ANALİZ

Bu iktidarın demokrasi, hukuk, insan hakları, özgürlükler gibi evrensel kavramları hiç takmadığını biliyoruz.
Demokrasi, hukuk iktidar daha da doğrusu saray ne derse ona uymak, onu desteklemek anlamına geliyor.
İktidar ve saray demokrasiden “çoğunlukçuluğu” anlıyor “ben seçim kazandım o halde mühür bende ne istersem onu yaparım” anlayışında.
İnsan hakları ve özgürlükler de bu iktidar için “benden olanların yararlanacağı” kavramlar olarak değerlendiriliyor.
Bu evrensel kurallara uyulmaması aslında “dinci faşist” bir anlayışın da ürünü ülkemizde. Darbeyle ya da halkın oylarıyla iktidara gelenlerin ortak davranış ve siyaset yapma biçimidir bu.
Ancak iktidara en yakın yazarlardan biri, bunun sadece dinci faşist bir anlayışın yanısıra aynı zamanda demokrasi ve hukuk cehaletinden de kaynaklandığını ifşa ediverdi.
Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi dün yazdığı yazı ile Cumhurbaşkanının en temel hukuk kurallarından birini hiç bilmediğini ve öğrendiği sırada şaşkınlık yaşadığını yazdı.
Önce yazının ilgili bölümünü aynen okuyalım;
Bakanlar Kurulu toplantısında idam konusunu Cumhurbaşkanı Erdoğan gündeme getiriyor.
Tuğrul Türkeş, “İdamı getirseniz bile Öcalan’ı da Gülen’i de asamazsınız” diye söze başlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Niye” dercesine bakınca, “Çünkü Magna Carta’dan beri cezalar geriye yürümez” diyor. Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri Türkeş’i ilgiyle dinliyor. “Hem idamı getirmiş oluruz hem de infazını yapamayız. Ama idamı getirirsek, görüntümüz bozulur. Bizi hemen Avrupa Konseyi’nden ihraç ederler, NATO’dan çıkarırlar.”
Türkeş’in bu sözleri üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, “NATO’dan nasıl çıkarırlar? ABD’de idam var” diyor. Tuğrul Türkeş, “ABD’de başından beri öyle. NATO kurulmadan önce de idam vardı, sonra da değiştirmediler. Onların hukuku ayrı. Ama biz baştan beri kıta Avrupa’sının hukukuna tabiyiz” diye sözlerine açıklık getiriyor.
Bir yasanın sanığın aleyhine geriye doğru işlemeyeceği kuralı bırakın hukuk literatürünü, sadece Türk basınında abartıyorum binlerce kez yazılmıştır. Ama nasıl oluyorsa oluyor Cumhurbaşkanı bu konuyu bilmiyor.
Bir bilgisizlik örneği ise yazının ikinci paragrafında. İdam cezasının getirilmesi halinde Türkiye’nin “NATO’dan bile çıkarılabileceği” gerçeği de Erdoğan’ı şaşırtıyor ve “Ama Amerika’da idam var” diyor.
Amerika’da eyalet sistemi olduğunu, bu eyaletlerin artık az bir bölümünde idam cezasının olduğunu ve asla bir siyasi suç nedeniyle işletilmediğinden haberleri yok iktidar mensuplarının.
Avrupa Birliği’nin ise “bir ülkede idam cezası olmasının üyelik koşullarına uymadığı” gerçeğinden bi haberler.
Neyseki güya iktidarı korumak isterken yerin dibine batıran yandaşlar var da iktidarın cehaletini öğrenme şansı yakalıyoruz.
Gerçi pek çok olayda bu bilgisizlik ve beceriksizlikleri görüyoruz ama kendilerinin itirafı bir başka keyifli oluyor.

KOMİK

Valla helal olsun, milletin devlete borç takmasını bile kahramanlık gibi sundular


