Suriye’nin bölünmesini adım adım takip ediyorsunuz.
Peki...
İspanya Katalonya’da olanların aynı döneme denk gelmesi rastlantı mı?
Keza...
İskoçya’nın Birleşik Krallık/İngiltere’den ayrılmak isteğinden haberdarsınız. (Referandumu yüzde 45’e yüzde 55 ile kaybettiler. Gelecek sonbaharda bağımsızlık için yine referanduma gidecekler!)
Belçika’da bağımsızlık isteyen Flamanlar şimdilik susuyor; tıpkı Fransa’daki Korsikalılar gibi.
İtalya’da Padanya ve Tirol, Almanya’da Bavyera ve hatta ABD’de Teksas ayrılmayı düşünen bölgeler...
Liste uzun; Asya’ya, Afrika’ya hiç girmeyeyim...
Neler oluyor?
Nerden çıktı bu ayrılıklar?
Her şey 1970’lerde estirilen “ekonomiyi din gibi gören” neoliberalizm/vahşi kapitalizm sonucu gerçekleşti. Şöyle:
Modern ulus devleti yıkmayı hedefleyen küreselleşmeci bu iktisadi sistem, etnisite/ “öteki” kavramını kutsallaştırarak toplumsal dayanışma ülküsünü dinamitledi.
Uyguladığı kültürel kimliklere/farklılıklara dayalı ayrıştırıcı politikalar sonucu tamamen cinsellik-din vd. kimlik aidiyetlerini öne çıkarak “yeni insan” yarattı. Sürec sonunda bu “tek kimlikli insan” kendinden olmayanla bir arada yaşamak istemedi.
Neoliberalizmin bundan amacı, iktisadi sistemine karşı çıkacak “sınıf kimliğini” parçalayarak toplumsal muhalefeti güçsüzleştirmekti. Evet. Vahşi kapitalizm “ibadet alanı” haline getirdiği piyasasının “dikensiz gül bahçesi” olmasını istedi. Bu maksatla...
Kolektif kimlikleri parçaladı.
Yurttaşı öldürdü.
Tebaayı hortlattı.
Bu süreci hangi yalanla başlattı?
Yeni sömürgecilik
Türkiye...
Özal ile başladı. Çiller ile sürdü. Erdoğan ile doruğa çıktı.
Sloganları neydi:
“Yaşasın liberal demokrasi!”
Taleplerini şöyle dillendirdiler:
- “Yerel yönetimlerin demokratikleşmesi” dediler.
- “Özerklik” dediler.
- “Özyönetim” dediler.
Hepsinin “kabe’si” belliydi: Avrupa Birliği!
Avrupa Konseyi nezdinde 1985 yılında kabul edilen Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı anımsıyor musunuz: Yerel yönetimlere, kendi sorumlulukları dahilindeki faaliyetlerin önemli bir bölümünü düzenleme ve yönetme hakkı veren şart! Bu “şart” ile İngiltere, -1988 tarihli yerel yönetimler yasasıyla- yerel yönetimleri tarafından üstlenilen çöp toplama, temizlik, bina ve caddelerin bakımı, yemek sağlama, eğitim vb. sosyal hizmetlerin “rekabetçi piyasa koşulları” altında özel şirketlere devredilmesinin önünü açtı.
Sürpriz değildi. Örneğin...
Küreselleşmenin “dinamosu” Dünya Bankası’nın yerel yönetimlere olan ilgisi, 1980’lerin sonlarından itibaren ön plana çıktı. 1990’larda Dünya Bankası tarafından yerel yatırım alanları için verilen proje kredilerinde hızlı artış oldu. Küreselleşmeyi, yerelleşmeyle birbirinin tamamlayıcısı ve destekleyicisi olarak değerlendiren Dünya Bankası, 1999-2000 yılı Raporu’nda özerk yerel yönetimlerin kaçınılmaz olduğunu vurguladı.
Küresel güçler, yerel halkların kara kaşı kara gözü için mi bu “fedakar” çalışmaları yapıyordu?
Hayır!
Hepsinin altında yatan sadece ekonomik çıkarlarıydı. (İngiltere’de belediye hizmetlerinin özelleştirilmesiyle 1994 yılında özel şirketlerin sunduğu hizmetlerin yüzde 72’sini 20 şirket yaparken, üç yıl sonra ihaleleri sadece 6 şirket almaya başladı! Fransa’da bunu 3 büyük holding yapmaktadır.)
Şunu demek istiyorum...
Hava dönüyor
Neoliberalizmin yerel yönetimleri keşfetmesinin sebebi, kısmen piyasa dışı kalmış bölgeleri, ulus devletlerin koruması altından kurtararak küresel pazara açmaktı! Sağlıktan eğitime (ve hatta güvenlik) hizmetlerin yerel yönetimlerin tasarrufuna bırakılması, mali özerklik verilmesinin amacı buydu.
Aslında düzenlemeler sadece biçimseldi. Asıl hedef uluslararası tekelci sermayenin belediyeler üzerindeki etkinliğini artırmaktı. Ulusal devleti ise başkentine hapsetmekti.
Bu nedenle...
Dillerinde hep “devletin küçültülmesi”, “piyasa mekanizmasının önündeki engellerin kaldırılması” vs. vardı...
Uzatmayayım. Zamanla işte bu “küresel silah” kendilerini de vurdu.
Anımsayınız:
ABD’nin Irak’a karşı askeri harekatına iki ülke çok destek verdi: İngiltere ve İspanya!
Irak’ı bölmek isteyenlere büyük katkı veren bu iki ülke, bugün bölünme tehlikesiyle karşı karşıya!
(Şunu eklemeliyim: Barcelona’daki şiddet, “liberal demokrasi” sözünü dillerinden bırakmayan AB’nin çirkin yüzünü ortaya çıkarıverdi.
Ne oldu; hoşgörüye, insan onurunun vazgeçilmezliğine, hukukun üstünlüğüne? Barzani’yi alkışlayanların içinden Katalonya’da “küçük Hitler/Franco” çıkıverdi! Petrol kaynaklarına ulaşmak için Ortadoğu’yu çıkarlarına uygun şekilde dizayn etmek isteyenler, konu kendileri olduğunda “insan hakları” lafını unutuverdi!
Ne oldu; minarenin boyunu bile halka sormak için referandum yapan AB demokrasisine?)
Peki ne olacak?
Evet. Bumerang dönüp kendilerini vurdu!
Ne olacağını Nobel ödül garihini takip ederek bulabilirsiniz:
1970’lerde küreselleşmenin teorisyeni Friedrich Hayek ve uygulayıcısı Milton Friedman’a Nobel ekonomi ödülü vermişlerdi.
Bu yıl ödülü -bir dönem neoliberalizmin kalesi- Şikago Üniversitesi’nden Richard Thaler aldı!
Ancak. Thaler’in diğerlerinden farkı “ekonomide insan psikolojisini yok sayamazsınız” demesiydi. Yani...
Para-kâr merkezli neoliberalizmin tahtı sallanıyor, kapitalizmin çehresi değiştiriliyor. Bunun adı, “insan odaklı ekonomi” olacaktır.
Yani...
“Parçalayıcı” küreselleşmenin yıldızını parlattığı Barzanicilerin vd. işi artık zor!