Tarih: 12 Ocak 1990.

33 yıl önce bugün...

SHP kurucu genel başkanı Prof. Aydın Güven Gürkan ile çoğunluğu Kürt 15 milletvekili deklarasyon yayınlayarak parti kurma girişimi başlattı. Ki bu milletvekillerinden yedisi parti disiplinine uymayıp Paris’te düzenlenen Kürt Konferansı’na katıldıkları için SHP’den ihraç edilmişlerdi.

Her ne kadar kurucular arasında Fehmi Işıklar ve Abdullah Baştürk gibi DİSK’li sendikacılar olsa da merkezine “Kürt kimliğini” alıp, diğer meseleleri ikincil gören Halkın Emek Partisi/HEP kuruluşunda Prof. Gürkan gibi “Türkiyelileşmeyi” esas alanlar bulunmadı...

Bu kimliğiyle HEP, legal hayatta Kürt siyasi hareketinin başlatıcısı olarak kabul edildi. Siyasi yaşamının önünde önemli sınav vardı:

Ya meşruiyet arayışı ile birlikte ülkenin demokratikleşmesinde öncü rol oynayacak...

Ya da gizli ajandası ile legal siyaset olanaklarından faydalanarak PKK’ya politik alan açmaya çalışacak...

33 yıllık siyasi pratik bu sorunun yanıtını veriyor:

★★★

SHP, çatısı altından ayrılan HEP’i 1991 seçimlerinde yanına alarak 22 milletvekili kazandırdı. Ancak. HEP milletvekillerinin çatışmacı davranışları- konuşmaları ülkede büyük polemiklere sebep oldu. İyi niyetli çoğu kişi bunu acemilik–tecrübesizlik ile yaptıklarına yordu. Fakat, toplumda fırtınalar koparan, siyasi çalkantılara sebep olan eylemler yani “çocukluk hastalığı” bitmek bilmedi.

Bu fevri tavırlar ülkenin hızla kutuplaşmasına, acı olayların yaşanmasına sebep oldu; parti kapatıldı, milletvekilleri hapse atıldı...

Devamı geldi: 1993’te ÖZDEP, 1994’te DEP, 2003’te HADEP, 2009’da DTP kapatıldı... Ardından kurulan BTP ve BDP ve nihayetinde HDP kuruldu.

Sekiz genel seçime, beş yerel seçime ve iki cumhurbaşkanlığı seçimine katıldılar.

Buradan edinen pratik ne oldu? Koca bir hiç. Toplumla barışma perspektifi yerine “direnişin öteki yolları” kullanıldı hep...

Ardından parti kapatılması, milletvekillerinin hapse girmesi, kayyum gibi hep benzer sonuçlar sürdü gitti.

Peki, 33 yıllık bu süreçte “tek suçlu” devlet mi?

★★★

HEP’den HDP’ye bu partiler, Türkiye’yi gözeterek, tüm topluma seslenerek, ülke birliği içinde toplumsal proje sunma gibi siyasi yaklaşımları -zevahiri kurtarma dışında- hiç benimsediler mi?

İki-üç küçük sol partiyi gölgelerine alarak bu başarılmış olmuyor. Hadi en hafifini yazayım: Cumhuriyet değerlerine düşmanlık gibi keskin politik dil hatasını açık yüreklilikle ortaya dökecek özeleştirileri var mı? Yok. Atatürk ile barışmayı değil, trajikomik biçimde onu yenmeyi düşünüyorlar!

Uzatmayayım:

Ölmeyi, hapse girmeyi, görevden alınmayı, parti kapattırmayı ilkeli mücadele sanıyorlar! Bunun obsesyona/takıntılı hale dönüştüğünün farkında değiller...

★★★

Asıl mesele derinde...

Hep aynı; “şiddetle/terörle ittifak kurma” stratejiyle farklı sonuç elde edilebilir mi?

Ağızlarında fısıltılı “silahsız çözüm” olsa da, “genel merkezin” Kandil olduğu gerçeğini devletin bilmemesi mümkün mü?

6’lı Masa’nın HDP’nin oy kaybettirecek parti olduğunu bilmemesi mümkün mü? Onlara tüm kapılarını açmış SHP’yi bile katı/sekter tutumları ile tarihin siyasi mezarlığına göndermediler mi?

HDP, ülke sınırları tartışmaya açarak “birlikte yaşama iradesini” gösterebilir mi? İmkansız.

33 yıllık legal-parlamentarizm mücadelelerine bakıldığında hiç fark yok; salt “Kürt partisi” kimlikli pratik!

Yok, aday çıkaracaklarmış...

Yok, 6’lı Masa onları kaale almıyormuş...

Uzlaşıyı pazarlığı bile daima şiddetin dili tehditkâr tavırla yapıyorlar.

Kendini hep haklı, karşısındakini hep suçlu görme paranoyasından çıkamıyorlar bir türlü...