Başbakan Binali Yıldırım dünkü AKP grup toplantısında çok formundaydı. Birkaç gündür üzerine yapışan asık suratı bir kenara bırakmıştı. Yine yüzü gülüyordu. Hele salondan sürekli sloganlar yükseldikçe Yıldırım’ın keyfi daha da yerine geldi, coştukça coştu.
Tabii o coşku içinde sürekli çelişkiler içine düşmesi dikkatli dinleyenlere tebessüm ettirmedi değil.
Yıldırım’ı dinlerken ekonominin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlamak mümkün olmuyor. Çünkü bir cümlesinde dibe vurduğumuzu söylerken bir başka cümlede ise ekonominin çok güçlü olduğunu belirtiyor.
Ama en güzeli, ekonominin düzelmesi için “milletin fedakârlığını” anlattığı bölümdü.
Sözü “Vergi borçlarının yapılandırmasına” getiren Başbakan “112 milyar lira topluyoruz. Millet devletine yardım etmek için kuyruklarda bekliyor, böyle bir millet dünyanın neresinde olur” diye sordu.
“Yanlış mı duyuyorum” diye düşündüm.
Başbakan’ın “nerede bulunur böyle millet” diye sorduğu millet “zamanında vergi borcunu ödememiş, şimdi ödeme kolaylığından yararlanmak isteyen” millet aslında.
Kuyruklara girip para yatırması devletini güçlendirmek değil, kendi paçasını kurtarmak istemesinden kaynaklanıyor.
Vergisini zamanında ödemeyenlerden de “kahraman” çıkarmayı başardılar ya, “valla helal olsun” diyorum başka bir şey demiyorum.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Dopingci sporcudan federasyon başkanı olmaz


Hidayet Türkoğlu Türkiye’nin en önemli basketbolcularındandı. Daha sonra Amerika’da NBA’da da oynadı. Türkiye’ye döndükten sonra Cumhurbaşkanı baş danışmanlarından biri oldu. Sonra da Erdoğan’ın talimatı ile Basketbol Federasyonu Başkanlığı’na seçildi.
Seçim aşamasında aklıma geldi. Bu Türkoğlu NBA’da oynadığı sırada doping yapmakla suçlanmış ve NBA tarihinin en büyük cezalarından birini almıştı.
Sporda en istenmeyen hareketlerden biri olan “doping” yapan bir sporcunun federasyon başkanı olmasının pek şık olmadığını düşünmüştüm.
Ancak o sırada “bundan da mı muhalefet çıkarıyorsun” türü zevzekliklere maruz kalmamak için “haydi bu konuyu da yazmayayım” diye düşünmüştüm.
Tabii o sırada “doping yapan bir sporcunun 6 ay ve üzeri ceza alması halinde herhangi bir federasyonun yönetimine giremeyeceği” kuralı olduğunu bilmiyordum.
Benim “şık değil” diye düşündüğüm konu meğer kendi koyduğumuz kurallar arasındaymış.
Şimdi Hidayet Türkoğlu’nun seçildiği! Türkiye Basketbol Federasyonu Genel Kurulu’nun iptali için dava açılmış.
Hoş “diploması tartışmalı bir cumhurbaşkanı varken, Basketbol Federasyonu’nun başına doping suçu işlemiş biri getirilmiş, dert mi” derseniz o da başka tabii.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Yeni bir siyasi skandalı öğrenmemize az kaldı


Devlet Bahçeli’nin dünkü grup toplantısı konuşmasından sonra MHP’li dostlarımdan biri telefon etti, gülerek “Bahçeli MHP grubunda mı yoksa AKP grubunda mı konuştu” diye sordu.
Bahçeli’nin konuşmasının neredeyse tamamı iktidara destek niteliğindeydi. Bir tek Şanghay Beşlisi’ne katılma konusunda itiraz etti.
Ancak ilginçtir tamamı iktidara destek gibi olan konuşmadan “Cumhurbaşkanlığı sistemine destek” konusunda tatmin edici tek cümle etmedi Bahçeli.
Konuşma bitikten sonra gazetecilerin ısrarlı sorularını da “yakında Başbakanla görüşeceğiz” diye geçiştirdi.
Yani grup konuşmasındaki desteğe bakarak “tamam bu iş” diye düşünen herkesin içinde yine de bir kuşku var.
Bahçeli’nin grup toplantısından sonra yaptığı açıklamalardaki en dikkat çekici bölüm bana göre eski MHP’li yeni AKP’li Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in sözlerine cevap verdiği andı.
Bahçeli “MHP Genel Başkan Yardımcılığı’ndan AKP hükümetinde Başbakan Yardımcılığı’na nasıl geçtiğini o dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu açıklarsa, bu sözlerin anlamı ortaya çıkar” dedi.
Bu sözlerden anlıyoruz ki o transfer sırasında “garip” olaylar yaşanmış. Ben bu satırları yazdığım ana kadar ne Türkeş’ten ne Davutoğlu’ndan bir açıklama gelmemişti.
Bir bakmışsınız birkaç gün içinde yeni bir siyasi skandal gündeme düşüverir.

