var, ben ona Erdoğan’ın izin vereceğini düşünmüyorum. Yine dediğim gibi, Hakan Fidan’ı Dışişleri Bakanı yaptı, izlenen dış politikanın Türkiye’nin geleneksel, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri izlenen Batı ittifakı içinde ama bağımsızlığına çok büyük özen gösteren, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinden hareket eden politikaya dönülmesi gerektiğini düşünüyorum. Dönülmediği takdirde Batı’nın ve yatırımcıların güvenini sağlayan bir ülke olmaz.

ERDOĞAN “BU KARDEŞİNİZİ SOĞANLA PATATESE YEDİRMEYİN” DEDİ VE İNANDIRDI!

Muhalefet partileri bu seçimde ekonominin üzerine çok gittiler ama gördük ki ekonomik kriz fazla etkilemiyor, acaba bundan sonra bunu yapmamak mı gerekir?

Tam aksine, Ak Parti son genel seçimlerde yüzde 42 almıştı, bu seçimler başlarken yüzde 28’e kadar düşmüştü, yani 14 puan oy kaybetmişti, bu çok büyük bir orandı, 14 puan oy kaybetmek ne demek? Fakat sonra seçim kampanyası boyunca Millet İttifakı çok fazla sayıda konuya işaret ederek ve ekonomik krizden biraz bahsetmekle beraber “halkın refahının Millet İttifakı iktidarıyla düzeleceği” umudunu yeterince veremediği için bir de baktınız ki o yüzde 28’e inen Ak Parti oyu yüzde 35’e toparlandı. Buna rağmen de 42’den 35’e düşmüş oldu. Biraz önce söylediğim gibi AKP yüzde 35’e düştü, MHP’nin de oy kaybı var ama ilginçtir CHP’nin oyu artmadı. İyi Parti’nin biraz düştü, HDP’nin de düştü. Muhalefet partilerinin hepsinin oyu düştü, bu nasıl iş? Bu ekonomik krizden faydalanamadılar, oysa faydalanabilirlerdi. Sadece Demirel’in “Tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur” sözünden değil -ki o çok doğru bir söz- ama Erdoğan da çıktı dedi ki “Bu garip kardeşinizi bir soğanla patatese yedirmeyin” dedi, yani soğanla patatesin kendisini alt edeceği ve iktidarı kaybedebileceği endişesi onda vardı ama biz ne yazık ki soğanla patatesle Erdoğan’ı aşağı indiremedik. Yüzde 200 enflasyonun olduğu, toplumun geniş kesimlerinin maddi sıkıntı yaşadığı, gıdanın inanılmaz pahalı olduğu, kiraların tavan yaptığı, ulaşımın pahalılaştığı bir ortamda, açık söyleyeyim Erdoğan miting yapamazdı. Ya da 1970'lerin siyasi lideri olsaydı halkın önüne çıkar. Türkiye halkı öyle büyük bir kriz yaşadı ki, bence Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşadık, 94'ten, 2001'den beter bir kriz.



BU SEÇİMLER PARLAMENTER DEMOKRASİYE GEÇİŞİN SON FIRSATIYDI!

Uzun süredir CHP’de siyaset yapmaktasınız, siz seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz, hangi yanlışları gördünüz?

Bu seçimler gerçekten çok önemli seçimlerdi çünkü bu seçimlerde sadece Türkiye’nin önümüzdeki 5 yılda nasıl yönetileceğiyle ilgili bir karar verilmedi, aynı zamanda parlamenter demokrasiye geçişin son fırsatıydı bu ve bu fırsat ne yazık ki değerlendirilememiş oldu. Hiç kuşkusuz gerek Millet İttifakı, gerekse Cumhuriyet Halk Partisi açısından bir başarısızlıktır ve tabii ki yönetimin başarısızlığıdır ama bu başarısızlığı sadece kişisel olarak değerlendirmek doğru olmaz, davranışsal ve siyasal olarak nitelemek gerekir. Meseleyi kişiler üzerinden değil, yapılan hatalar, izlenen siyasetler üzerinden değerlendirmek daha doğru olacaktır. Ne yazık ki seçimlerden sonra gördüğüm değerlendirmeler çoğunlukla bireysel değerlendirmelere indirgenmiştir, bu nedenle bir ilerleme sağlanamıyor. Seçimin hemen ardından kuşku yok ki sorumlu olan CHP yönetiminin bu sorumluluğu üstlenmesi gerekiyordu, bu nasıl yapılabilirdi, mesela Cumhuriyet Halk Partisi’nin daha önce tüzüğünde olduğu gibi küçük kurultay toplanabilirdi, yani il başkanları, milletvekilleri, Parti Meclisi üyeleri, belediye başkanlarının hepsi bir araya gelip “Neden biz bu seçimlerde başarılı olamadık” tartışması yapılabilirdi ve bu çok faydalı da olabilirdi, bu yapılmadı. İkincisi, yine illerde ve ilçelerde -yine tüzüğümüzün gereği- il ve ilçe danışma kurulları toplanıp her il ve ilçede “Neden iyi sonuçlar alamadık” değerlendirmesi yapılabilirdi, bu da yapılmadı.

