Değerli okurlarım,

24 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olan Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yıldönümünü kutlayacağız.

Peki, Lozan Antlaşması hangi güçlükler altında başarıldı? Masa başında kimlerle, nasıl mücadele edildi? Güçler neden eşitsizdi? Bu eşitsiz güçler karşısında masadan nasıl galip kalkılabildi?

Eğitimci ve tarih araştırmacısı Berna Bridge, bunları görebilmek, hissedebilmek ve yaşayabilmek amacıyla İsviçre’nin Lozan kentine gitti. İnönü ile heyetinin yaşadıkları zor adımları ve güçlükleri yerinde izleyerek bu yazıyı sizler için kaleme aldı.

★★★

Lozan’da İnönü’nün ve Atamızın karşısında Britanyalı siyasetçi David Lloyd George ve heyeti var.

1916-1922 yılları arasında Başbakanlık yapan George, İnönü’den 21, Atamızdan 18 yaş büyük. Lozan’a geldiğinde 59 yaşında. Atamız 41, İnönü ise 38 yaşında! Yani diplomaside deneyimsiz, genç Atamız ve İnönü, adeta babaları yaşında bir kurt siyasetçi ile boğuşuyorlar masada.

Lozan Antlaşması’nın imzalandığı Hotel Beau Rivage’ın salonu.


★★★

Mekan: Tarihi Lozan kentinin beş yıldızlı otellerinin pahalı ve gösterişli salonları. Gencecik İnönü nereden gelmiş? Toz toprak, savaş alanlarından, ihtişamlı salonlardan değil, belki daha önce hayatında hiç girmemiş bile böyle salonlara. Bunlar bizim heyeti daha baştan ürkütmek, ezmek için karşı tarafın attığı adımlar. Ayrıca Türk heyetinin maddi olanakları, çok kısıtlı.

Lloyd George İngiliz değil, Galli. Kendini İngiliz addetmiyor, İlk dili Galce. Ama nedense Türk düşmanlığıyla biliniyor. Bu Galli adamı acaba koyu Türk düşmanı yapan neydi?

Tarihçi David Fromkin Birinci Dünya Savaşı’nı anlattığı “Tüm Barışları Bitiren Barış” (A Peace to End All Peace) adlı kitabında Lloyd George’un “Yunanlılara arka çıkmak için kabinede büyük mücadele verdiğini, onun ve Balfour’un Yunan taraflısı tek kişiler olduğunu” yazıyor. (Sayfa 541) 1921de Lloyd George’un kendi hükümeti içinde Türkiye’ye karşı olan savaş politikasında yalnız kaldığını da ekliyor.

Yani, bir lider, bir başbakan, tek başına, ülkelerin, insanların kaderleriyle oynayabiliyor. Yunan’ı Türk’ün üstüne salan Lloyd George bu savaşı konforlu koşullarında uzaktan izlerken Yunan ve Türk ölüyor... Oysa Yunan komutan Metaxas, Türklerle savaşa komuta etmesi için çağrılınca reddediyor, “Anadolu Türklerin anavatanı, ben saldırmam”  diyor. (Sayfa 541)

Ancak Lloyd George’un hırslı, tek ve saldırgan politikalarıyla kanlar dökülüyor, savaş bitiyor ve geliyoruz Lozan’a...

★★★

Masada birçok delegasyon var ama pazarlık Lloyd George ile Atamız, İnönü ile Lord Curzon yani bu heyetler arasında. İnönü ve heyeti adım adım izlemeye yolda başladım, trenle gittim, onlar gibi, onların indiği tarihi Gar’da indim. Gar aynı gar, hiç değişmemiş, hayli kirli ve dökük şimdilerde. Onların kaldığı beş yıldızlı Losanne Palace otele gittim, görevlilerden bilgi aldım, toplandıkları salonu gördüm, tartışmalarını hissettim.

