Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan,Timur Soykan ve Murat Ağırel, mesleğimizin yüzakı genç soruşturmacı gazeteciler...

Bu değerli kardeşlerimiz her türlü engellemelere karşın toplumun gerçekleri öğrenme hakkına hizmet etmekten yılmadıkları için, başlarına gelmedik kalmıyor. Sürekli yargılandıkları gibi, kimi zaman cezaevinde yatarak ağır bedeller ödüyorlar. Evrensel meslek ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmak da, onları en aşağılık iftiralara hedef olmaktan kurtaramıyor.

Barış’lar ve Timur Soykan bu yaz, Kitap Fuarı’nın davetlisi olarak Bozcaada’ya gittiler. Her yıl olduğu gibi bu yıl da toplantı öncesi onları tanıtma onurunu değerli dostum, Arena’da yıllarca. ekip arkadaşlığı yaptığım Prof. Haluk Şahin üstlendi.

Haluk, onların vaktinden çalmamak için tanıtma konuşmasını kısa kesti.

Bu nedenle tam olarak dile getiremediği bazı konuları aşağıdaki satırlara döktü:

★★★

Soruşturmacı gazeteci” terimini “investigative journalist” karşılığı olarak dilimize katan benim.

Arena’da birlikte çalıştığımız arkadaşım Uğur Dündar onu yaygınlaştırdı.

Ancak bugün bile “O da neymiş!” diye yadırgayanlar olduğunu görüyorum.

Diyorlar ki; “Araştırmacı yetmiyor mu?..”

★★★

Kısaca açıklamakta yarar var.

Her gazeteci araştırma yapar. Bilgi toplamak, gazeteciliğin temel becerilerinden biridir. Ancak bazı gazeteciler bilgi toplamanın ötesine geçip arkasındaki gerçeği öğrenmek isterler. Gizli kapaklı işlere bulaşmış güç odakları hakikata ulaşmayı engellemek için çeşitli yollara başvururlar. İşte o zaman soruşturmacı gazeteciliğin bölgesine girmişiz demektir.

★★★

Örneğin, ülkemizdeki orman yangınları konusunda bir haber hazırlarken, temel istatistiksel bilgileri toplamak, yani araştırma yapmak zorundasınız. Yangınlar artıyor mu azalıyor mu, neden çıkıyor vb. Ancak, bazı olgulardan şüphelenip, bu yangınlarda siyasal otoritelerle sıkı fıkı ilişkileri olan bir takım şirketlerin parmağı olup olmadığını sorgulamaya başladığınızda soruşturmacı muhabir olursunuz.

★★★

Basın özgürlüğünün yerleştiği demokratik ülkelerde soruşturmacı gazeteciliğe çok değer verilir. Çünkü soruşturmacı gazeteciler kuvvetler ayrılığının üç gücünü, yani yasamayı yürütmeyi ve yargıyı da bir anlamda denetlerler. “Dördüncü güç” olma işlevinin somut örneğidirler...

Türkiye gibi ülkelerde bu alanın öteden beri mayınlı bir arazi olduğunu biliyoruz. Soruşturmacı gazeteciler mesleklerini ancak ağır bedeller karşılığında icra edebilirler. Bu eskiden de böyleydi, şimdi de böyle. Görünüşe göre önümüzdeki dönemde de böyle olacak.Barış’lara ve Timur’a, 1980 ve 90’larda aynı kulvarlarda koşmuş olan bizlerin onlardan daha talihli olduğumuzu söyledim. Bunu söylerken aklımda özellikle toplumsal etkililik ölçütü vardı. “Gerçeklerin er meydanı” Arena’nın bazı programları milli futbol maçlarından daha fazla seyrediliyor, ele aldığı konular gündeme “bomba” gibi oturuyordu.

