İspanya’da Real Madrid, uzun yıllar hem ülke hem de dünya futboluna damgasını vurdu. İspanya’yı 1938’den 1973’e kadar diktatörlükle yöneten General Francisco Franco’nun takımı olarak bilinen Real Madrid, arkasına iktidarın gücünü de alarak İspanya ve Avrupa’da fırtına gibi esti. Uzun yıllar yıkılmaz sanılan bir hegemonya sürdürdü. O dönemde Şampiyon Kulüpler Kupası olarak biline kupayı 6 kez kazandı. Barcelona ise o dönem azınlıkta kalan ve büyük haksızlıklara uğrayan Katalan topraklarının temsilcisi olarak kaldı. Franco yönetiminde ara ara İspanya Ligi’nde şampiyonluklar yaşasa da sonrasında kafasını kaldıramadı. Franco yönetiminde Real Madrid, 13 lig şampiyonluğu kazanırken, Barcelona 7 kez mutlu sona ulaşabildi. Katalan ekibinin bu şampiyonluklarının 3’ü ise Franco’nun henüz yönetimi ele geçirdiği ilk yıllarda geldi. [special_article_template title="" desc="İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir. " who="Aliya İzzetbegoviç "] İspanya’da Real Madrid ve Barcelona, adeta Franco diktatörlüğü ile ezilen halkın arasındaki çatışmanın sahadaki yansıması gibiydi. Aralarındaki maçlar da adeta bir savaşı andırırdı. Transferde de benzer bir durum söz konusuydu. Barcelona’nın almak istediği yıldızlara Real Madrid talip olur, genelde de kadrosuna katmayı başarırdı. Katalan ekibine de Maradona gibi sol görüşlü yıldızlar, Doğu Bloku ülkelerindeki futbolcular ya da özgürlükçü Hollandalılar kalırdı.

İKTİDAR EL DEĞİŞTİRİYOR

Gücü arkasına alan Real Madrid, arayı o kadar açmıştı ki, Franco diktatörlüğü bittikten sonra bile İspanya ve Avrupa futbolunun bir numarası olmayı sürdürdü. Uzun süre hem iktidar hem de rakibi ile mücadele eden Barcelona, ancak 2000’li yılların başında uzun yıllardır beklediği gücü eline geçirmeye başladı. Takımın efsanelerinden Johan Cruyff’un 90’lı yıllarda temellerini attığı ‘Total Futbol’ meyvelerini vermeye başlamıştı. Üstelik bu güç, astronomik rakamlarla transfer edilen yıldızlardan çok, organize çalışmanın ve alt yapının etkisiyle kazanıldı. Valdes, Puyol, Xavi, Iniesta, Messi’den oluşan iskeletin etrafına yerleştiren yetenekli yıldızlarla, hegemonya artık el değiştirmişti.

İLK BAŞARILAR RIJKAARD'LA

İktidarın yeni sahibi, uzun yıllar ezilmiş Barcelona olmuştu. Önce Hollandalı çalıştırıcı Frank Rijkaard ile başladı yükseliş... Cruyff’un mirasını başarıyla temsil eden Rijkaard, çalıştığı beş yıl boyunca Katalan ekibine iki lig şampiyonluğunu, bir de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşattı. Ancak asıl yükseliş Guardiola ile geldi. 2008’de Barcelona’nın başına geçen Guardiola, Cruyff’un total futboluna tiki-taka’yı ekledi. İnanılmaz bir takım yarattı. Xavi önderliğinde, Iniesta ve Messi’nin yıldızlığında başarıdan başarıya koştu Barcelona... Artık İspanya’da olduğu kadar, dünyada da iktidar Katalan ekibinin eline geçmişti. Guardiola önderliğinde Barcelona, tam 16 kupa kazandı. Artık herkesin korkulu rüyası olmuşlardı. Barcelona ile herhangi bir kulvarda yarışa girmek, kaybetmek anlamına gelmeye başlamıştı. Fark yememek başarı olarak adlandırılıyordu. İktidar el değiştirmişti.