Bİ SORALIM BAKALIM

Şanghay Beşlisi’ne girersek çok önemli iki sorun bizi bekliyor


Avrupa bütün hakaretlerimize karşı bir şey yapmıyor, şu anda sadece dinlemedeler. Almanya ve birkaç küçük AB ülkesi “Türkiye’nin uzaklaşması bize zarar verir” diyorlar o kadar.
Bu sözler Türkiye’de büyük sevinçle karşılanıyor “Onlar bizden daha fazla zarar görecek” diye kendimizi teselli ediyoruz.
Alternatif olarak Şanghay Beşlisi’ne geçivereceğimiz konuşuluyor. Yandaşlar bu fikre pek sarıldılar, hatta sorsanız hepsi “kapıların açılmasını, milyonlarca mültecinin Avrupa’ya gönderilmesini, Avrupa Birliği’nden ve NATO’dan çıkılmasını” istiyor.
Şanghay Beşlisi bu tür coşkularla karşılanırken aklıma takıldı.
Deyin ki Şanghay Beşlisi’ne girdik. Bizi bekleyen çok önemli iki sorun var.
Birincisi Şanghay Beşlisi Esad’ın arkasında. Biz de bu birliğin içine girersek Esad’ı desteklemek ve gidip el sıkışmak zorunda kalacak mıyız?
Erdoğan dün Kudüs toplantısında konuşurken Suriye’ye zalim Esad rejimini devirmek için girdiğimizi söyledi. Ne yapacağız bu durumda? Devirmek istediğimizin elini mi sıkacağız?
İkincisi Çin, Doğu Türkistan’da yaşayanlara bizim PKK’ya yaptığımız muameleyi yapıyor. Doğu Türkistan Çin için terörist kabul ediliyor. Şanghay Beşlisi’ne katılırsak Doğu Türkistan’ı biz de terörist olarak niteleyecek ve bütün ilişkimizi kesecek miyiz?
Avrupa’ya Amerika’ya öfkelenip “Haydi bize eyvallah” demek ve Şanghay Beşlisi’ne katılma kartını ortaya sürmek birçok kişiyi heyecanlandırabilir ama orada karşımıza çıkacak sorunları da hesaplamak zorundayız.

ŞAŞIRDIM

Yok artık, Erdoğan’ı kaçırıp Lahey’de yargılayacaklarmış


İktidara yakın kişilerin, “güya” iktidarı övmek isterken ifşa ettikleri bazı gerçekleri öğrenmemizi sağlamalarına bir başka örnek daha vermek istiyorum.
Eski Refah milletvekili Şevki Yılmaz’ı hatırlarsınız. 90’lı yılların en “flaş” Refahlı isimlerinden biriydi. Cumhuriyet’e, Atatürk’e yönelik hakaretleri günlerce gazetelerin manşetlerini süslerdi.
Bu Şevki Yılmaz önceki gece yandaşların havuzu niteliğindeki AHaber’de konuştu.
Dedi ki “Erdoğan kardeşimiz pilotlarına dikkat etsin, onu kaçırıp Lahey’e götürebilirler. Avrupa bir yargılama oyunu hazırlıyor.”
Sunucu o kadar şaşırdı ki “Anlamadım bir daha tekrarlar mısınız?” diye sormadan edemedi.
Yılmaz’ın Lahey dediği yer “savaş suçlularının yargılandığı” Uluslararası Adalet Divanı.
Eski Refah milletvekiline göre “Türkiye’yi kıskanan” ve “İktidarı devirmek isteyen” güçler Erdoğan’ı “savaş suçlusu” olarak yargılamak istiyor.
Neden peki?
Çünkü ülkemize düşman ülkeler Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta terör örgütlerine silah yardımı yaptığını, bu ülkelerdeki iç savaşı körüklediğini, yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın da yurdunu terk etmesine neden olduğunu iddia ediyormuş.
Bu nedenle Türkiye ile ilgili hazırlanan dosyalar 5 bin sayfayı bulmuş.
Şevki Yılmaz “içerideki dostlarından” bilgi aldığını belirterek bu 5 bin sayfalık dosyanın hepsinin düzmece olduğunu da söylüyor.
FETÖ Erdoğan’ın Lahey Adalet Divanı’nda yargılanacağını uzun süredir söylüyor ama bunun iktidara yakın isimler tarafından dile getirilmesi çok şaşırtıcı değil mi?