Sonra tüm heyetlerin toplantıları yaptıkları Chateau Ouchy’ye gittim, oradan Lozan Tarih Müzesi’ne ve en son da, imzaların atıldığı Beau Rivage Otel’deki salonda adeta o zor, tartışmalı günleri yaşadım, Leman gölüne bakan terasta sanki o çetin mücadeleden ben galip çıkmışım gibi kahvemi içtim. Tam 100 yıl sonra onların soludukları havayı solumak, yürüdükleri koridorlarda, salonlarda yürümek, 38 yaşındaki deneyimsiz İnönü’nün kibirli, babası yaşındaki diplomatik deneyimli Lloyd George ve Lord Curzon karşısında dimdik ve kararlı duruşunu gururla hayal ettim. 

Musul ve Kerkük dışında her pazarlıktan galip çıkan heyetimizi, Atamızı şükranla andım, kanla, canla, mücadeleyle çizilen Misak-ı Milli, sınırlarımızın değerini bilmenin kutsallığını her an vurgulamamız gerektiğini tekrar anımsadım... 

★★★

Loyd-George uzaktan idare ederken, Lozan’daki İngiliz heyetinin başında olan Lord Curzon o tarihte 63 yaşında. Cepheden gelip, deneyimli  diplomatlarla anlaşma masasına oturan İnönü konferansın birinci safhasını anlatıyor:

“Ben yemekte ne giyilecek bilmiyordum. Otele girince akşam yemeğinde nasıl giyinmem gerektiğini sordum. Yaşamım boyu sabahları ilk iş ayağıma çizmelerimi geçirirdim. İlk iki gün geçer geçmez başka şartlar altında çalışmam gerektiğini fark ettim. Hemen konferans heyetimizi çevremde topladım. Arkadaşlar, büyük bir görevle buradayız. Ben buna hazırlanan bir deneyimde değilim ama iki üç gün içinde anladım ki bir savaştan çıkıp şimdi diğerine girmişiz. Hepimizi burada çok büyük dikkat bekliyor, gece gündüz çalışacağız.”...

“Diplomatlarda orada öğrendiğim bir özelliği fark ettim. Diplomatlar da askerler kadar memleketi korumakla görevliler, ekonomi ve sosyal unsurları çok iyi bilmeleri gerek. Böylece protokol meseleleri benim için ikinci sırada oldu. Her zaman şu soruyla karşılaştım: İstediklerimizle elde ettiklerimiz nasıl karşılaştırılır? Konferans masada pazarlıktır. Uzlaşma esastır. Hiçbir zaman tam umduğumuzu bulamayız. Alınabilecek ve alınamayacak şeyleri teşhis etmek, doğru ifade etmek, hangi meseleler ciddi, hangilerinin gösteriş olduğunu anlamak ve anlatmak gerekir. Bu da deneyim ister. Deneyimi olmayanın çok dikkat etmesi gerekir.”

★★★

“..Her konferansta alınan sonuçlarda eksikler vardır. Olgun insanlar günün olanaklarını göz önünde bulundurur. Trakya’yı silahla işgal etmemiştik ama Meriç’e kadar olan bölgeyi dâhil etmeyi bu konferansla başardık. İzmir’e girdikten sonra Mudanya’da mütareke yaparken Yunanlıların o bölgeden çekilmesini istemiştik, bunu da başardık.

Konferansta konuşma tarzımız takdir edildi. Bizde Osmanlı’nın söz oyunları yoktu, sadeydik. Karşı tarafın amacı Sevr’ı temel alıp, hızla Türkiye’yi yeni bir ekonomik darboğaza sokmaktı. 4 Şubat 1922ye kadar olan dönemde Doğu Trakya sınırları, askeri tutsakların değişimi, 12 ada, Irak sınırı gibi konularda anlaştık ancak İstanbul’un boşaltılması, Boğazlar, Osmanlı borçları, kapitülasyonlar, Musul, Kerkük gibi konularda ortak nokta bulamadık ve konferansı terk ettik.”

