(...) Karagümrük Ortaokulu’ndan mezun olduktan sonra kaydımı İstanbul’un en köklü eğitim kurumlarından Vefa Lisesi’ne yaptırdım.

Nam-ı diğer ‘Dersaadet İdadi-i Mülki-i Şahanesi’...

Burası, Türkçe eğitim yapılan ilk sivil liseydi. 1872 yılında Mülkiye’ye öğrenci yetiştirmek için kurulmuştu. 

Sadece ilim, bilim, kültür, ders öğreten bir okul olmanın ötesinde, ismi gibi “vefalı” olmayı tüm öğrencilerinin bilincine yerleştirmiş, oradan mezun olanlarda (artık öyle herkeste bulunmayan) erdemlerden birisi olan “vefa” duygusunu geliştirmiş, “vefanın” sadece bir semt, bir okul ismi olmadığını tüm yurda göstermişti.

★★★

Mehmet Akif Ersoy’un, Hasan Âli Yücel’in, Şemsettin Günaltay’ın okuluydu burası. Yahya Kemal Beyatlı, Adnan Adıvar, Mithat Cemal Kuntay, Yusuf Ziya Ortaç, Necmettin Halil Onan, Ekrem Akurgal, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Peyami Safa, Sıddık Sami Onar, Muhittin Gelgin, Nejat Ekrem Basmacı, Emin Onat, Elif Naci, Tarık Minkari, Memduh Ün, Gazanfer Özcan, Erol Manisalı, Yusuf Öztiryaki, Hakkı Baliç ve daha pek çok değerimiz bu okuldan mezun olmuş, tüm yurda aydınlık, kültür ve “vefa” saçmışlardı. (Kemal Sunal ve Müjdat Gezen de Vefa’da okumuş, ancak Müjdat daha sonra ayrılıp konservatuara gitmişti.)



★★★

“Vefa biter vefa kalır ve bunu her Vefalı bilir” sözü orada belleğime yerleşti. Hayatımın en güzel günlerini geçirdiğim bu okuldan mezun olmaktan her zaman gurur duydum.

Vefa çoğu şeyden önce bir gelenektir.

Öğretmen ve öğrencileri vaktiyle Milli Mücadele’ye katılan, Cumhuriyet kurulduktan sonra aydınlanma devrimlerinin meşalesini taşıyan Vefa Lisesi...

İşte benim lise eğitimine başladığım okulun ruhu buydu.

Hele bir gün müdürümüzün tüm sınıfları bahçede toplayıp anlattıklarını hiç unutmuyorum:

★★★

“Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır: Agave kaktüsü...

Bu kaktüs, “tekila” içkisinin hammaddesi olduğu gibi yapraklarında da “sisal” denilen ipeksi bir iplik bulunur. Bu iplik, ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.

Bir gün bir iş insanı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir.

Büyük bir fabrika kurar, geniş ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar.

Onları daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar.

Örneğin; vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler.

Gayretleri sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha geniş bitkiler elde eder.

Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya geldiğinde, ilginç bir durumla karşılaşır. Hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!

Yapraklar daha irileşmiş ama içlerindeki iplikler yok olmuştur!

Yatırımcı buna bir türlü anlam veremez ve büyük bir zararla tesisini kapatmak zorunda kalır.

Ama zihnine yerleşen sorunun cevabını öğrenmek ister. Bu amaçla Amerikalı bir biyologla anlaşır.

Biyolog çöle gider, bu kaktüs topluluğunun yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsleri gözlemler, inceler ve sonuçta şu raporu yazar:

‘...Bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.

Siz bu kaktüsü rahat bir ortamda yetiştirmekle, mücadele yeteneğinden mahrum etmişsiniz!..’

Sevgili gençler,

Siz de zor koşullardan ve karşınıza çıkarılan engellerden hiçbir zaman korkmayın ve mücadele azminizi kaybetmeyin. İnanın o zorlukları çözmeye çalıştıkça, kendinizi geliştireceksiniz!..”

★★★

Buraya kadar okuduğunuz bölümü, başarılı romancı kardeşim Hasan Baran’ın “Türkiye’nin son 50 yılda yaşadıklarını” anlattığı, kadim arkadaşım, tiyatromuzun ulu çınarı Müjdat Gezen’in önsözünü yazdığı, Kırmızı Kedi Kitabevinden yeni çıkan “Hayatımın Sırları” romanından alıntıladım.

Okursanız, vereceğiniz paraya ve ayıracağınız zamana değdiğini göreceksiniz.