Aşkım Kapışmak için her şey yaklaşık 1.5 yıl önce 200 binin üzerinde satış yapan Elma Dersem Çık adlı kitabının okurla buluşmasıyla başladı. Kitap daha sonra önce sahneye taşındı ve şimdi de 13 Aralık Cuma gününden itibaren sinemalara girmeye hazırlanıyor... Aşkım Kapışmak'la Elma Dersem Çık'ı ayrıntılarıyla konuştuk. Kitaptan sahneye, sahneden sinemaya ulaşan bu mücadeleyi sizden dinleyebilir miyiz? Kitabı Karadağ’da yazmaya karar verdim, çünkü her kitabı başka bir ülkede yazıyorum. O dönem ilk defa kendimden yola çıkmaya karar verdim. Çok yoğun bir üç yıl geçirmiştim ve bir önceki seminer için yine şehir şehir ülke ülke gezmiştim. Yorgunluğum bedensel sanıyordum ama kendimi dinlediğimde sinirsel bir yorgunluktu ve kendimi mutlu hissetmiyordum. Buna biraz yönelince biraz işe ara verip insanları gözlemlemeye bana gönderdikleri mesajları okumaya başladım. Herkes yorgundu. Ben de bu yorgunluğun nedenlerini araştırmaya başladım. Karşıma üç önemli faktör çıktı. Birincisi, kalabalık içindeyiz, ikincisi aşırı gürültü var, üçüncüsü ise her konuda heyecanımız azalmış. Ve olaya çocukluk yıllarına geri dönerek, en neşeli anlarımızdaki oyunun bir sloganı ile başladım, 'Elma dersem çık!'... Yani bir anlamda mutluluğa sesleniş, 'İçimdesin biliyorum. Eğer onu görmemizi engelleyen unsurlarla yüzleşirsem onlardan kurtulabiliriz' dedim ve yazmaya başladım. Yazarken sahneyi de tasarladım, semineri nasıl anlatırım, hangi oyunları oynatırım, hangi başlıklar ilgi çeker gibi düşüncelere yoğunlaştım. Aklımda, hedeflerimde sinema yoktu. Kitap çıktı ve çok sevildi, aynı anda Türkiye’de seminer turnesi başladı. Avrupa, sonra Amerika ve Ortadoğu derken, binlerce insana 'Elma dersem çık' dedim. Ben kitap yazarken aynı anda sahnesini de Zihni’mde tasarlarım ve genelde sahneye provasız çıkarım. Anlatacaklarım belli olduktan sonra geriye cümlelerle sahnede oynamak kalıyor. Sahne gösterisinin çizdiği başarı grafiğini açıklayabilir misiniz? Kendi yorgunluğum ile başladı. Binlerce mail mesaj alıyordum 'Mutsuzum ve insan istemiyorum' etrafımda diye. Bunun para ve kariyerle alakası yoktu. Çünkü insanlar da yorulmuştu; dayatılan başarı saçmalıklarından, gereksiz güçlü ol telkinlerinden, ekonomik krizlerden, siyasetten, faydasız TV kulaklarından, bağımlılık yapan sosyal medyadan ve en önemlisi ne yapacağını bilmiyor olmaktan... Bu hepimizin sorunu. İnsanlara kendilerini, yaşadıklarını anlattıkça eşleştik ve birbirimizi anlıyor olmak yalnızlığımıza iyi geldi. Ne yapmamız gerektiğini paylaştım insanlarla. Kulaktan kulağa, sosyal medya yorumlarıyla iş büyüdü. Biz birbirimizden şifalandık. Sahnede sizi etkileyen anılarınız oldu mu? En etkilendiğim anlardan biri Konya'da oldu. Tekerlekli sandalyesiyle özel bir durumda olan genç bir erkek geldi annesiyle. Vücudunu kullanamıyordu ve 'Bana sarılır mısın? Seni izlerken sadece bunu istedim' dedi. Fransa'da bir çift seminer bittiğinde yanıma geldi ve erkek şunları söyledi: 'Açıkçası ben pek anlamam bu işlerden, eşimin zoruyla geldim buraya. Adınızı hiç sevmiyordum. Eşim sürekli Aşkım Aşkım dedikçe gıcık