Konferansın yapıldığı Ouchy Şatosu


★★★

Lozan göl kıyısında ama hayli yokuşlu, dağ eteklerine kurulmuş şirin bir kent. Leman Gölü’nün karşı tarafı Alpler, Mon Blanc, Avrupa’nın en yüksek dağı. Karşı yaka, gölün güney kısmı Fransa, kuzey tarafındaki Lozan, Cenevre ve Montrö ise İsviçre. Burada da Fransızca konuşuluyor. Tren kentin, tepenin tam ortasındaki gara geliyor. Gardan yokuş aşağı on beş dakika yürüdüğünüzde konferansın yapıldığı Ouchy Şatosu’na, göl kıyısına iniyorsunuz.

Gardan beş dakika yokuş yukarı yürüdüğünüzde ise Lozan Palas oteline geliyorsunuz. Türk heyeti bu otelde kalmış. Diğer iki otele göre biraz daha mütevazi ama yine ihtişamlı. Tepede olduğu için muhteşem bir göl manzarası var. Buradan yokuş yukarı on beş dakika daha yürürseniz, şimdi müze olan, kapanış töreninin yapıldığı Rumine Sarayı ve davetiyelerinin sergilendiği hemen karşısındaki Lozan Tarih Müzesi’ne gidiyorsunuz.

Lozan’da İsmet İnönü’nün başkanlığındaki Türk heyetinin kaldığı otel


Adım adım Türk heyetimizin tarihte bıraktıkları anıları izlerken onlar gibi düşünmeye, yaşadıkları güçlükleri ben de yaşamaya çalıştım. Varoluşumuzda, özgürlüğümüzde, onurumuzda bu denli etkisi olan bu kenti tamamen bu açıdan içime sindirmeye çalıştım...

★★★

4 Şubat 1923te tıkanan ve kopan Lozan Konferansı ertesinde ne oldu? İsmet Paşa, Ankara’ya dönünce mecliste Atamız ve İnönü şiddetli tartışmalarla, sert çıkışlarla karşılaştı, teşekkürle değil. Ama dayandılar. Bu tartışmalar 6 Mart 1923’te tamamlandı ve İsmet Paşa tekrar işe koyuldu, karşılıklı notalar gitti geldi ve 23 Nisan’da tekrar toplanıldı. Bu defa Lord Curzon yoktu, İngiltere tarafında Rumbolt vardı, Fransızlarda ise General Pele.

Birinci oturumda siyasal konuların çoğu çözülmüş, geriye ekonomik konular kalmıştı. Yine karşı tarafın amacı yeni Türkiye’yi ekonomik darboğaza sokacak kararları zorlamaktı. Sanki 100 yılda pek değişen bir şey de yok. Batının hedefi hep ülkemizi ekonomik darboğazlarda sıkıştırıp kazanım sağlamak. Uzun çekişmeler oldu. Borç sorunu ileride yapılacak bazı anlaşmalara ertelendi. Onarım ısrarından vaz geçildi, kapitülasyonlar kaldırıldı. Temmuz ortalarında konferans sona erdi. 24 Temmuzda yapılan imza töreninde Lozan kenti tarihinin en büyük, unutulmayacak günlerinden birini yaşadı.

★★★

İnönü anlatıyor: “Müttefikler Türkiye’nin bu anlaşmayı yerine getiremeyeceğini ve anlaşmanın düşeceğini bekliyordu. Oysa bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Cumhuriyet ilan edildi. İngiliz kışkırtması Şeyh Said isyanı gibi silahlı ayaklanmalar oldu ama üstesinden gelindi. Lozan’ın değeri anlaşıldı. Hatay ve Boğazlar sorunu sonradan çözüldü. Gerçek şudur ki Lozan Konferansı her gün değerini kanıtlamakta ve muhafaza etmektedir...”

Sevr’i parçalayan Lozan Antlaşması “Ya istiklal ya ölüm” diyen bir ülke halkının onur anıtıdır.