Sevgili okuyucularım, ülkemizde özellikle 2007 ve 2008 yıllarında kaynatılan cadı kazanını herhalde unutmadınız. Asker, gazeteci, siyasetçi, rektör, üniversite hocası, herkesin ev ve iş yerleri sabahın karanlığında polis tarafından basılıyor, insanlar yaka paça Emniyet’e götürülüyordu.
Sorgu sual derken, gözaltına alınanların tamamı mahkeme tarafından tutuklanıyordu.
Hak, hukuk, adalet ayaklar altında, paspas gibi çiğneniyordu.
Türkiye’nin dört bir yanında yürütülen polis operasyonlarını yöneten bir kişi vardı:
Savcı Zekeriya Öz.
İş öyle bir boyuta varmıştı ki, kendilerinden yana olduğundan kuşku duyulan herkesin telefonları dinleniyor, savcının emriyle polis tarafından izleniyordu.
İstanbul ve Ankara Cumhuriyet başsavcıları bile aynı savcının emriyle izlenmiş, kameraya çekilmiş ve telefonları dinlenmişti.
Cadı kazanı kaynıyor, suçsuz insanlar tutuklanıyor, Fethullah medyası dahil bütün yandaş medya zevkten dört köşe yayınlar yapıp savcıya gaz veriyordu.
Ortaya korkunç bir örgüt çıkarılmıştı!
“Ergenekon silahlı terör örgütü!”
Mahkemeler başladı, örgüt üyeleri (!) birbirlerini ilk kez duruşma salonunda gördü.

* * *

Yandaş medya gaz verir, insanlar tutuklanır da Tayyip durur mu! O da zevkten dört köşe olmuştu. Bir taşla iki kuş vuruyordu.
Yapılan operasyon ve gerçekleşen baskınlarla hem karşıtları içeri tıkılıyor, hem de kitleler korkutulup sindiriliyor, en küçük demokratik hakları bile ellerinden alınıyordu.
Tayyip açıklama yaptı:
“Ben bu davanın savcısıyım!”
Zekeriya Öz’den öylesine memnundu ki, kendisini onun yerine koyduğunu bildiriyordu.
Bu kadarla da yetinmedi. Savcıyı suikastlardan korumak için kendi zırhlı makam aracını onun emrine verdi.
Savcısını böylesine seviyordu. Ona adeta aşıktı! Emrine korumalar verdi.
Savcı Bey o makam aracını acaba şimdi de kullanıyor mu, yoksa altından alındı mı, doğrusu bilemiyorum.
Zekeriya Öz o günlerin küçük dağları yaratan ilahı, Tayyip’in bir numaralı sevgilisi idi.
Bütün insanlık dışı operasyonlarda onun emri, onun imzası vardı. Hak, hukuk ve adalet çiğnenirken yine onun emirleri vardı.

* * *

Aradan birkaç yıl geçti, gün geldi devran döndü. Aynı savcı bu kez başka bir operasyon başlattı. Bu, siyasi tarihimize 17 Aralık operasyonu olarak geçti.
Şimdi sırada büyük rüşvetler, ihale yolsuzlukları, avantalar, ayakkabı kutularında saklanan paralar, Türk ve İranlı vurguncular, Tayyip’in belediye başkanları, bakanları ve hatta oğlu Bilal vardı.
Vurgun ve yolsuzluk çok büyüktü.
Bilal bile polis baskınıyla gözaltına alınmak üzereydi.
Operasyonu polisteki cemaat tayfası yapacak, bütün zanlılar mahkemeye sevk edilecekti.
Tayyip tayfası bu operasyonu medyaya sızdırdı ve kıyamet işte o aşamada koptu. Yüzlerce polis şefi sürüldü, operasyonlar iptal edildi.
Tayyip yine kürsülere çıktı. Ancak bu kez hedef aldığı kişi başkaydı.
Şimdi geçmişte öve öve bitiremediği, emrine zırhlı makam aracını verdiği Zekeriya Öz’ü hedef tahtasına oturtmuştu.
“Savcı efendi... Senin belediyede nasıl iş takip ettiğini biliyoruz... Sen nasıl savcısın... Seninle görülecek hesabımız var!..”
Bunca suçlamadan sonra Zekeriya Öz açıklama yaptı:
“Fatih Belediyesi’ne bazen gittiğim doğrudur ama iş takibi yapmadım.”
Türkiye’nin durumunu görün!

