Birtakım garip rüyalarda siyah giyen bir adam ve Roland adlı gizemli ve usta bir silahşörü gören Jake adlı bir çocuk, bu rüyaları kendi kendine resmetmektedir. Babasının ölümünden sonra annesi ve üveybabasının sorunlu olarak gördüğü Jake, aslında esrarengiz birileri tarafından da takip edilmektedir. Bir şekilde evden kaçarak rüyalarının gösterdiği yöne doğru ilerler ve çizimlerini yaptığı o paralel evrenin içine giriş yapar. Gerçekten de ‘siyah giyen adam’, Jake gibi özel bazı çocukları kullanarak, bütün gizli evrenleri koruyan Kara Kule’yi yıkmayı ve dünyadışı varlıkları içeri sokmayı planlamaktadır. Silahşör ve Jake buna engel olmaya çalışır.
Kitapları bunca senedir efsaneleştirilen bir seri için ne kadar talihsiz bir başlangıç aslında. Dünyayı yoketmeye çalışan ve bunu neden yapmak istediği bir türlü anlaşılamayan bir kötü adam; nereden nasıl geldiği, neler yaşadığı hiç bilinmeyen bir silahşör ve benzer filmlerde defalarca gördüğümüz klişelikte bir çocuk karakter... Belki bizi 95 dakika boyunca oyalıyorlar ama arkasında Stephen King ve 8 kitabı olan, milyonlarca hayranın yere göğe koyamadığı bir büyük hikayenin sıradan bir ergen eğlencesi gibi kurgulanmış olması baştan bir büyük strateji hatasını ortaya koyuyor. Böyle tasarlanmış olduğunu küçük ürün yerleştirmelerle bile desteklemişler. Filmin bir yerinde kolalı bir asitli içeceğin adı geçirilmeden reklamı yapılıyor mesela.
“Kara Kule” kendine ait bir evren de yaratamıyor maalesef. Jake’in geçiş yaptığı paralel evrenin, zaten içinde bulunduğundan pek de bir farkı yok mesela, sadece daha kırsal bir yer! Yani aynı zamanın, aynı atmosferinin başka bir köşesi gibi alt tarafı. Danimarkalı yönetmen Nikolaj Arcel’in ülkesinde çektiği dikkat çekici “Yasak Aşk”tan (A Royal Affair) sonra böyle bir proje için yanlış seçim olduğu da çok aşikarmış. Nitekim kan uyuşmazlığı her sahnede kendisini belli ediyor. Arcel sıradan bir Hollywood gişe yönetmeni performansı çıkarmış, maalesef elindeki iki karizmatik oyuncuya rağmen akıllarda kalan vuruculukta sahnelere imza atamamış.
Siyah Giyen Adam’da Matthew McConaughey, Silahşör’de de Idris Elba çok daha iyi yazılmış bir senaryoda karakterlerini dolu dolu canlandırabilecek güce ve karizmaya sahip oyuncular. Ancak maalesef yanlış bir stratejinin kurbanı olmuşlar. Aslında bu farklı bir karizması ve prestiji olan serinin bunca sene çekilememesi belki de en büyük sorunu. Çünkü çok fazla taklitleri yapıldı, bütün parlak fikirleri başka başka hikayelerde bölük pörçük kullanıldı. Bu yüzden orijinali taklit gibi, sıradan bir eğlence gibi kaldı. “Kara Kule”nin bu ilk filmden sonra beyazperdede devam etmesi biraz zor. Belki farklı oyuncularla televizyonda devam eder yoluna. Daha iyi de olur, çünkü Hollywood’da en zeki yapımlar artık sinemadan çok televizyonda ya da internet platformlarında çıkıyor karşımıza...
Beğendim
Oyuncular
Beğenmedim
Senaryo
2 yıldız
Kara Kule
The Dark Tower
Yönetmen: Nikolaj Arcel
Oyuncular: Idris Elba, Matthew McConaughey, Tom Taylor
95 dakika, 7+
Tek başına bir anne!
“Anne”nin başrolünde eğer Halle Berry gibi bir oyuncu ve onun samimi performansı olmasaydı çok farklı değerlendirilebilirdi. Küçük oğlu Frankie’yi zar zor kendi imkanlarıyla ve yalnız yetiştirmeye çabalayan Karla’nın nefes nefese geçen mücadelesini izliyoruz filmde. Oğlunu parkta birden gözden kaybeden Karla, onun zorla bir araca bindirildiğini son anda farkeder ve canhıraş bir şekilde arabasına koşarak otobanda peşlerine düşer.
Filmin ilk yarısı Karla’nın tek başına, neredeyse “Hız Tuzağı” (Speed) filmindeki gibi adrenalin yüklü hızlı kovalamacasına ayrılmış. Senaryo film boyunca Karla’yı yardımsız bırakmaya gayret gösteriyor. Oysa ABD’de bir çocuğun başına bir şey geldiğinde bütün refleksler en yüksek perdede kendisini gösterir. Senarist burada birtakım hamlelerle bu yalnızlığı kurmuş. Karla’nın cep telefonunun şarjının bitmesi, sonra da düşürmesi, otobanda yaşanan kazalardan sonra polisin yanlış aracı yakalaması gibi numaralar var. Eğer filmin hızlı bir kurgusu ve Oscarlı oyuncusu Halle Berry’nin inandırıcı, içten performansı olmasa hikayenin buraları daha sorunlu bulunabilirdi doğrusu. Zaten "Anne"de iki mesele çarpışıyor sürekli: Hikayenin inandırıcılığındaki kimi zaaflar ve hikayenin sağlam kurulmuş duygusal gücü. Halle Berry’nin özellikle oğlunun kaçırıldığını anladığı sahnedeki umutsuzluğu, kendisini hiç hesapsız, düşünmeden ileri atışı o kadar tüyler ürpertici bir inandırıcılıkta ki diğer her şeyin önüne geçiyor.
Filmin hikayesinin ikinci kısmında ise Karla’nın çocuk kaçıran insanların evlerinde geçirdiği bir kısım var. İlk kısmın aksine burası korku filmlerine yaklaşan bir tavırla ele alınmış. Bu kısımda da Karla’nın yalnızlığına halel gelmemesi için özen gösterilmiş. Karla’nın yalnızlığı korunarak annelik duygusunun gücüne sığınılmış. Karla’nın arabasının sağlamlığı da ufak bir ürün yerleştirme operasyonu gibi görünebilir açıkçası... Yine de “Anne”, başından sonuna heyecanla izlenen, Halle Berry’nin performansıyla da belli sahnelerde cazip hale gelebilen akıcı bir gerilim filmi.
3 yıldız
Anne
Kidnap
Yönetmen: Luis Prieto
Oyuncular: Halle Berry, Sage Correa, Chris McGinn
94 dakika, 13+