Adeta dörtnal koşar gibi, ne çabuk geçti yıllar...

Geçen gün, birkaç ekip arkadaşımla ARENA’da 30, meslekte de 54 yılımın geride kalmasını kutladık.

Dile kolay; yarım asrı aşkın bir süre...

Hakikate adanmış bir hayat...

Yaşadıklarımızı konuşurken, hayatımın dönüm noktaları, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akmaya başladı...

★★★

Çocuğa dede ismini koyma âdeti vardı. Yaşım küçükken hiçbir şey anlamıyordum, fakat kafam çalışmaya başlayınca bu durumu fark etmiştim. Çevremdeki çoğu çocuğa dedesinin ismi verilir ve nüfus cüzdanına da o isim yazılırdı. Benimse sadece göbek adım babamın dedesine atfen İsmail idi. Babam, bana neden göbek adım olan dedesinin ismini değil de ‘Uğur’ u koymuştu?..

★★★

Zihnimi kurcalayan bu soru giderek büyüyünce, bir bayram günü elini öpüp bayramını kutladıktan sonra bunun nedenini babama sordum. “Gel evlat, otur yanıma...” dedi ve gözlerimin içine bakarak anlatmaya başladı:

“Bak oğlum, bugün bayramın ilk günü... Uğurlu gün ve insanlar iyi yönde gelişmelere yardımcı olacağını umdukları şeye “uğur” derler. Fakat herkesin aklına “uğur” denince, uğur böceği gelir. Kırmızı renkli ve üstünde siyah benekler bulunan bu sevimli böcek birine, bir şekilde konduğunda, dilek tutarsa ve daha sonra onun üstünden uçarak ayrılırsa, dileğinin gerçekleşeceği ona “uğur” getireceği düşünülür.

Benimse aklıma, yedi bölgenin bereketli tüm ovalarının kibirsiz, itidalli çiftçileri, Anadolu insanları gelir. Onlar “uğur’a çok inanırlar. Onlar bir at nalı, bir kuş tüyü, bir uğur böceği gördükleri zaman çok sevinirler ve hayatlarında iyi yönde gelişmeler olacağına inanırlar. Bunun nedeni, insan yüreğindeki hayat ritminin hiç durmadan atmasına; ümidin ve dileğin gerçekleşeceğine inancın hiç bitmemesine inanmaktır belki de...

‘Uğurlu olsun’ denildiğini duyduğu anda bile insanın içi ferahlar, yüzü gülümser.

Sen de doğumunla yüzümü güldürdün oğlum.

Senin başarılı olacağına, ailemize ve memlekete fayda sağlayacağına, çevrene “uğur” getireceğine inanıyorum.

Aslan oğlum benim, yüreği güzel oğlum, Uğur en güzel yakışan isimdi sana...”

İşte böyle Uğur Dündar olmuşum...

★★★

Hayatım boyunca hiçbir siyasi eğilimin tutsağı olmadım.

Her zaman doğrunun yanında durmaya, haksızlıkların karşısına çıkmaya çalıştım. Temiz yaşayabilmek için kendimi cendere içine soktum. Ama Atatürk ilkeleri, bilim, sanat, çağdaş demokrasi, evrensel hukuk değerleri, temel hak ve hürriyetlerden yana hep taraf oldum. Ağır bedeller ödemeyi göze alarak güçlünün değil, haklının yanında durdum. Atatürk’e minnet duygusuyla dolu, yürekten bağlılık gösterdim ve daima onun açtığı, fikirleriyle aydınlattığı uygarlık yolunda ilerledim.

★★★

Benim usta bir gazeteci ve televizyoncu olduğumu söylerler. Fakat ben bir gazeteciden daha da fazlasını, adaletli, vefalı, dürüst bir insan olmayı istedim her zaman, en çok da bunun için çalıştım. Çünkü adalet ve dürüstlük timsali, bu yüzden oradan oraya sürülen Yüksek Dedektif Başkomiser Osman Dündar’ın oğlu Uğur Dündar’dım. Onun bana miras bıraktığı adalet ve dürüstlük bayrağını hiçbir zaman elimden düşürmedim.  Tolstoy’un gençliğinde benimsediği bir ilkeyi aklımdan hiç çıkarmadım; “Asla, doğrudan ya da dolaylı, yalan söylememek ve asla söylenmesi gerekeni -bedeli ne olursa olsun- atlamamak...”

