Umuttan başlayalım... İlk oyununuz da "Hiç Kimsenin Öyküsü" de savaş, umut gibi kavramlar etrafında gezinen bir oyundu, Kassandra da öyle... Krops adı zaten, "hasat" demek. Bu ismi koyarken, bir şeyler eyleyelim, seyirciyle birlikte hasadı alalım demiştik. Geçen seneki oyun da savaş karşıtı bir oyundu. Nasıl karar verdiniz Kassandra'yı sahnelemeye? Kassandra mitolojisi, figürü beni çok etkileyen bir figürdü. Geleceği görmek, ama buna kimseyi inandıramamak bana çok trajik geliyordu. Kassandra'nın kendi trajedisinden de bahsedebilir miyiz? Troya Savaşı'ndaki diğer figürlerden biraz daha geride sanki. Katılır mısınız? Evet, öyle bir yönü biraz var. Dediğin gibi, Hector savaşçılığıyla, yiğitliğiyle Troya Savaşı'ndaki bir kahramandır. Paris, Helena'yı kaçırdığı için çok öndedir. Kassandra, çok önde değil, ama savaştan önce zaten kahindi. Savaşı görür, uyarır, kimse inanmaz. Oyunun yazarı Christa Wolf, çağdaş Alman bir yazar. Onun Kassandra'sında da birtakım yorumlar var. Kassandra'nın geleceği görme özelliğinden dolayı, artı bir "tanrısal" özellik yüklememiş. Olabildiğince insani anlatmış. Baştan sonra 180 sayfalık bir kitaptır bu. Kassandra'nın ağzından bir anlatı şeklidir. Anlatıda Kassandra'nın gelgitleri vardır. Pişmanlıkları, sevinçleri, geçmişi düşünür, geçmişi değerlendirir, günümüz üve geleceği değerlendirir. Zaman sıçramaları vardır. Ben metne hiç ek yapmadım. Metindeki bazı parçaları alıp, onları kurguladım. Çok şey anlatılıyordu tabii metinde. Ben Kassandra'nın özüne dair şeyleri aldım. Kassandra'nın savaşı anlatımıyla beraber, aslında anaerkil olan Troya'nın, ki kadınlar orada erkeklerle yan yana, metinde de "Annem Hekabe, her zaman Priamos'un yanında otururdu, ama şimdi artık her şey farklılaşmaya ve patriarkal duygularla erkekleşmeye başladı" deniyor. Priamos annesinden daha yüksek bir yere oturmuştur. Onu ve Troya'nın kahramanlıklarını öven şarkıları dinlemektedir. Wolf'ün Kassandra'sındaki, "Benim gördüğümü neden herkes göremiyor" şaşkınlığı benim için çok çekiciydi.
Christa Wolf'un yazdığı oyunun İlknur İgan Türkçe'ye çevirdi. Oyunda Öykü Candanadam, Özlem Aktaş ve Özlem Durmaz yer alıyor. Oyunun kareografisi Tuğba Özkul'a, müzikleri Emin Serdar Kurutçu'ya ait. Dekor ve kustümde Rabia Kip, ışıkta ise Yüksel Aymaz yer alıyor. Yönetmen Dilek Güven'in yardımcılığını ise Nurullah Kaya üstleniyor.