Çok ilginç bir şekilde bir MYK değişikliği yapıldı ve mesele kapatıldı. Genel Başkanımız Meclis’teki konuşmasında kendini “Bu geminin kaptanı” olarak niteliyor ve “gemiyi güvenli şekilde limana çekmekte” kendisini sorumlu görüyor. Madem kendisini sorumlu görüyor, neden seçimin faturasını sadece mürettebata kesti de kaptana kesmedi o zaman da bu tartışılır. Böyle bir çelişki ortaya çıkıyor. Şimdi, olumlu bir şey olmadı mı, oldu elbette; parti yönetimi hızlandırılmış bir şekilde kurultay takvimi açıkladı, bu olumlu ama beraberinde atılması gereken bir adım var; o da artık Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendisini hem düşünsel ve politikalar anlamında hem de daha demokratik bir parti yaratmak anlamında yenileyebilmesi için tüzüğünü revize etmesi gerekiyor.

MİLLLETVEKİLLERİNİN HİÇBİRİ ÖN SEÇİMLE BELİRLENMEDİ

Uzun zamandır parti içi demokrasiyi uygulamıyoruz, mesela bir örnek söyleyeyim; bu son milletvekillerinin hiçbiri ön seçimle belirlenmedi, tamamını Genel Başkan kendisi kalemini eline aldı ve yazdı. Ve bunu partinin bütün yöneticileri bilir ama sadece CHP’de olmadı bu.

*Ön seçim meselesi yıllardır tartışılıyor ve bütün partilerde durum aynı maalesef. Hala demokrasiden söz ediyoruz.

Bütün siyasi partiler bunu yaptı ama ben niye CHP’yi eleştiriyorum, iki bakımdan; bir, Türkiye’nin en demokratik yapıya sahip olan partisi her şeye rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’dir ve ayrıca 6’lı Masa’nın temel hedefi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçişti. Siz Tayyip Erdoğan gibi kalemi elinize alıp milletvekillerini kendiniz yazarsanız böyle bir güçlendirilmiş parlamenter demokrasi olabilir mi, olmaz. Dolayısıyla, 6 lider oturdular partilerinin milletvekillerini Erdoğan gibi kendileri yazdılar. Bir istisnayla, İyi Parti’nin İstanbul İl Başkanı’nın bir ricası kırılmadı ve orada kısmi bir eğilim yoklaması yapıldı. Şu aşamada Cumhuriyet Halk Partisi’nde yapılması gereken şeyler halen yapılmıyor ve kamuoyunda ve medyada da asıl tartışılması gereken konular tartışılmıyor.