oluyordum size ama şu an hakkınızı helal edin, çok şey kattınız bize. Problemlerimiz vardı ve anladım ki destek almalıyız, kitap okumalıyız ve en önemlisi bol bol sarılmalıyız birbirimize. Aylardır sarılmıyoruz.' Sunumda geçmişteki çocukla yüzleştiğimiz bir an var, o anlarda hıçkıra hıçkıra ağlayanlar ve özeleştiri yapanlar, kendini bilmeden kendini sevmenin faydasız olduğunu anlayanlar oldu. Bunlar en önemli anılarımdır. Elma Dersem Çık, kitaptan ve sahnelerden sonra sinemadan da şifa dağıtmaya devam edecek... Bu fikir nasıl oluştu, nasıl gelişti ve sonrasında neler oldu? Türkiye, Avrupa ve Amerika turnesinden sonra memlekete döndük. O sıra Üzümlü Kek adlı romanımı film yapmak istiyorlardı ve yapımcılarla görüşme halindeydim. Yönetmen İzzet Başlak aradı ve Elma Dersem Çık'ı beyazperdeye taşımak istediklerini söyledi. Mars sinemalarının yeni farklı alternatif bir iş aradıklarını söylediler bana. Çok hızlı bir şekilde görüşmeler yapıldı ve işe koyulduk. Konu beyaz perde olunca içeriği tekrar gözden geçirdik. Sonuçta sinema izleyicisinin beklentileri farklı. İçeriğin biraz daha eğlenceli ve dinamik olması gerekiyordu, kısa bir hazırlık sürecinden geçtim. Ama ben de bu yolda sinema konusunda ciddi şeyler öğrendim. İki gün üst üste seyircili çekim yaptık. Dekoru hareketlendirdik, ışıklar değişti, sahne daha canlı hale geldi ve başladık çekmeye. Sinema 90 dakika olduğu için insanları derin düşüncelere sokan bölümleri azaltıp, eğlenceli kısımları arttırdık. Kısacası süreyi sinemaya uygun bir hale getirdik. Sonuçta hayallerimi ve hedeflerimi tekrar gözden geçirdim ve dedim ki; bu bir ilk olacak, ilk olan her şey hemen anlaşılmaz ve garip gelebilir. Ancak öncü olmak da önemlidir. Açıkçası kitap okumayı sevmeyenler için görüntülü bir kitap oldu, dinlemeyi sevenler için bir sohbet oldu. Eşiyle, sevgilisiyle, ailesiyle ve dostlarıyla kendilerine fayda sağlayacak seminere gitmek isteyenler için alternatif bir gösteri oldu. Anlattıklarınızın farklı görselleri olacak mı, seyirciye neleri sunacaksınız? Evet, tek kişilik bir gösteri bu. Yıllarca yazı tahtası ve koltukla sahnedeydim, beyazperde için özel bir sahne tasarımı yaptık. Onlarca cansız manken kullandık, farklı insanları görsel anlamdan betimlemeye çalıştık. Yazı tahtam ve koltuğum olmazsa olmazımdır. Görsel, işitsel ve dokunsal anlatım tekniklerini özenle kullanmaya çalıştım, izleyici dinlerken kendi yaşam filmini gözlerinin önüne rahat getirebilsin diye. Amerika'da ve Türkiye'de Mağara Adamı oyununu izlemiştim ve çok etkilendim. İlişkiler kısmını anlatırken o oyundan bir kaç sahneyi kullandım. Rolly May, Erich Fromm gibi ustaları kaynak ettim, bütününde stand up tekniklerini kullandım. İki kişi gelip, küçük bir miktar ödeyip, sanki sinema terapiye girmiş gibi hissedecekler. Bu sinema gösterisinde hangi konulara açıklık getirilecek? Kadın erkek ilişkileriyle başlıyor, sonra kişilik analiz ve farklılıkları ile devam ediyor. Aile, anne, baba ve çocuk ilişkisiyle aşk, sevgi ve sonrasında kişisel hayatımızla ruhsal alana giriyorum. Mutluluk, huzur ve yaşam amacının sonunda