Kassandra, önce Apollon'dan kahinlik istiyor, savaşın sonuna doğru da "Kahramanlara ihtiyaç duyulmayan bir dünya" hayal ediyor. Bu da onun trajedisi değil mi? Wolf, bunları metinde o kadar güzel anlatmış ki. İlknur İgan da çok güzel Türkçe'ye çevirmiş. Kassandra, kendi kendisiyle karşılaşmak, kendisine gülebilmek, kendisini tanımak için kahin olmak istiyor. Antik Yunan'daki tanrılar da insani özellikleri olan tanrılardır. Kehanet yetisi olan ve bunu dağıtan Apollon'un rahibesi olur Kassandra. Apollon, Kassandra'yı beğenir ve onunla beraber olmak ister. Önce kabul eder Kassandra bunu. Karşılığında da kehanet yetisini ister. Anlaşırlar, fakat Kassandra yeteneği aldıktan sonra kendisini Apollon'a vermekten vazgeçer. Bunu da çok güzel anlatır metinde: "Bir tanrı tarafından istenmek, bir ayrıcalık değil miydi?" Ama Kassandra, bunu kabul etmez. Metinde Kassandra'nın hem başkaldırısını, hem içe dönüklüğünü, hem de akıl ve duygu arasındaki gidiş gelişlerini görürüz. Daha sonra Apollon, çok sinirlenir ve onu lanetler. "Geleceği göreceksin, ama kimseyi inandıramayacaksın" der. 'DÜNYAYA VE TÜRKİYE'YE KARŞI UMUTLU DEĞİLİM' Sahneleme biçimi de çok özel. Seyrederken hem soyut hem de somut düşünceler doluyor zihnimize... Modern ve antik öğeleri görüyoruz oyunda. Bunu nasıl sağladınız? Bu çok kafayı karıştıran bir konu. Açık biçem, kapalı biçem, modern oyun, klasik oyun gibi birtakım sınıflamalara çok takılıyoruz. Avrupa tiyatrosunda bu sınıflamalar artık yok. Ben de bunu koyarken, böyle bir sınıflama hiçbir zaman gütmedim. Benim vermek istediğim şey; genel olarak zamana karşı, bu çağa karşı, dünyaya karşı, Türkiye'ye karşı umutlu değilim duygusu. Neden umutlu olmadığımı bir şekilde göstermek istedim. Oyunda açılan sandık hem Kassandra'nın bilinçaltı, hem de bütün insanlığın bilinçaltı gibi... Upuzun bir metin var elinizde. 20 sayfaya indi diyelim, nasıl seyirciye aktaracaksınız? Tek başına oyuncularla anlata da bilirsiniz. Orada bir eylem olması gerekiyor. Birtakım metaforları kullanarak, biraz koreografik bir şekilde, ki koreografiyi de Tuğba Özkul yaptı, sergiledik. Bu formül seyirciyi de tetikliyor değil mi? Evet, seyirciyi çok şaşırtıyor. Bu aslında bizim bildiğimiz klasik izleği kırıyor. "Allah, allah sandıktan kola kutusu nereden çıktı?" diye soruyor. Ben de diyorum ki, "Ben bu oyunu o kola kutusu için yaptım." Güncel meseleler etrafında da dönüyor... Savaşlar, para karanma hırsları, kapitalizm... O kutu kola, kapitalizm tabii ki. Zincir, kölelik... 'PARA KAZANMA HIRSI BİRÇOK ŞEYİN ÖNÜNE GEÇMİŞ' Kassandra'da Antik Çağ'dan bugüne zerafete, estetiğe, güzelliğe karşı bir şey değişmediğini de görüyoruz. Bu da umut kıran bir şey mi? Her zaman birileri harekete geçmiş, para kazanma hırsı birçok şeyin önüne geçmiş. Savaşlar da para kazanmak için. Birileri birilerini kışkırtıyor, savaş çıkıyor, birilerinin cebi doluyor. Bu çağa ilişkin de göndermeler vardı tabii. Ben bu çağda insanların, çok insansızlaştığını düşünüyorum. Bir yandan internet bambaşka bir çağ açtı. Ama bu sosyal medya mı, yoksa sosyalleşememe medyası mı? Biraz özlüyorum aslında geçmişi. Pet şişede su satılıyor mesela... Biliyoruz ki, böyle giderse su falan kalmayacak dünyada. Kassandra'nın dediği gibi "Gelecekte yaşamlarını zaferle değiştirmek isteyen insanlar olabilir" mi? Olması için ne yapmamız gerekiyor? Olabilir mi, bilmiyorum. Bir şeyin başlangıcı, bir şeyin sonu oluyor aslında. Bu bir döngü. Ne bitecek de, ne başlayacak, bunu bilmiyoruz. Yolda bize düşen "umut" denilen kelime üzerinde düşünmek. Umut, eyleme dönüştüğü zaman bir umuttur. Yoksa hiçbir şey eylemeden umut etmenin bir anlamı yok. Birey olarak, bir şey eylememiz gerekiyor. Ödenekli tiyatrolarla ilgili üç yıl önce çok tartışma dönüyordu ama bugün gündemde yok. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ödenekli tiyatro konusu kaçıncı sıralara indi. İstanbul'da 250 tane aktif özel tiyatro var. Bunlara konuşmaktan ödenekli tiyatrolara konu gelmiyor. Bu müthiş bir dinamizm, ama beni şaşırtıyor. Ben desem ki, "Türkiye'de kitap okuma oranı yüzde 90 oldu" desem tuhaf gelmez mi? Aynı şekilde... Naısl bu kadar tiyatro patlıyor? Bu bana çok ilginç geliyor. Siyasal kutuplaşmanın getirdiği bir şey mi acaba? Çatışmaların olduğu, ekonomik bunalımların olduğu zamanlarda tiyatro patlaması yaşanır. İkinci Dünya Savaşı'dan sonra Almanya, "Biz kendimizi tiyatroyla toparladık" der. Orada her mahallenin tiyatrosu vardır. Mahalle tiyatroları kurulur. Mahalle tiyatroları evrilir, şehir tiyatrolarına dönüşür. Böyle bir şey mi acaba? Buna da inanasım gelmiyor. Keşke parametre bu olsa diyorum. Başka şeyler de var. Çok fazla konservatuvarın olması ve çok fazla mezunun olması da nedenlerden birisi olabilir. Bu ekonomik krizde, insanlar nasıl oluyor da o bilet paralarını ödüyorlar ve tiyatrolar doluyor, bunu anlayabilmiş değilim. Burada başka şeyler de etkili. "Tiyatro, prodüksiyonel bir şey mi olmaya başladı?" sorusu geliyor aklıma. Dizi oyuncularının da tiyatro sahnelerine geçmesi bu soruyu güçlendirmiyor mu? Evet... Bunu iyi bir şey ya da kötü bir şey olarak söylemiyorum; bu kadar tiyatronun olması iyi bir şey. İnsanlar, gidiyorlar, izliyorlar. Sonra analiz ediyorlar. Ama bu şöyle bir şeye de götürür: Tiyatro, popülizmin ve televizyon dizilerinin arka bahçesi olur. "Ne kadar tiyatro ya da ne kadar tiyatro seyircisi?" diye kocaman bir soru işaretiyle karşı karşıya kalırız.
Krops Tiyatro'nun kurucusu, Kassandra oyununun yönetmeni Dilek Güven.
'SEYİRCİNİN BUNA ALIŞMAMASI GEREKİYOR' Özel tiyatroların fazlalaşması Türk tiyatrosunun geleceğini nasıl etkiler? Ödenekli tiyatrolara baktığında bir özgürlük alanı demek. İstediği oyunu oynar. Ödenekli tiyatrolardaki kadar üstten karışan olmaz. Kendi özel alanıdır o. Niteliği nasıl etkiler? Niteliği iyi olmayanlar zamanlar elenirler diye düşünüyorum. Niteliği olanlar da birtakım alternatif yollara gidebilirler. İşletmeci olarak düşünelim; sen bir şeyi üretiyorsun ve satışa sunuyorsun. Bunu alacak insan sayısı belli. Özel tiyatro sayısı artıyor ama seyirci sayısı artıyor mu? Artmıyor... Keşke seyirci aynı oranda artsaydı. Bu da şöyle bir şeyi getirebilir: Belli bir seyirci pastası var, bunun da bütçesi belli, parasını riske etmek istemez, bildiği tiyatroya gider. Bu da küçük tiyatroları negatif etkiler. Küçük tiyatrolar yol ayrımına gelirler ve "Ben de ayakta kalanlar gibi yapayım" diyebilir. Piyasada "prodüksiyon kuralları" oluştu bu sezon... Ekonomik olarak güçlü kurumların, televizyon yıldızlarının olduğu oyunları sahnelemesi seyirci açısından nasıl bir etki yaratır? Seyircinin buna kesinlikle alışmaması gerekiyor. Bu televizyonlardaki reyting sistemine döner. Seyirci bunu istiyor diye saçma sapan yere gider. Benim dizilerle alakam yok ama, birçok yabancı dizi izledim. Arada çok büyük fark var. Elbette ki, star kullanılabilir, ama bir şeyi garantilemek adına oluyorsa, bu tiyatroyu çıkmaza götürür. Niteliğini düşürür. Şöyle bir düşünce biçimi de var; "Her halükarda seyirci tiyatroya geliyor, ayağı alışıyor." Ayağı alışır ama ya tiyatrodan soğursa? Sanat, her zaman işportası yapılacak bir şey değildir!