Neden Cumhuriyet Halk Partisi başarıya ulaşamadı? Seçim sonucunu doğrudan “Kılıçdaroğlu gitsin, başkası gelsin” şeklinde yorumlarsanız bu bir çıkış olmaz. Bir lider değişikliği gerekebilir, elbette partinin lideri kendisini de sorumlu görüp ayrılabilir, Batı’da öyle oluyor, seçimlerden sonra eğer başarı elde edilmezse lider ayrılıyor ama bunun ötesinde bu partide yapılması gereken şeyler var. Bana göre sadece bu seçimde değil, son 10 yıldır Cumhuriyet Halk Partisi’nde yanlış bir politika izleniyor. Girdiğimiz bütün seçimlerde oyumuz aynı kaldığına göre -yüzde 25- değerlendirmeyi toplu olarak yapmak durumundayız. Son 10 yıldır o yüzde 25’le ilgili bir paradigma deneniyor; “sol oylar yüzde 25’in üzerine çıkamayacağına göre partinin içine sağcıları alalım” paradigması veya “partiyi merkeze, sağa çekelim” ya da “farklı görüşlerde olan herkesi partinin içine toplayalım” görüşü. Bu ilk defa 2014 yerel seçimlerinde denendi, Genel Başkanımız Parti Meclisi’nde “oylarımızın yüzde 25’in üzerine çıkması için sağdan gelen isimlerin de alınması gerektiğini” savundu, ben de kendisine “1970’li yıllarda hiçbir sağcıyı partinin içine almadan partimizi büyütebildik, önemli olan partinin politikalarıdır, içine aldığımız kişiler değildir” demiştim.

EKMELETTİN İHSANOĞLU’NUN ADAYLIĞINA KARŞI ÇIKTIM

İlk büyük tartışmamız cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili oldu; Ekmelettin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı meselesinde 23 Haziran 2014’te Parti Meclisi’nde yaptığım konuşmada “Ekmelettin İhsanoğlu’nun dürüstlüğüne bir şey demiyorum, ancak “Mütedeyyin bir insandır, AK Parti’den oy alabilir” diye düşünüyorsanız bu partimizin temel ilkelerine terstir, bizim partimizde adaylarımızın inançları değil, ülkeyi nasıl yönetebileceği, birikimi esas alınır” demiştim. Bu laiklik açısından son derece önemlidir, çünkü siyasetin içine insanların inançları asla girmemelidir, bu engel de değildir, özel bir neden de değildir. Bir insanın ibadetine bağlı olması da engel değildir, olmaması da engel değildir.

CHP’DE ADAY BELİRLENİRKEN KRİTER İNANÇLARI DEĞİLDİR, ESAS OLAN FİKİRLERDİR!

*Yani inançlar seçilmesine engel değildir dediniz.

Aday gösterilmesine engel değildir, Cumhuriyet Halk Partisi’nde aday belirlenirken adaylığın kriteri inanç değildir, fikirlerdir, birikimdir, ülke için yapacaklarıdır, bunlardır esas. Dolayısıyla bu tercih yanlış bir tercihti ve o yanlış tercih üzerinden devam etti. Sonra 2018’de Merkez yoklamasıyla milletvekilliklerine sağcılar alındı, yine partinin oyu büyümedi, nihayetinde bu devam ettirildi ve 2023 seçiminde tamamı sağ partilerle ittifak yapıldı, 6’lı Masa’da bir tek sol parti yoktu, tamamı sağ partilerden oluşmuştu, oysa almaması için ne neden vardı? Evet, HDP ile bir ittifak doğru olmazdı ama başka sol partilerle ittifak yapılabilirdi.

*Mesela hangi partiyle? DSP de AKP’nin yanına geçmişti.

O zaten önemli değil ama Türkiye İşçi Partisi önemli, mesela Muharrem İnce ile bir ittifak arayışı bence çok geç oldu. Dolayısıyla ittifak sol partilerle olmalıydı, bize oy vermesi mümkün olmayan partilerle ittifak yapılması yanlıştı. Bakın, 2019 yerel seçimlerini hatırlayalım, ikinci tura giderken Saadet Partisi özel olarak CHP ile iletişim kurarak İstanbul’da aday çıkardı. Neden çıkardı; çünkü SP dedi ki “Biz aday çıkarmazsak tabanımız gider AK Parti’ye oy verir ve Binali Yıldırım seçilir, biz aday çıkaralım ki Ekrem İmamoğlu seçilebilsin. Oysa ki biz son seçimlerde Saadet Partisi’ni içimize aldık ve ne oldu; Saadet Partisi’nin tabanı gitti AKP’ye veya Yeniden Refah Partisi’ne oy verdi.