★★★

En önemlisi, verdiğimiz bilgiler üzerine savcılar harekete geçiyordu. “Dokunulmaz” şüpheli yok gibiydi. Mahkeme kararıyla haber yasaklaması (ki sansürdür) diye bir şeyin olabileceği akıllardan geçmiyordu. Adalete güven şimdikinden çok daha fazlaydı. İnsanlar birbirlerine “Gel arkadaş, mahkemede hesaplaşalım! Hakikat ortaya çıksın!” diyebiliyordu. Nitekim, Uğur Dündar, Arena’da sunduğu haberin sonunda, konuyu “adaletin şaşmaz terazisine” bıraktığımızı söylüyordu; “Adaletin şaşmaz terazisine!..”

★★★

Aslında bu terazi haber yayınlanır yayınlanmaz çalışmaya başlamış oluyordu. Çünkü soruşturmacı haberin gizli gücü “ifşa yaptırımı”ndan geliyordu: Kirli çıkarları için gizli kapaklı işlere bulaşmış olanların en çok korktukları şey marifetlerinin ortaya çıkması ve halkın bunu öğrenmesiydi.

Soruşturmacı gazetecilik büyü bozuyordu...

★★★

Arena bir televizyon programıydı ama gazeteler soruşturmacı gazeteciliğe açıktı. Çünkü hâlâ bağımsız gazeteler vardı. Hemen her gazetede bu gibi konularla uğraşan uzman muhabirler çalışıyor, haberleri sık sık manşetlerde boy gösteriyordu. Gazetecilik ödüllerini genellikle onlar kazanıyordu.

Soruşturmacı gazeteciliğin patlama yaptığı 1970’li yıllarda bu bayrağı taşıyan Uğur Mumcu ile Altan Öymen yazılı basına mensuptular. Amerika’da Watergate skandalını patlatan Washington Post’lu Woodward ile Bernstein gibi...

Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek isteyen gençler meslek olarak gazeteciliği seçiyorlardı...

★★★

Ama en önemlisi meslekte “doğruları dosdoğru söylemek” idealinin henüz tamamen yıkılmamış olmasıydı. İnsanların olgulara bakarak ve akıllarını kullanarak karar veren “rasyonel” yaratıklar olduklarını öne süren 500 yıllık aksiyom hâlâ kısmen ayaktaydı.

“Hakikat” bir güneşti, aydınlığı er geç yayılınca işler yoluna girecekti. Hep böyle olmuştu, böyle olacaktı...

★★★

Derken, tam tersi yönde kanıtlar çoğalmaya başladı. İnsanların iyi öğrenim görmesi, net olgular, enformasyon bolluğu sonucu değiştirmiyordu. Akıl, piyasada geri çekilmiş, duygular, öznel yargılar, korkular, safsatalar ön plana geçmişti. Saçma sapan savaşlar çıkıyor, Trump gibiler seçiliyor, tarikatlar yayılıyor, ırkçılık yükseliyordu.

Aydınlanma, bilimsel devrim, olgular kimsenin umurunda değildi.

Gerçek önemsizleşmişti!

Hakikat-sonrası toplum”dan söz ediyorum... Enformasyon selleri altında nefesi kesilen “homo super communicatus” elindeki tüm olanaklara rağmen zaman zaman tam bir ahmağa dönüşebiliyor; kötülüğe karşı kendisinden beklenen tepkileri göstermiyor, yanlış ile doğruyu birbirinden ayırmıyor, kendi öz çıkarlarının tam tersini destekleyebiliyordu...

★★★

Diyojen’lerin köyden kovulduğu, etik erozyonunun toplumun tüm kurumlarını tahrip ettiği böyle bir zamanda hakikatin peşine düşüp soruşturmacı gazetecilik yapma çabasının ne kadar zor olduğunu düşünebiliyorum.

Ve, yaşadığımız tüm zorluklara rağmen, meğer biz şanslıymışız diyorum...

UĞUR DÜNDAR’IN NOTU:

Kendi adıma konuşursam, şansım devam ediyor. Çünkü SÖZCÜ gibi, yazılarımızın virgülüne dokunulmayan medyanın “Amiral Gemisi”nde yazıyor, çok izlenen SÖZCÜ TV’den sesimi duyuruyorum.

Ancak patronumuz Burak Akbay, biz yazarlarına sağladığı özgürlüğün bedelini, yıllardır yurt dışında vatan hasretiyle yaşayarak ödüyor.