Selçuk Orhan’ın kaleme aldığı araştırma-inceleme kitabı ‘Sorularla Oğuz Atay’ benim gibi yazarın hayranları için değerli bir hediye.
40 yılı aşan süredir edebiyatımızın en tartışılan yazarlarından biri Oğuz Atay. Okurları zorlayan bir yazar. Bu kitap, Atay’ın yapıtları ve düşüncelerine rehberlik ediyor.
İlgimi çeken bölümlerden biri aslında tartıştığımız ama bir türlü nihayetlendiremediğimiz ‘aydın olma’ meselesi.
Kitabın sorusu şu: Oğuz Atay söz konusu olunca bu ‘aydın’ sözü neden bu kadar çok dile getiriliyor?
Kime aydın denir?
Aydın sorumluluğu nedir?
Köklerini Antik Yunan düşüncesine kadar götürebileceğimiz bir tartışma.
Selçuk Orhan, haliyle bugün artık kabul ettiğimiz, örneğin ırkçı ya da başka gerici ideolojilere mensup kişileri de aydın tanımı içine kattığımızdan bahsediyor ve diyor ki, “Aydın deyince bir entelektüelin (özünde yine Batı’da doğmuş olan) aydınlanma felsefesinin evrensel olarak kabul görmüş insanlık değerlerine bağlı olması beklenir. İnsanların eşit ve özgür doğduğu, herkesin kendi davranışlarından sorumlu olduğu, herkesin kendi yazgısını tayin etme hakkı olduğu, herkesin düşüncesini ifade edebilmesi gibi fikirler, bu felsefeyle birlikte ortaya çıkarak gelişmiştir. Bugün sadece sağduyu yoluyla bile vazgeçilmez olduğunu düşündüğümüz bu temel kabullerin en fazla 300 yıllık bir geçmişi vardır.”
Oğuz Atay’ın romanlarında aydın olarak tarif edilen kişiler de bu standartlarla ilgili geçer not aldığını söylüyor Selçuk Orhan, ki katılmamak mümkün değil. Ben sözü yine kendisine bırakayım: “Batı ölçülerine göre iyi sayılabilecek düzeyde eğitim almış mühendislerdir Turgut ve Selim. Hikmet de eğitimli bir insan olduğunu belli eder. Bunlar yabancı dil bilir, dünyayı takip edebilir ve dünyayı bilgi birikimleriyle yorumlayabilirler. Sanat, bilim ve sanayi alanlarında yaratıcı olabilecek kişilerdir ama hepsinden önemlisi, yaşadıkları toplumla ilgili iyi ya da kötü dile getirmeye çabaladıkları birtakım görüşleri, hatta belki gerçekleştirmeye çabaladıkları birtakım görüşleri, hatta belki gerçekleştirmeye çalıştıkları bazı niyetleri vardır. Atay’ın aydınları, toplumla aralarında derin bir uçurum olduğunun bilincindedir. Aynı zamanda başka aydınlarla da düşünce birliği kurmazlar…”
Okurken kiminiz haklı bir tespit diyeceksiniz, benim gibi.
Kiminiz itiraz edeceksiniz.
Ama bu kitabı alıp okuyun isterim. Bir sonraki başlık, bu tespitten de düşündürücü gelecek size.
Başlık şu: Ama Selim Işık ya da Turgut Özben, öyle televizyonlara çıkan aydınlara hiç benzemiyor…
Bu hafta iki kitap okudum. Biri ‘Sorularla Oğuz Atay’ diğeriyse Umberto Eco’nun ‘Televizyona Dair’ kitabıydı.
İtalya’da ilk televizyon yayınlarının başladığı 1956’dan televizyonun toplumsal kültür üretiminde ve dönüşümünde baskın denemeyeceği bir döneme, ekranın internet ve sosyal ağlarla birleştiği 2015’e uzanan yazıları kapsayan bu kitap ve Selçuk Orhan’ın aydın tartışmasını yeniden açabilecek ‘Sorularla Oğuz Atay’ kitabının aynı haftaya denk gelmesi benim için zihin açıcıydı.
Aklım yine vasatlığa gitti, geldi… Vasatın hüküm sürdüğü çağımızda gelin bu iki kitabı okuyun ve nerede hata yapıyoruz, biraz düşünelim derim.
Umberto Eco’nun kitabını ayrıca haftaya konuşacağız. İyi okumalar.