Dolayısıyla bu aleyhimize çalıştı. Eğer ittifak kurduğumuz partiler ittifakın içinde olup kendi logolarıyla seçime girseler ve her biri AK Parti’den yüzde yarım oy alsalardı, ilk turda Erdoğan yüzde 49.5 oy alamayacaktı, daha düşük alacaktı. Böylelikle Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasındaki fark az olacaktı. Yine bu seçimlerde yapılan olağanüstü bir stratejik hata var; HDP aday çıkarmadı. Tabii biz bir başka partinin aday çıkarıp çıkarmaması konusunda bir inisiyatif sahibi değiliz ama Selahattin Demirtaş Edirne’den “HDP’nin aday çıkartması gerektiğini” söylemiş, uyarmış.

Neden, çünkü Türkiye’nin genelinde HDP’nin PKK terör örgütü ile yeterince mesafe kuramaması nedeniyle bir illiyet kuran geniş bir seçmen kesimi var ve Erdoğan bunu bildiği için HDP aday çıkarmayınca “CHP, PKK ile el ele” diye kötü ve haksız bir iftira uyguladı, bu iftirayı önleyebilirdik ama önlemedik.

*Şu anda hala "CHP işgal edilmiş bir partidir", "İYİ Parti'de FETÖ'cüler var" benzeri kara propagandalar iktidar medyasında beyin yıkama gibi devam ediyor.

FETÖ'cünün, PKK'lının var olduğunu düşünüyorlarsa İçişleri Bakanlığı'nın, emniyet güçlerinin derhal gelip bunları tek tek yakalaması ve tutuklaması gerekir, niye tutuklamıyorlar, niye görevlerini ihmal ediyorlar? Ben MİT'te, Emniyet Genel Müdürlüğü'nde çalışmıyorum, ben bilmiyorum ama onlar biliyorlarsa gelip tutuklamaları gerekir. Bunu Ekrem Bey defalarca söyledi.

CHP, HDP’YE “NİYE SİZİN ADAYINIZ YOK” ELEŞTİRİSİNİ YAPABİLİRDİ!

*Ben de baştan beri böyle düşünüyorum ama HDP aday çıkarmıyorsa CHP ne yapabilirdi ki?

Bunun doğrudan CHP tarafından engellenmesinin mümkün olabileceğini düşünmüyorum ama bu eleştirilebilirdi; “Niye sizin adayını yok” diyebilirlerdi. Bence CHP bunu normal karşıladı, böyle karşılamamalıydı, bu CHP’nin lehine olurdu. Yani, buradan gördüğümüz şu; Cumhuriyet Halk Partisi’nin tabanı uzun zamandır, 10 yıla yakın süredir “sağa oy vermeye” terbiye ediliyor. Öylesine terbiye ediliyor ki, geçmişte sanki bir takım kusurlarımız varmış gibi bir helalleşme, bazı gereksiz yasa teklifleri verme, bazı konularda “ya kendimizi anlatamadık ya da geçmişte bazı kusurlarımız vardı” demek, bütün bunlar hatalı davranışlardı ve bedelleri de ağır oldu. Acaba CHP kendi 6 okundan, geçmişinden bir mahcubiyet mi duyuyor hissi uyandı.

CHP, ECEVİT’TEN BU YANA SOSYAL DEMOKRAT, İLERİCİ BİR PARTİDİR

Sayın Genel Başkanın çok sayıda danışmanından benim tanıdığım bir veya iki “sosyal demokrat eğilimli” danışmanı var, diğerleri olduğu gibi ya ülkücü, ya eski AK Partili, hep sağ eğilimli kişiler, insan merak ediyor; sağcılardan ne medet umuyoruz? Sosyal demokrat bir parti, geçmişi belli, tüzüğü belli, tabanı belli, bu anlaşılması zor bir öykünme ve partinin bundan bir an önce sıyrılması gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi Ecevit’ten bu yana sosyal demokrat bir partidir, ilerici bir partidir, hepsinden önemlisi Atatürk’ün kurduğu bir parti olmaktan da öte Atatürk’ten kıvanç duyan insanların partisidir, bu son derece önemli. Biz Atatürkçülükten kıvanç duyan bir partiyiz ve asla sağa, muhafazakarlığa, tutuculuğa, gericiliğe öykünmemeliyiz. Biz çağdaşlığı, sosyal adaleti savunuyoruz.

CHP, TÜRKİYE’YE KADIN HAKLARINI GETİREN İLK PARTİDİR!

CHP Atatürk konusunda hiç taviz vermedi ki, hep itirazlarını yaptı, tepkisini gösterdi değil mi?

