Merkez Bankası diyor ki: “Çıktı açığı, ekonomideki fiyat baskılarının değerlendirilmesinde önemli bir para politikası değişkenidir. Enflasyon hedeflemesi rejiminde merkez bankaları; gerçekleşen yerine, geleceğe ilişkin enflasyon beklentilerine göre politikalarını şekillendirir. Çıktı açığının negatif olduğu alanlarda bu durumun ekonomideki zayıf talepten kaynaklanan arz fazlalığı veya atıl kapasite nedeniyle, enflasyonda düşüşe yol açacağı öngörülür.”

Peki ne zaman olacak bu iş? 

Enflasyonun Eylül’den sonra ivme kaybederek yılı 38 ile kapatmasını bekliyorlar…

Mümkün müdür? 

Bence değil… 

47-50 arasında bir rakam daha mantıklı gözüküyor. Nedenlerimi sıralayayım:

1-Pazartesi %70 civarında zirve yapan bir enflasyona ulaşacağız. Bundan sonra baz etkiyle, yani geçen yıl aynı aylarda %9 civarında artmış enflasyonun bu sefer Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında rakam olarak daha az arttığını göreceğiz. 

Başka bir ifade ile “enflasyon artış hızının” azaldığını göreceğiz. Bu gerileme toplamda 20-22 puan olsa 48/50 civarına inebiliriz.

Politika faizinin 50 olduğunu biliyoruz, enflasyon bu faizin altına inmezse, Merkez’in tahminleri tutmazsa gelen yabancı sermaye kalmaya devam eder mi? Faizin enflasyonun üzerinde olması pozitif reel faizdir. Bunu vermezseniz bırakın yabancıyı yerli lirada kalır mı? 

Tahminler neden tutmayacak? Şimdi o konuyu açalım…  

2-Sonbaharda yukarıda bahsettiğimiz baz etkisinin ortadan kalkışını “yaz etkisi” takip edecek. Yaz aylarında görülen bereketin azalması gıda öncelikli olarak fiyatları yukarı çekecektir. 

Eylül sonu gıda liderliğindeki fiyat artışlarının Merkez’in oyun planını bozacağını değerlendiriyoruz. Buna dayanak noktamız ise tarım ve hayvancılıkta fiyatları aşağıya çekecek üretici dostu reformların ve yardımların yapılmamasıdır. 

Ayrıca piyasada üretimden tüketime kadar geçen süreçte, üreticilerin alın terini sömüren “aracı hakim fiyat sistemi” aşırı kâr hırsı ile Merkez’i boşa düşürecektir. 

Bakın yaz aylarında olmamıza rağmen TZOB verilerine göre Mayıs ayı üretici ve market arasındaki fiyat farkları:

- Kuru incir %293
- Limon %284
- Salatalık %247
- Elma %233
- Kuru soğan %213

Yaz günlerinde bile ürünlerde böyle anormal farkların olması dağıtımda aracıların fiyatı kendi çıkarları için şişirdiğini göstermektedir. 

Bu noktada lojistik maliyeti ya da yakıt masrafı savunmaları haklı olsa da, bir ürüne yüzde iki yüz zam yapacak kadar da olmadığını söylemek gerek. 

Hele ki, 1-31 Mayıs arasında mazot fiyatı değişmemişken bu artışların tek açıklaması üreticinin aracı tarafından sömürülmesidir.

Her zaman söylediğimiz gibi Türkiye’de fiyat artışlarını çözmek sadece Merkez’in para politikası ile mümkün değildir. Ülkemizde enflasyonun ana nedeni üretim ve dağıtımda karşımıza çıkmış denetim eksikliği, başıbozukluk, kontrolden çıkmış aracılar ve üreticilerin aşırı kâr hırslarıdır. 

Sorunun sadece aracılara bağlı olmadığını, üretimde de sıkıntıların olduğunu yinelemekte fayda vardır. 

Artan mazot, gübre, tohum, işçilik maliyetleri neticesinde azalan tarım alanlarına karşı sadece sayıları 10 milyonu bulan Arap kökenli hızla üreyen kitle ve ülkenin 85 milyonluk yerli sakini mevcuttur. 

Talebin arzı katladığı bir piyasada fiyatların aşağı inmesini beklemek hayalden öteye gitmez. 

3-Şimşek’in yüksek faiz politikası ile her hafta sırf tahviller yolu ile milyar dolar seviyesinde sıcak para dediğimiz “vur kaç” sermaye girişi gözlenmektedir. 

Bu sıcak para 2 ay önce -60/65 milyar dolar olan Merkez Bankası eksi rezervini artıya çevirmiştir. Kura da baskı yaparak 32 civarında seyir sağlamıştır. 

Kurun sabit kalmasının ilk bakışta girdi maliyetlerini tutarak “kur geçişkenliği” ile enflasyonu tuttuğunu sanabiliriz ama iş öyle değil.

3.1. Kur sabit kalınca tıpkı 2001 krizi öncesinde gördüğümüz gibi tüketim mallarının ithalatı artarak dolara olan talep artırmaya başlamıştır. 

3.2. İthal tüketim mallarına yönelik talebi alım gücü yüksek kesimler artırmıştır. AKP son 20 yılda gelir dağılımını bozmuş, gelir piramidinin en üstteki %10’luk kesimi hasılanın %70’ini almıştır. Haliyle Şimşek faiz artırsa bile, bu kesim kaynakların çoğuna sahip olduğu için tüketmeye devam edecektir. Başka bir ifade ile gelir dağılımı bozukluğuna bağlı elde ettikleri para sayesinde talebi artırmaya devam ederek sabit kuru fırsat olarak görmüşlerdir. 

Artan faiz alım gücü olmayan sade vatandaşı ezmeye yaramış, onun sınırlı talebini iyice küçültmüştür. 

Sonuçta ithal tüketim mallarına taleple dolara olan talep de artarak dış ticaret 
dengesinde sıkıntı yaratacak, talebin hem iç hem dış yönlü artması enflasyonu canlı kılacaktır. 

3.3. Diğer konuda sermaye girişlerinin uzun vadeli yatırımlar değil tamamen yüksek faizi almaya çalışan yağmacı gruba ait olmasıdır. Bu grupların ülkeye giriş hızı oldukça yüksektir. Bu hızla eksi rezerv artıya dönmüştür lakin sonbaharda enflasyonda düşüşün yapısal sorunlar nedeniyle devam etmediğini gördüklerinde giriş hızlarından daha fazla bir süratle ülkeden ayrılacaklardır. Bu da kurları oldukça oynak kılabilir. 

3.4. Yüksek faizlerin de yağmacı sermayeyi yurtta tutabilmek için sürekli yukarıda tutulmasının da imkanı yoktur. İş hayatı, yüksek faizlere, kışa girerken daha çok itiraz ederek siyasi kanadın ekonomi yönetimine baskıyı artırmalarını sağlayacaktır. 
ABD Merkez Bankası’nın başlatacağı faiz indirimleri bu baskıyı daha da artıracak, yapısal sorunları çözülmemiş ekonomide faiz indirimleri enflasyon yükselirken piyasaları zorlayacaktır.

Şimşek ile yaz günleri mutlu mesut geçer, buna diyecek bir şey yok. Haziran sonunda Türkiye’nin meşhur Gri Liste’den çıkışı, Moody’s not artırımları para politikalarına övgüleri artıracaktır. Ama yaz bitince ekonomin sadece para değil, üretim olduğu da hatırlanacaktır.