biz kimiz diyoruz. İnsan ve öteki üzerine toparlayıp final yapıyorum. Bizi bize canlandırıyorum. Aslında hayatın tüm kapılarını açan anahtarın adı 'Sevgi' galiba... Çünkü siz sevginin üzerinde çok duruyorsunuz. Adını söylemek kolay, yaşamak biraz düşünce ve zeka istiyor. Herkes sevebildiğini düşünüyor. Sevgi, insanın gelişim kapılarını açan asıl anahtardır. Sevgi ve insanın kendisi dışında birisiyle ya da bir şeyle birlikteliği, yani bütünlük ve bağımsızlık duygusunu sınırlamaksızın başkalarıyla ilişki kurmaya, başkalarıyla bir olduğunu hissetmeye olanak veren birlikteliktir. Sevgi, üretken bir yönelimdir ve aynı zamanda şunların da varlığını gerektirir; özen, sorumluluk, birlikteliğin amacına yönelik saygı ve bilgi... Böyle mi seviyoruz yoksa sadece seviyor muyuz? Buna cevap vermek gerekiyor. Toplumda birlik ve beraberliği sağlamanın anahtarını nasıl anlatırsınız? Özgür insan akıl dışı bağlardan kurtulursa... İnsan başkası için seçim yapmayı bırakır alternatif üretirse... İnsan kendisini keşfedip başkasının da keşfetmesine izin verirse... İnsan toplumun faydasına olan düşünce ve davranışlarını geliştirirse... Tabular, korkular ve yanlış inançlardan kurtulabilirse... Toplumun amacı ile kendi amacını özdeşleştirebilirse... İnsanlar dünya insanı kavramını içselleştirebilirse, az şeye sahip olsa da çok olabileceğini keşfedebilirse... Kısacası, insana doğru çabalarımızı istikrarlı hale getirebilirsek birlik beraberlik sağlamanın anahtarını bulmuş oluruz. İnsanlığın güçlü olmaya değil, sakin kalmaya ihtiyacı vardır. Ülkem insanı son yıllarda hem çok fazla gergin, hem çok az umutlu... Onlara nasıl bir reçete yazarsınız? Şimdiki zaman putlarımız var, sistemli şekilde özendirilen aç gözlülüğün para, güç, şehvet, başarı, yiyecek, içecek, eşyalar gibi nesneleri var. İnsan bu araçlara tapıyor. Putları güçlendikçe kendisi yoksullaşıyor. Kendini o denli boş hissederki, sevinç yerine heyecan peşinde koşabilir. Yaşamın yerine araç gereç sever, gelişme yerine zenginlik peşinde koşar ve hepsine sahip olmak ister. Kişisel olarak bu farkındalığa lafta değil akılda ulaşmalı insan. Biriktirmeyi bırakıp paylaşmaya odaklanmalı. Teşekkür ve şükür kavramlarında samimi olmalı. Az yemeli, az ve derin uyumalı, yürüyüş yapmalı, dışarda değil evde yaptığı yemeği yemeli, az internet ve tv izlemeli. Sanata ilgi duymalı, kitap okumalı, geçmişiyle yüzleşmeli, hedefleri olmalı, her gün en az 5 dakika sessiz kalmalı, doğaya özen göstermeli, hayvan beslemeli, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeli. Bol bol su içmeli, dengeyi bulmalı... Yaşamın parçası olmalı ve dışına çıkmamalı. Bundan sonraki hedefiniz dünyaya açılmak galiba... Bu konuda neler yapmayı planlıyorsunuz? Carpe Diem kitabım İngilizce'ye çevrildi ve New York'ta bir yayın evinden teklif geldi. 13 Aralık’tan sonra o görüşmeler için gideceğim. Almanya'da bir ofis açtık, Avrupa merkezli çalışacağız. Yurt dışında kendimi biraz daha geliştirmeliyim ve sonra yabancı basında yer almak için çalışmalara başlamak gibi bir hedefim var. Ben ve ekibim elimizden geleni yapacağız