Türkiye deprem felaketinin yaralarını sarmaya uğraşıyor.

Resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde can kaybımız var. Enkaz altında kaldıkları için uzuvlarını yitirenlerin sayısı ise 800 bin civarında.

Gerçek vefat bilançosunun çok daha fazla olduğu öne sürülüyor. Zira felaketin yaşandığı 6 Şubat gününden bu yana 300 bin cep telefonundan hiç sinyal alınamamış. O tarihten  sonra kullanılmayan kredi kartlarının toplamı da 185 bini buluyor.

★★★

Yaralar sarılırken, yargı süreci de ilerliyor. Hemen her gün yıkımdan sorumlu olanların tutuklandıklarını görüyoruz.

Deprem haberlerini televizyon ekranlarında seyredip, gazetelerde okurken, felaketin göz göre göre geldiğini yıllar öncesinden yazıp, yetkilileri acilen göreve çağıran bir gazeteci olarak benim yüreğim herkesten fazla yanıyor.

Çünkü haykırırcasına uyarmışım, müdahale edin diye yalvarmışım ama attığım çığlığı yine sadece ben duymuşum!

Örneğin birkaç dakikanızı ayırıp, şu satırları lütfen okur musunuz?

★★★

“Okulumu başarıyla tamamlayan inşaat mühendisiyim. Yüksek lisans da yaptım. 2 yıldır iş arıyorum. Hangi yapı firmasıyla konuşsam, komik rakamlarla dönüş yapıyorlar ve pasif çalışmamızı, yani diplomamızı istiyorlar! Bu benim ve tüm işsiz arkadaşlarım için üzücü bir durum...”

★★★

“İşsiz bir yığın inşaat mühendisi var. Nedeni, yapı denetim şirketleri ve müteahhitler... Diploma ile sorunları çözüyorlar! Müteahhitler ‘Sen gelme biz diplomanı kullanırız, sana da ayda 1000 lira veririz, ayrıca sigortada giriş çıkış yaparız’ diyorlar.

Yapı denetim firmaları zaten hep diploma dolu! Aktif çalışan mühendis yok. Aktif çalışma olsa, herkes işinin başında durmak ister. Ama öyle bir hale getirdiler ki bu işler diplomaya kadar düştü!..”

Devlet bundan haberdar. Ama var mı bir yaptırım? Tabii ki yok! Bakkal bile müteahhit olmuş! Çünkü elinde kiraladığı mühendis diploması var!.. 

★★★

Ben şehir plancısıyım. 2 yıldır işsizim. Haa işe giren yok mu diyeceksiniz elbette var!

1000 TL maaşla sadece diploması kullanılan çok arkadaşım var. Göz yumulduğu sürece de böyle devam edecek!..

Yakın zamanda bir işverenle konuşma geçti aramızda, bana asgari ücretin bile altında çalışmam gerektiğini söyledi. Piyasada 1000 lira verip susturdukları ve işlerini bir güzel yaptırdıkları çok şehir plancısı var!..

Bu usulsüzlükleri yapan, buna göz yuman ya da sessiz kalan, aynı ölçüde vicdan yoksunudur!..

★★★

Mimarım. Projelendirme ve onay süreçlerinde yaşananlardan nefret ettim.

Rüşvetle kazanılmış fazladan katları çizmek istemiyorum.

Sırf yangın yönetmeliğine uygun olsun diye kaçış mesafelerini kağıt üzerinde olduğundan kısa yazmak istemiyorum. Projesinde ayrı, şantiyesinde ayrı inşa edilmiş binaların başında durmak istemiyorum.

İlkokul seviyesindeki müteahhitlerin bilgimi aşağılamasını kabul edemiyorum.

Bakanlıklar, belediyeler, meslek odaları, üniversiteler, teknik adamlar hepsi suçlu. Bu ürkütücü tablonun oluşmasında herkesin, hepimizin parmağı var!..

★★★

Jeoloji mühendisiyim. Bir şantiyede çalışırken, masraftan kaçınmak için kazıkları bazı yerlerde yaptırmadılar. Biz taşeron firmaydık. Oraya 15 katlı bina çıkıldı!..

Önemli yerleri güçlendirmek gerekirken donatı olmadan duvar yapıldığını görünce hemen istifa ettim. Bu yer İstanbul’un Anadolu Yakası’nda...

★★★

Ben de Jeoloji mühendisiyim. Yapılacak inşaatların zemin incelemelerini gerçekleştirdiğimizde müteahhittin işine gelmeyen bir sonuç çıkar ve siz raporunuzu onun istediği gibi yazmazsanız, inanılmaz baskılarla karşılaşıyorsunuz!..

Mesela bir okul inşaatı için yaptığım çalışmada firmaya balçık olması nedeniyle zemin iyileştirmesi (fore kazık) önerdiğim için, yüklenici firma raporumu iptal ederek başka bir firmaya kendi işlerine geldiği gibi rapor hazırlattırmayı denedi.

Neyse ki belediyedeki kontrol mühendisleri buna göz yummadılar ve işlemler raporuma göre yapıldı.

Sonra ne mi oldu?

6 yıldır mesleğimi yapamıyorum.

Çünkü benim gibilere iş yok!

Daha ne olsun?..

★★★

Yukarıdaki gerçekleri hiçbir gazetede okumadığınızdan, televizyon haberlerinde dinlemediğinizden adım gibi eminim. Gazetecilik ve televizyonculuk okullarında felaket haberlerinin abartıya ve duygu sömürüsüne gelmeyeceği, seyirci ve okurun görünenin ardındaki gerçekleri bilmek isteyeceğinin anlatılmasına karşın, bizim medyamızda bunun tam tersi yapılır. Her deprem sonrasında kameralar sürekli enkaz altından çıkan cansız bedenlere ve minik bir bebeğin kurtuluşu gibi mucizevi anlara çevrilir.

Oysa gazetecinin görevi; gerçeklerin üzerine gitmek, domino taşı gibi devrilen yapıların neden göçtüklerini araştırıp sorumluları bulmaktır...”

★★★

Şimdi size soruyorum değerli okurlarım,

Bir gazeteci olarak daha ne yapmam gerekirdi?

Yaşadığımız felaketten yaklaşık 3 yıl önce, 5 Kasım 2020’de, karşılaşacağımız ağır yıkımın bağıra bağıra geldiğini nedenleri ve sorumlularıyla birlikte tek tek yazmışım.

Yetkilileri duruma el koymaya çağırmışım.

Ama dinleyen kim?

Yazık değil mi yitip giden on binlerce masuma ve sönen, kararan hayatlara?..

Evet yazık değil mi?..