★★★

Doğru neyse, olduğu gibi ortaya koymanın uğraşını verdim.

Televizyon programlarımla, haberlerimle, yazılarımla bağımsız bir biçimde gerçeğe yönelip tabana inerek, sokaktaki insanın hikâyesiyle ilgilendim. Türkiye tarihinin son elli yılına insan hayatının soluğunu kattım. 

‘Taşı taş üstüne koyanlar’ ile ‘Taş üstünde taş bırakmayanlar’ arasındaki büyük farkı düşünmeleri için insanlara geniş bir pencere açtım.

Bir yıldız gibi parlayan ve bir kar tanesi gibi eriyen zaman içinde doğruyu aramaktan vazgeçmemenin cesur, büyüleyici ve duygulandıran yönüne dikkat çektim. Nereye sürüklenirse sürüklensin bulunduğum ortamda; belki başka bir formda, belki farklı duygularla ama her koşulda hakikatlerin ışıltısını yansıttım. Ben bir tek hakikatten, doğrudan dürüstlükten uzaklaşmaktan korktum; onun haricinde Allah’tan başka hiç bir güçten, hiçbir kişiden korkmadım...

★★★

Benim çizgim temiz ipek bir halıya benzer, onun üzerine çamurlu ayakların basmasına kesinlikle izin vermedim.

Çocukça saf hisleri, masum ve sevgi dolu kalpleri, içtenlikleri, gülüşleri, sevinçleri sevdim. Çirkinliklerin sığ sularında gezinen akreplere, çıyanlara, yılanlara, timsahlara, köpekbalıklarına benzeyen insanları hiç sevmedim. Onların kibirlerini, korkularını, yalanlarını bana bulaştırmalarına karşı koydum.

★★★

Sedat Simavi Ödülü’nü paylaşma onurunu yaşadığım değerli dostum Uğur Mumcu benden söz ederken ‘Kamuoyu lideri’ tanımlaması yapmıştı. Aslında günlük kullanım dışında “kitle haberleşmesi kuramı”nın da bir kavramıydı bu. Bu kuram bize “İki aşamalı haberleşme” diye bir süreci anlatır. Bu sürece göre; kitle haberleşmesi kaynaklarında yayımlanan haber ve bilgiler, kamuoyuna ulaşır ama ham haliyle tam olarak anlaşılmaz, özümlenemez. Ana kaynaktan gelen haberleri ve bilgileri alan, yorumlayan ve genel kamuoyuna aktaran insanlar vardır: Köylerde öğretmenler, imamlar, ya da köyün yaşlıları, kentlerde gazete yazarları veya televizyon yorumcuları ve tabii siyasal liderler böyle insanlardır. Kürek takımlarında teknenin yönünü belirleyen dümenciye benzer televizyonlardaki haber sunucuları-yorumcuları...

★★★

Büyük kitleler onlara güvenir, haberleri, programları onlara göre izler ve onların yorumlarına itibar eder. Büyüsü bozulmuş bu dünyada aklı başında kalmaya çalışan bu insanların siyasal çizgileri ve ahlaki yapıları şeffaftır. Herkes onların ne olduğunu, hangi temel değerlerden, siyasal akımlardan yana olduğunu görür ve bilir.  Çok şükür yarım asrı aşkın meslek hayatımda insanlar beni benimsediler, sevdiler, en önemlisi de çok güvendikleri için bir halk kahramanı gibi gördüler. Oysa ben gelecek nesiller için sadece doğruluk, dürüstlük ve vefa timsali bir insan olarak anılmak isteğiyle bugünlere geldim.

★★★

Bu yazıyı ta TRT’de mesleğe başladığım 70’li yıllardan itibaren çay ocaklarında çalışan emekçiler de dahil olmak üzere başarıma katkıda bulunan tüm patron, yönetici, koordinatör, editör, muhabir, yapımcı, rejisör, kameraman, sesçi, kurgucu, ışıkçı, stajyerlere ve en zor zamanlarımda desteğini esirgemeyen siz sevgili seyircilerimle değerli okurlarıma, sonsuz teşekkürler ederek bitiriyorum.

Zira onlar ve sizler olmasaydınız, ben de Uğur Dündar olamazdım.

Unuttuklarım varsa affola...