“Enseyi karartmayın” demişti ya...
Aslında...
Enseyi ilk karartan o oldu!..
Hep anlattı:Turgut Özal’la tanışmış ve anlamış ki; ikisi de aynı toplumu oluşturmak istiyormuş!
Hiç inandırıcı değildi!
Sihirli sözcüğü “bedel” idi. Hep, “bedel ödemekten” yakındı.
Bir daha “bedel ödemek” istemedi. Hepsi bu...
Tüm “yoldan ayrılıp dönmek isteyenler” gibi “döneklik manevrasını” fikirle taçlandırmak istedi. Hepsi bu...
Yani, ayartılmadı. Teşneydi.
En soldan en sağa savruldu; neoliberalizmin/vahşi kapitalizmin bayraktarlığını üstlendi.
Özal’la “düşünsel ortaklık” kurmasını şöyle okumalıyız:
Katledilen sosyalist Allande’nin safından, katleden darbeci faşist Pinochet tarafına geçti. 1970’lerde Hayekler-Friedmanlar tarafından “Şili laboratuvarında” oluşturulan neoliberalizme boyun eğdi.
Her şeyin alınır ve satılır olduğu- “serbest piyasaya” düştü.
Döneme yenildi.
Yoksulları, emekçileri, köylüleri ve yoldaşlarını sattı!
Düzene teslim oldu.
Onun için bağımsızlık ve ulusal onur alay konusuydu artık. Tek kurtarıcısı vardı; AB!
Zengin burjuva masalarında solgun kırmızı karanfil olmayı tercih ederek yeni hayata soyundu.
Paşa torunu, aslına rücu etti!..
İtiraf etmeliydi
Çetin Altan son mektubunda diyor ki:
“Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan.
Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi...”
Sanırım son şakasını yapmış olmalı!
Desteklediği Özal’ın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın demokrasiyi getireceğine mi inanmıştı?
Demokrasiyi değersizleştiren bu vahşi piyasa hegemonyası değil midir?
Özgürlüğü ve barışı, vahşi kapitalizmin yok ettiğini nasıl görmez, anlamaz?
Hayal ettiği ülkeyi “kumarhane ekonomi” ile inşa edecekti!
Şaka mı bu mektup?
Ne yazdığının farkında mı?.. “Yeni muhafazakarlık” diye yutturulan dinci iktidarların bu toplumu uygarlaştıracağına mı inandı?
Hepsi hayal ettiği ülke içinmiş meğer...
Özal sayesinde yaptığı tv programlarında ve yazdığı “liboş kalesi” Sabah’ta “piyasaya” övgü dizmesinin sebebi buymuş!
“Değişim masallarıyla”; ülke ekonomisinin, ülke siyasetinin ve ülke kültürel hayatının yok edilmesine kılıf bulmaya çalışmasının sebebi buymuş!
Hadi canım sizde...
“Yeni halkı” toplumsal muhalefeti yıkarak mı yaratacaktı Çetin Altan?...
Gül’ün gülle tartıldığı bir dünyayı kurmaktan vazgeçip, paranın tapılan tanrıya dönüştürülmesinin aracısı olduğu için özür dilemeliydi!
Son mektubunda özeleştiri yapmalıydı!
Bugün bu topraklarda tüm değerler parayla alınıp satılıyorsa, vebalinin omzunuzda olduğunu itiraf etmeliydi!
Üç-beş badem bıyıklı yapmadı bu büyük çöküşü; son 35 yılda Çetin Altanlar çok zarar verdi bu canım ülkeye!
Ölçüyü kaçıracak şekilde “kafasız düşünme” dönemini alkışlaması unutulabilir mi?
Maalesef... Çetin Altan çoktan ölmüştü aslında...
Kavga ettik
Marksizm bizim topraklara bilim olarak gelmedi/gelemiyor.
Ülkemizde türküyle-şiirle; vicdanla- ahlakla solcu olundu/ olunuyor.
Sosyalizm bilgisinin yüzeysel olduğu, bilinç noksanlığının yaşandığı 1960’lı yıllarda, Çetin Altan gibi kalemi ve ağzı laf yapan birinin yıldızının parlaması kolay oldu.
“Aramanın” değil “bulduğuna inanmanın” dönemiydi o yıllar.
Oysa...
Çetin Altan’ın entelektüel zenginliği yoktu. Kaba bir sömürü edebiyatıyla romantik gençlerin alkışını alan politik meddahtı.
Bugün... Vıcık vıcık övgüyle “filozof mertebesine” ulaştırılan Çetin Altan’ın özgün tek düşüncesi yoktur.
Tanzimat döneminin tercümeci/aktarmacı münevverlerinin son temsilcisiydi. Yani...
Az gelişmiş ülkenin ucuz sözlerin kahramanı!
Kendini geliştirmek istemedi. Hesabını bilen “esnaf aydıncığı” olmayı tercih etti! Sonuna kadar yararlanmasını da bildi.
12 Eylül rejiminin yarattığı “kültürel hegemonyanın” medya ve edebiyat lobileri sayesinde, el üstünde tutulup, “ömrü” uzatılmaya çalışıldı. Örneğin..
“Yazı ustası” dediler! Sormazlar mı; sizin çıtanız nerededir?
Sadece iki yazı yazdı. Birini 1960’lı yıllarda, diğerini 1980’li yıllarda! Diğerleri sadece tekrardı!
Edebiyatçılığı mı? Erdoğan tarafından ödüllendirildi; daha ne olsun!
Uzatmak istemiyorum.
Yoldan ayrılıp geri dönenlere sözüm olmaz.
Devrimcilik bu topraklarda ağır işçiliktir. Yükü kaldırmak zordur; dönek’i anlarım.
Acı çekme yeteneği her insanda olmaz, bilirim.
Ancak...
Ruhunu satıp, omurgasını aldırmış kimi dönekler, döneklikle kalmıyor; çektikleri tüm acılara rağmen bu ülkeden ve bu toprağın insanından umudunu kesmeyen ülkenin fedakar çocuklarının hayatlarını karartmaya çalışıyor.
Çetin Altan hep bedel ödemekten bahsetti. Fakat...
Kendisi de ağır bedellere sebep oldu. Ergenekon-Balyoz sürecinden bahsetmiyorum; bu konuda hafızalar taze.
Uğur Mumcu’ya “ajan” lekesini atmaktan geri durmadı. Vs.
Ama şimdi bunlara girmek istemiyorum.
Çetin Altan ile tanışıyordum.
Hatta, “Oradaydım” belgeselinde TBMM çatısı altında dayak yemesini konu edecektim. Çekim sırasında tartıştık. Programı terk etti.
Aylar sonra lokantada şarap kadehlerimizi tokuşturduk. Barışmasını bilmiyorsanız kavga etmeyeceksiniz. Ne kadar sert fikir tartışmalarına girsem bile selamı kesmemeyi tercih ediyorum.
Cenazesine de gitmek istedim; Sanem Altan’a baş sağlığı dileyecektim. Medyadaki abartılı övgüleri okuyunca vazgeçtim.
Bu kadar mı gerçeklerden kopuk yaşıyor medya?
Olan da yine bana oluyor; “ölenin arkasından böyle yazılır mı” diyorlar.
Ne yani...
Gerçeğin öldürülmesine sessiz mi kalayım?..