İKTİDARLARIN DÜŞTÜĞÜ TUZAĞA DÜŞTÜ

Rijkaard ile başlayan Guardiola ile devam eden dönemde Barcelona ile Real Madrid adeta yer değiştirmişti. Artık Real Madrid ara sıra kafasını kaldırabiliyorken, üstünlük tamamen Barcelona’nın elindeydi. Fakat Real Madrid gibi Barcelona’nın iktidarı da son bulmaya mahkumdu. Gücü eline geçiren Barcelona, tüm iktidarların düştüğü tuzağa düştü; Rakipsiz kaldığını düşünmek... Çöküş, kendisini tam olarak hissettirmese de Xavi ve Iniesta’nın yaşlanması ile başladı. Takımdan ayrılan Barcelona’nın iki beyni, oyun kalitesinin düşmesine neden oldu. Neymar, Suarez ve Messi ile bu açık biraz olsun kapatıldı. İktidar hipnozundaki Barcelona, rehavete kapılmanın bedelini ağır ödeyecekti. Önce yeni sözleşme önerilmeyen, serbest kalma maddesini nasılsa kimse ödeyemez, ödense de dünyanın en iyi takımında ayrılmak istemez diye düşünülen Neymar, Paris Saint Germain’e transfer oldu. Xavi ve Iniesta’nın yokluğunu kapatan üç ayaktan biri gitmişti.

DÖNEME AYAK UYDURAMADI

Nasılsa Messi var denilerek, bu ayrılık pek ciddiye alınmadı. Messi ise önemli bir yıldızın kaybedilmesinden rahatsızdı. Arjantinli yıldız için ‘Bizim çocuğumuz takımı bırakmaz’ diye düşünülerek takıma gerekli takviyeler yapılmadı. Dönemin değiştiği fark edilemedi. Taktik güncellenemedi. Sonra ‘Messi varken gerek yok’ denilerek üç ayağın bir diğeri de takımdan gönderildi. Gidişine kadar ne kadar önemli olduğunu anlayamayan Barcelona, Luis Suarez ile yollarını kötü bir şekilde ayırdı. Bütün yük tek adamın üzerine yıkıldı. Messi ise artık sahada alıştığı isimlerden yoksun, saha dışında ise en iyi anlaştığı takım arkadaşlarının ayrılmasından dolayı mutsuzdu.

ÇÖKÜŞ BAŞLADI

Ve çöküş başladı. Ligde liderin dokuz puan gerisine düşen bir dönemin tartışmasız iktidarı, Şampiyonlar Ligi Son 16 Turu ilk maçında da Paris Saint Germain’e evi Nou Camp’ta 4-1 yenilerek turu mucizelere bıraktı. Altı yıldır Avrupa’da, iki yıldır da İspanya’da kupa kazanamayan bir dönemin yenilmez gücü, kapıldığı rehavet ve döneme ayak uyduramamasının sonucunda gün geçtikçe sıradanlaşıyor. ‘Sistemimiz yıkılmaz’ anlayışı çöküşü hızlandırıyor. Aradaki farkı görmek için 6 yıl arayla sahaya çıkan iki kadroya bakmak yeterli... Barcelona’nın 6 Haziran 2015 tarihinde finalde Juventus’u yenerek en son Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduğu maçtaki kadrosu: İLK 11: ter Stegen, Dani Alves, Mascherano, Pique, Alba, Busquets, Rakitic, Iniesta, Rakitic, Messi, Neymar, Suarez YEDEKLER: Bravo, Bartra, Mathieu, Adriano, Rafinha, Xavi, Pedro Barcelona’nın 16 Şubat 2021 tarihinde Şanpiyonlar Ligi Son 16 Turu ilk maçında Paris Saint Germain’e evinde 4-1 yenildiği maçın kadrosu: İLK 11: ter Stegen, Dest, Pique, Lenglet, Alba, Busquets, de Jong, Pedri, Dembele, Griezmann, Messi YEDEKLER: Neto, Pena, Mingueza, Umtiti, Firpo, Fernandes, Pjanic, Puig, Trincao, Braithwaite