Son dönem bir konu üzerine çalışıyorum:

Yakın siyasi tarihi Türk edebiyatından okumak. Bu cümle çok kişiye şaşırtıcı gelebilir; tarih, romanlardan mı öğrenilir?

Thomas Piketty “Kapital ve İdeoloji” kitabının önsözünde edebiyattan nasıl yararlandığını belirtti.

Tek Piketty değil; İngiltere veya Fransa’nın siyasi-ekonomik tarihi Dickens veya Balzac romanları okunmadan anlaşılabilir mi? Dünyanın sayılı üniversitelerinden Duke’de “Shakespeare ve finans piyasalar” dersi okutuluyor! Vs.

Romanlarımızın yakın tarihimiz ekonomi politiği hakkında yazdıklarını merak ettim. Mesela:

- “Atatürk dönemi eleştirilmezdi” yargısının hatalı olduğunu romanlar üzerinden göstermek pekâlâ mümkün:

- Reşat Nuri Gültekin, 1924’ye yayınladığı “Gizli El” romanında vurgunculuk ve nüfuz ticaretini cesaretle yazdı. 1930’ları iki cilt anlattığı “Anadolu Notları” eserinde (ve “Son Sığınak” romanında) Cumhuriyetin başarısızlıklarına değindi...

- Yakup Kadri Karaosmanoğlu 1932’de yazdığı “Yaban” romanı sadece aydınlara yönelik eleştiri değil; Türk köylüsünün zaferden nasıl pay almadığını anlattı. Atatürk’e sonsuz hayran Yakup Kadri “Ankara” eserinde baskısı polis rejimini kıyasıya eleştirdi...

- Memduh Şevket Esendal’ın 1934’te yazdığı “Ayaşlı ve Kiracıları” romanında, başkentten kesitler sunarak bürokrasiye yönelik ağır eleştiriler getirdi...

Evet, bu konuyu çalışmayı sürdürüyorum, belki yazarım bir gün...

Son bir örneğe değineyim:

★★★

Yaşadığımız ekonomik krizin halka yansıması diğer bunalımlara nazaran bu kez oldukça ağır oldu. Bunun bir sebebi emekçilerin, -mutfaklarına vs. yardımcı- köy ile irtibatı tamamen kesmesi olabilir mi? Yerelle bağını kökten koparan “köylü-işçi” artık tamamen proletarya sınıfına mı dönüştü? Bu dönüşümün romanını ne zaman okuruz?

Tarihimizde ilk işçi grevini 1872’de Kasımpaşa Tersanesi işçileri yaptı. İlk grevden 55 yıl sonra Mahmut Yesari 1927’de “Çulluk” romanında, tütün işçilerinin çalışma zorluklarını, yoksulluklarını kaleme aldı. (Ki bu romanı için bir hafta fabrikada çalıştı!)

Reşat Enis 1938’de çıkardığı “Afrodit Buhurdanında Bir Kadın” romanında maden işçilerinin sömürülmesini anlattı. Belgesel gibi bu tür tarihi bilgileri Kemal Tahir veya Attila İlhan romanlarından da bulursunuz...

Köylü temelli işçiliği (“Bereketli Topraklar Üzerinde” vd.) en nitelikli yazan kuşkusuz Orhan Kemal oldu...

Uzatmayayım, ne demek istediğimi yazar Stefan Zweig iyi vurguladı:

-“Bir belgenin orijinal el yazılı, eski ve arşivlerce tasdik edilmiş olması, bu belgenin salt bu nedenden dolayı güvenilir ve gerçeğe uygun olduğu anlamına gelmez. Aynı zaman dilimi içinde bir ve aynı olayın, dönem gözlemcileri tarafından nasıl şaşırtıcı bir farklılıkta Mary Stuart vakasından başka bir yerde tespit edilemez...”

Romanların eşsiz kaynak olduğunu gözden kaçırmayınız.

★★★

Kimi romanların hayatımda farklı yeri oldu:

Kapağında sıkıyönetim tarafından aranan 68 Kuşağı’ndan devrimci portrelerin bulunduğu, Füruzan’ın “Kırk Yedi’liler” romanı gibi! 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde toprağa gömdüğümüz kapağı yırtık bir kitaptı...

Füruzan’ın 12 Mart 1971 askeri darbesini yazdığı bu romanını “tehlikeli” bulup başka bir darbe günlerinde toprağa gömdük. Yıllar sonra gidip bahçedeki kitapları mezarlarından çıkardım. Halen kütüphanemdeler...

Pazar günü Füruzan’ın hayata veda ettiğini öğrendim. İmzaladığı kitapları uzak kütüphanemdeydi. Hakkında yazılan “Füruzan diye bir öykü” kitabı ise yanımdaydı, tekrar okumaya başladım...

Her ne kadar “12 Mart romancıları” arasında gösterilse de bence Füruzan, anne-kız ilişkilerinin psikolojik derinliğini en iyi anlatan özgün edebiyatçılardan biri.  

Adı gibi parıltısı sönmeyecek...