Laboratuvar ortamında yetiştirilen ve kronik kaygı belirtileri gösteren fareler üzerinde yapılan yeni bir araştırma, bilim dünyasında taşları yerinden oynattı. Cornell Üniversitesi’nden araştırmacıların yürüttüğü çalışma, doğal bir yaşam alanına bırakılan farelerin kaygı düzeylerinin sadece bir hafta içinde tamamen sıfırlandığını ortaya koydu.
KORKU DUYGUSUNDA KURTULDULAR
Biyolog Matthew Zipple önderliğindeki ekip, laboratuvar ortamında kaygı seviyeleri yükselmiş olan 44 fareyi, kazabilecekleri, tırmanabilecekleri ve farklı duyusal deneyimler yaşayabilecekleri geniş bir açık hava alanına bıraktı. Sonuçlar şaşırtıcıydı: Bir haftalık "doğa tatili"nin ardından fareler, en güçlü anksiyete ilaçlarına bile direnç gösteren yerleşik korku tepkilerinden tamamen kurtuldu.
Zipple, bulguları şu sözlerle özetliyor:
"Doğal ortamda yaşamak, sadece yeni korkuların oluşmasını engellemekle kalmıyor; aynı zamanda laboratuvarda zaten gelişmiş olan kemikleşmiş korku tepkilerini de sıfırlıyor."
Araştırmacılar, farelerde kaygıyı ölçmek için yaygın olarak kullanılan Yükseltilmiş Artı Labirent (EPM) yöntemini kullandılar. Normal şartlarda, açık alanlara bir kez maruz kalan laboratuvar fareleri buralardan kaçınma eğilimi gösterir ve bu davranış kalıcıdır.
Ancak doğaya bırakılıp geri getirilen fareler, sanki labirenti ilk kez görüyormuş gibi hem açık hem de kapalı alanları eşit şekilde ve cesaretle keşfettiler. Bu durum, zenginleştirilmiş bir çevrenin beyinde bir "sıfırlama düğmesi" gibi çalıştığını gösteriyor.
Nörobiyolog Michael Sheehan, kaygının kökenine dair önemli bir tespitte bulunuyor. Sheehan’a göre, kısıtlı bir çevrede yaşamak, beynin yeni olayları "tehdit" olarak algılamasına neden oluyor.
"Eğer her gün birçok farklı olay tecrübe ederseniz, neyin gerçekten tehdit edici olduğunu daha iyi ayırt edebilirsiniz" diyen Sheehan, laboratuvar farelerindeki kaygının biyolojik bir zorunluluktan ziyade, uyaran eksikliğinden kaynaklanan bir çevre ürünü olabileceğini savunuyor.
İNSANLAR İÇİN NE ANLAMA GELİYOR?
Araştırmacılar, bu bulguların insanlar üzerindeki kaygı çalışmalarına da ışık tutabileceğini öne sürüyor. Korunaklı ve tek düze bir yaşamın kaygıyı beslediği fikri, tıp dünyasında tartışılan bir konu. Deney, daha çeşitli ve hatta kontrollü riskler içeren deneyimlerin, zihnin kaygı eşiğini yükseltebileceğini düşündürüyor.
Sheehan’ın vurguladığı gibi: "Kaygı, özünde korkutucu olmayan bir şeye uygunsuz bir tepki vermektir." Deneyim kütüphanemiz ne kadar zenginse, verdiğimiz tepkiler de o kadar "uygun" hale geliyor.