* * *

Olan Ergenekon ve Balyoz sanıklarına oldu. Balyoz sanıkları haksız suçlamalarla yargılandı, Türk Ordusu’nun en değerli komutanları Genelkurmay Başkanı Necdet Bey’in gözleri önünde tasfiye edildi. Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ bile terörist damgası yedi. Balyoz’da verilen hapis cezalarını Yargıtay onadı ve iş bitti.
Kuzuların sessizliğini oynayan Necdet Bey ne yapar, ne düşünür, bilemeyiz.
Ergenekon sanıklarının cezaları ağustos ayında açıklandı, mahkemenin gerekçeli kararı henüz ortada yok! Adalete bakın siz!

* * *

Doğrusu çok merak ediyorum, başına gelenler konusunda Zekeriya Öz ne düşünüyor? Dün en büyük hizmeti Tayyip’e vermiş onun övgülerine hak kazanmıştı.
Başına gelenler, uğradığı hakaretler, kendisine Tayyip ağzıyla yapılan saldırılar konusunda acaba ne diyor?
Acaba haksızlık ettiği yüzlerce masum insanın ah’ı mı tuttu?
Tayyip’in mesajını acaba aldı mı? Sadece o değil, bütün yargı mensupları aldı mı?
“Ben hak, hukuk ve adaletten anlamam. Benim kitabımda onlar yazmıyor. Benden yana olduğun sürece seni yüceltirim, olmadığın zaman üzerine saldırırım.”
Bir zamanlar astığı astık, kestiği kestik savcı Zekeriya Öz vardı!
Şimdi büyük oynadı, aldı başına belayı.

Fetva!

“Ey benim hizmet ehli arkadaşlarım, hepimizin ortak referansı olan Kuran-ı Kerim’in ayetlerinde Allah bize ‘Düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz’ gibi hitaplarla seslenmektedir. Bizlerin manevi tekamülüne (gelişmesine) katkı sunan kanaat önderlerimizi (olayımızda Fethullah) sevip sayacağız ancak asla Rab (Allah) haline getirip Allah’ın konum ve derecesine ikame etmeyeceğiz.
Dini anlayış ve yaşayışta referans sıralaması ve hiyerarşimizin Allah, Peygamber ve ondan sonra kanaat önderimiz olduğunu aklımızdan çıkarmayacağız.
Birileri din adına bir şeyler emrettiğinde, öncelikle Kuran ve sünnet filtresinden geçireceğiz...”

* * *

Yukarıdaki sözler bir imam tarafından camide okunmadı. Bu sözlerin sahibi olan şahıs, Yargıtay üyesi Abdullah Yaman.
Hazırladığı yazılı metni arkadaşlarına ve medyaya dağıttı.
Özetleyerek verdiğim bu mesajın amacı:
Yargıda, poliste ve öteki kamu kurumlarında görevli Fethullahçılara seslenip onları
ikna etmek, yanlış yoldan döndürmek.
Başka bir deyişle “Tayyip’ten ve hükümetten yana olun” demek.
Abdullah Yaman isimli bu şahıs geçmişte Ankara Sincan’da ticaretmahkemesi hakimi iken son furyadaAKP’nin HSYK’sı tarafından Yargıtay’aüye seçildi. Şimdi Yargıtay’da 19. Hukuk Dairesi üyesi.
Önüne gelen dosyaları acaba hukuk açısından mı, yoksa din ve Kuran açısından mı inceler?
Bu şahsın fetvası, Türkiye’de yargının kimlerin, hangi kafaların elinde olduğunun sadece bir örneğidir.