Gülten Taranç: Kadına şiddetin coğrafyası olmaz
'Yağmurlarda Yıkansam' adlı filmiyle başarıya ulaşan genç yönetmen Gülten Taranç Sözcü'ye konuştu...
Gülten Taranç, 90 doğumlu bir yönetmen. Genç yaşında birçok kısa filme imza atan Taranç, yurtdışında çeşitli fotoğraf sergileri açtı. Müzikle de yakından ilgili olan yönetmen 'Yağmurlarda Yıkansam' adlı filminin söz-müziğine de imzasını attı. Son zamanlarda, "Şişman olduğum için iş vermiyorlar" şeklinde yaptığı açıklamalarla gündeme gelen Taranç, sektördeki mücadelesini Sözcü'yle paylaştı...
Yağmurlarda Yıkansam'ın tam anlamıyla mutfağına girmişsiniz. Söz, müzik hikaye size ait. Bizimle de paylaşır mısınız o süreci?
Senaryomuzu Çağla Cambaz ile yazdık. Bir hikaye ancak beni uyutmadığında çekiyorum. Hikayeyi bir puzzle gibi düşünün. Kendi başıma gelen şeyleri filmin karakteri Hale gibi düşünüp yazmaya başladım. Evimin her yeri notlarla doluydu. Üç sene bir bodrum katında insan içine çıkmadan yazıldı bu hikaye. Zorlu bir süreçti ama hikaye tamamlandığında düşlediğim şeyi yaptığımı gördüm. Söz-müzik aşaması da böyle gelişti.
Altın Portakal'la tanıdı sizi Türkiye. Biraz da sizden dinleyelim mi ?
2008-2009 seneleri arasında Meksika'da yaşadım. Orada Latin dansları eğitimi aldım. Daha sonra 9 Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi'nde başladım eğitimime. Yaklaşık 10 senedir kısa filmler çekiyorum. Çeşitli ülkelerde fotoğraf sergileri açtım. Kendi ülkemde sürekli bir şeyler yapmaya çalışsam da dönüşler genelde yurtdışından geldi. Türkiye'de faydalı bir şeyler yapmak istiyorsun Atina'dan yanıt alıyorsun. Bu da ciddi bir hayal kırıklığı yaratıyor. Hayatımın dönüm noktası ise Altın Portakal oldu.
Filmlerinizde genelde kadın teması ön planda. Kendinizden bir şeyler var mı o filmlerde?
2009'dan beri kadın temalı filmlere yoğunluk verdim. İlk filmim Pembe Mariachi'de farkındalığa vurgu yaptım. Sadece birbirini farkeden kadınlarla ilgiliydi. En çok ilgi gören projelerimden biri şişman kadınları anlatan Obezonlar'dı. Manşetlerde sürekli bir kadının tecavüze, şiddete, katledilişine şahit oluyoruz. Ben bu olayların dışında, kadına dair güzel şeyler işlemeye karar verdim. Umudunu, mücadelesini ele aldım ben kadının. Kendim gibi...
"Şişman olduğum için kimse bana iş vermiyor" demişsiniz. Akıl alır gibi değil... Nasıl gelişti bu diyalog?
Ne yazık ki korkunç bir önyargıyla yaklaşıyorlar bana. Bu işin hareket istediğini ve kilolu bir insan bünyesinin bu işin altından kalkamayacağını söylüyorlar. Şişman bir insanın bu sektörde yeri yokmuş gibi... Oysa benim yeteneğim ve emeğim onların estetik yargılarından ibaret değil. Film, geçmişinden kurtulamayan bir kadını anlatıyor. Yani beni... Bu da çok bağlayıcı oldu haliyle. Bu filmi izlemeden, "Üstüne bir bardak su iç" diyenlere inat yılmayacağım.
SİNEMA SEKTÖRÜNDE CİNSİYETÇİLİK
Sektörde cinsiyetçi uygulamalara maruz kalıyor mu kadınlar?