Bence başörtüsü konusundaki, seçim yaklaşırken verilen önerinin hiçbir gereği yoktu, daha önemlisi 6’lı Masa’da Saadet Partisi İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili rezerv koyduğu zaman kadın haklarını savunan, Türkiye’de kadın haklarını getiren ilk partidir, Atatürk birçok gelişmiş ülkeden önce getirmiş bazı hakları, Saadet Partisi “İstanbul Sözleşmesini mutabakat metninden çıkaralım” dediği zaman burada bir yol ayırımına gidilebilirdi, bu çok önemliydi. Kadın haklarının ilerlemesiyle ilgili bir öneri geldiği zaman yol ayırımına gidilmeli.

CHP ve İYİ Parti “Biz seçilirsek İstanbul Sözleşmesi hemen tekrar başlayacak” diye açıklamalar yaptılar?

Mutabakat Metni’nden çıkarıldı, tanıtım gününde İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Ümit Özlale mikrofondan “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diye söyledi, bir serzenişte bulundu ki CHP, İYİ Parti’den daha çok kadın haklarından yana bir partidir, onun için bu iyi olmadı. Bir de, seçimlerde çeşitli ajanslar, danışmanlar kullanılıyor, bunlar faydalı ama sadece onlarla bir seçim götürmek faydalı olmaz, siyasetçilerin partiyi siyasetçilerle yönetmesi gerekir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bazı avantajları var, mesela örgütünde camiler, cemaatler ve devlet çok önemli bir aygıt başarısında ama bizim de çok önemli bir aygıtımız var; partimizin örgütü ve üyeleri. CHP’de üyelerimiz var, fakat bu üyelerin seçme ve seçilme hakları yok.

Neden seçme ve seçilme hakları yok?

Çünkü onlar ne milletvekillerini belirleyebilirler, ne belediye meclisi üyelerini belirleyebilirler, ne de belediye başkanlarını belirleyebilirler.

Ama kendileri aday olabilirler.

Evet, ama bu seçme ve seçilme hakkına sahip oldukları anlamına gelmez. Seçilme hakkında da; ne yazık ki bunları Genel Merkez belirlediğine göre seçilme hakları da ellerinden alınmış oluyor, gidip bir yarışa giremiyorlar. Ankara’da dosya veriyorlar, uygun görülüyor veya görülmüyor. Bir televizyon programında deneyimli bir gazeteci Genel Başkanımıza “Şu iki kişiyi neden milletvekili yapmadınız” diye sordu. Aslında o gazetecinin “Niye milletvekillerini siz belirliyorsunuz” diye sorması daha doğru olurdu. Hatta o gazeteci bir hata daha yaptı; “Kendinizden sonra gelecek kişiyi neden işaret etmiyorsunuz” dedi. Alında demokratik bir partide mevcut genel başkan kendisinden sonra gelecek kişiyi işaret edemez, o saltanatta olur, yarış olması ve demokratik bir biçimde seçilmesi gerekir. Dolayısıyla, artık meseleler çarpık bakış egemen olmuş durumda. Cumhuriyet Halk Partisi parti içi demokrasiyi çalıştırdığı takdirde başarısının katlanacağına inananlardanım.

Partinin 6 okuna daha bağlı olan, parti içinde emek vermiş, birikimli, deneyimli, ilkeli insanlar partinin sorumlu yerlerine taşınmış olacaklardır. Hemen önümüzde bir yerel seçim var, Sayın Genel Başkan’a buradan bir öneride bulunayım; küçük kurultayı toplamadınız, il ve ilçe danışma toplantılarını yapmadınız, sizden önce görev yapmış Altan Öymen, Hikmet Çetin gibi deneyimli genel başkanlarla görüşmediniz, değerlendirme yapmadınız, bir tek Karayalçın sizinle görüştü. Bari önümüzdeki dönem belediye başkan ve parti meclisi üyelerinin demokratik yollarla seçilmesinin önünü açın. Açın ki kimse “Bu adayı, kim, nereden getirdi” demesin, çok daha iyi sonuçlar alınır. Ben bütün bunlara rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Türkiye’nin çok daha büyük sorunlar yaşamasını ummuyorum, parti bir biçimde kendini tazeleyecek, yola devam edecektir.