İstatistikler bu konun en somut örneğini ortaya koyuyor. Türkiye'de on yönetmenden biri kadın. O kadınların yüzde 33'ü ilk filmden öteye gidemiyor. Çünkü bir yapımcı bir erkeğe koşulsuz şartsız güveniyor ancak kadına güvenmekte zorlanıyor. Ayrıca yine istatistiklere göre kadınların yapımcıları ya babaları ya da kocaları oluyor. "Kadın ne anlar ki" mantığı var biraz. Peki bu ayrımcılık değildir de nedir? Ama burada genel bir sorun var. Güçlü kadın imajını çizmek bazen kadın oyuncu açısından da zor oluyor. Çünkü kadın, yaşadığı toplumdan çıkamıyor. Haliyle bu durum bir toplum sorunu. Kadını ele alıyoruz evet, peki ona ne kadar dokunuyoruz?
Abtalya Film Festivali'nde 'En İyi Yönetmen' ödülünü alan Yeşim Ustaoğlu'nun 'Tereddüt'ünü nasıl buldunuz?
Yeşim Ustaoğlu'na güvendikleri kadar bana güvenselerdi, vajinismus sahnesini aynı kalitede çekerdim. Başarılı buluyorum.
Üç dil bildiğinizi okudum özgeçmişinizde. Nedir eğitimin sektördeki yeri?
"KADINA ŞİDDETİN COĞRAFYASI OLMAZ"
Ailemin bu konudaki rolü çok büyük. Onların hayatta en değer verdiği şey her zaman eğitim olmuştur. Annem hep şunu söyler: Bir adam çıkıp simit de satabilir ama sen bir erkeğe ihtiyaç duymadan kendi ayaklarının üzerinde durabilmelisin. Bana bunu öğreten kadın profesör oldu ... Ege'de kız çocuklarına, eğitimlerine çok önem verilir. Azıcık Muğla aksanıyla Ege'yi anlattıklarını sanıyorlar. Ege onların anlattıkları gibi bir yer değil. Ege'de eğitim en önemli faktördür insan yaşamında. Bu inadım da beslendiğim coğrafyadan geliyor. Hikayeyi alıp ülkenin doğusuna götürsem deli gibi gişe yapar. Oysa İzmir'de de kadın cinayet oranı çok yüksek. Kadına şiddetin coğrafyası olmaz. Acıdan beslenmeden yazabilmek asıl mesele. Eğitimimi yaşamımdan aldım ben. Bu anlamda önemi büyüktür.
Başarılı oyuncuların sürekli yan rollerde olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sinema da ve televizyonda da belli tipler yaratıldı. Yaşı çok genç oyuncuları allayıp pullayıp önümüze sürüyorlar. Alıştığımız karakterlerin muadili çıkıyor sürekli. Ayırt etmekte zorlanıyorum bazen. Tektipleştiğini düşünüyorum ve ne yazık ki sığ bir popülarite yarattılar. Belli tipler ve hikayeler üzerinden kendini tekrar ediyorlar sürekli. Mesela köylü hiçbir şey bilmiyor sanıyorlar. Oysa köylerde her şey var, köylü hepsinin farkında. Karşılarında kandırabilecekleri bir kitle yok.
İnatçı bir yapınız var. Kredi çekip film yapmışsınız...
O krediyi bitirip ikinci filmimi yapacağım zaman, ve hikayemi daha fazla insana ulaştıracağım zaman bir şeyler yaptığımı hissedeceğim. Artık herkes beni böyle kabul edince başarıya ulaşacağım. Ancak o zaman 'ben' istediğim için zayıflamaya başlayabilirim, birileri istediği için değil. Ben insanların algılarını değiştirmeye çalışıyorum.
İkinci film yakın öyleyse...
Bundan sonra da üretmeye devam edeceğim. İkinci filmin senaryo sürecini tamamladık. Fonlara sponsor olabilecek firmalara başvurularımız başladı. İlk filmi yapmak, ortaya çıkarmak çok zordu ama ikincisinde bambaşka sorumluluklar hissediyorum.