Sevgili okuyucularım, bu yazı bir anlamda dünkü yazımın devamı olacak... Demiştim ya, insan bazen geçmişi hem kendisi, hem ülkesi, hem de gazeteciliğin günümüzde düşürüldüğü pespaye durum açısından özlüyor.
Geçmişte Türkiye olarak nice olaylar yaşadık ama böylesine duyarsız bir diktatörlük ortamına asla tanık olmadık.
Bir yolsuzluk mu ortaya çıktı, hesabı şu veya bu biçimde mutlaka sorulurdu.
Ülkeyi yönetenlerden biri rüşvet mi aldı, hemen üzerine gidilir, hesabı yine sorulur, iyi veya kötü bir sonuç alınırdı.
Dün verdiklerime ek olarak bugün de birkaç örnek vereyim.

* * *

Olay Bir:
Başbakan Turgut Özal’ın kızı Zeynep uçarı bir hayat yaşıyor, evlenip boşanıyor, sağda solda ismi bazı olaylara karışıyor.
Babası ve anası üzgün ama ellerinden bir şey gelmiyor.
Günün birinde Zeynep bir evlilik daha yapıyor. Bu kez damat orkestralarda bateri çalan Asım Ekren.
Kamuoyunda davulcu Asım olarak biliniyor. Özal düğünden hemen önce MİT’i devreye sokup bu evliliğin önlenmesini istiyor. MİT damadı kaçırıyor ama sonuç değişmiyor.
Bir süre sonra Zeki Berberoğlu isimli bir işadamı, Zeynep-Asım çiftine (hükümetten bazı iş beklentileri nedeniyle) Jaguar marka son model bir araba armağan ediyor.
Olay ortaya çıkınca kamuoyu yıkılıyor, kıyametler kopuyor... Çünkü kamuoyu o yıllarda duyarlı. Bugünkü gibi değil.
Tam da bu sırada 1986 ara seçimleri yapılacaktı. Gazeteci arkadaşımız rahmetli Tayyar Şafak, iktidarın çıkardığı seçim yasasını protesto etmek amacıyla bir parti kurdu ve seçime katılma hakkı elde etti.
Partinin adı Büyük Anadolu Partisi!
Amblemi ise davulu delen jaguar.
Tayyar Şafak bu yeni yasa sayesinde televizyonda seçim konuşmaları yapma hakkı elde etti, hiçbir etkinliği olmayan partisiyle o seçimde yüzde 1.5 oranında oy almayı başardı!
Zeynep-Asım çifti kamuoyu baskısına daha fazla dayanamadı... Ve Jaguar marka aracın anahtarlarını işadamına teslim etmek zorunda kaldılar.
(Bir de günümüzdeki yolsuzluklara, rüşvetlere, kutuculara, vurgunlara bakın. Hangisinde sonuç alındı?)

* * *

Olay iki:
Başbakan Mesut Yılmaz. Koalisyon hükümeti var. İhale açıldı, Türkbank satılacak.
Bir süre sonra ortaya bazı gerçekler çıkıyor. Mafya liderlerinden, dönemin güçlü adamı Alaattin Çakıcı bu ihalenin peşindedir ve bankayı Korkmaz Yiğit isimli işadamının almasını istemektedir.
Kendisi de bu işten doğal olarak payını alacaktır.
Satış bedeli 600 milyon dolardır. Çakıcı’nın tehditlerinden korkan öteki talipler ihaleden çekilmek zorunda kalıyor.
Günün birinde Çakıcı ile Yiğit arasındaki bir telefon görüşmesinin kaseti ortaya çıkıyor. Bütün pazarlıklar orada...
Korkmaz Yiğit’te para çok. Üç televizyonu var, aynı günlerde Milliyet’i de Aydın Doğan’dan satın alıyor. Onun bütün derdi Çakıcı’dan kurtulmak ama elini kaptırmış kolunu alamıyor. “Sesini duyunca kimyam bozuluyordu, ne yapayım” diyor.
Bütün bu olanlar kaset olayı sonrasında ortaya çıkınca, koalisyon hükümetini dışarıdan destekleyen CHP, Mesut Yılmaz hakkında gensoru önergesi veriyor.
Zor durumda kalan Mesut Yılmaz istifa etmek zorunda kalıyor.
Demek ki o günlerde başbakanların istifası diye bir kavram Türkiye’de geçerli imiş!
(AKP 2002 yılında iktidar olunca bu konuyu yeniden gündeme getirdi. Verilen önergelerle, Türkbank olayı nedeniyle Mesut Yılmaz ve Güneş Taner Yüce Divan’a gönderildi. Her ikisine de ceza verilmedi. Oysa Türkbank olayı, AKP dönemindeki hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının yanında solda sıfırdı. Ama geçmişte başbakanlar istifa etmek zorunda kaldı, hükümetler düştü. Başkalarının üzerine gidip onları yargılatan AKP, kendi döneminde olanları hiçbir zaman görmedi. Bütün pisliklerin üstü örtüldü.)

* * *

Olay üç:
Başbakan Süleyman Demirel, yardımcısı Erdal İnönü.
Aileden Sorumlu Devlet Bakanı ise Tokat Milletvekili Güler İleri.
Günün birinde İleri’nin babası vefat etti...
Ve bir gazetede ölüm ilanı yayınlandı.
Sonra ortaya çıktı ki, bu ilanın parasını İleri’nin bakanlığına bağlı olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ödemiştir.
Yıl 1992... Kamuoyu o yıllarda irili ufaklı her türlü yolsuzluğa karşı son derece duyarlı...
Olay ortaya çıkınca ortalık birbirine girdi.
Kadın bakan devleti zarara uğrattığı gerekçesiyle topa tutuldu.
O sırada muhalefette olan ANAP ve Refah Partisi, Güler İleri hakkında gensoru önergeleri verdiler.
İleri hatasını itiraf etti, parayı devlet kurumuna geri ödedi...
Ve bakanlık görevinden istifa etti.
“Yolsuzluk yaptığım için değil, çıkarılan asılsız söylentiler yüzünden istifa ettim. İstifayı siyasi ahlakın gereği saydım. Bu davranışımın bütün siyasi partilere örnek olmasını dilerim” dedi.
(Bir yanda devlet parasıyla ödenen ölüm ilanı ve istifa eden bakan hanım... Öbür yanda ise günümüzdeki yüzsüzlükler...
Bütün marifetleri belgelerle ortaya çıkanların biri bile istifa etmedi.
Tam tersine, bu olayları soruşturan polisler, hakim ve savcılar görevden alındı.)

* * *

Sevgili okuyucularım, iki günden bu yana aynı konuyu işledim, geçmişte unutulup kalmış bazı olayları sizlere anımsatmak için yeniden, ama çok özetle sizlere aktardım.
Dün sizler de mesajlarınızla çok katkıda bulundunuz ama yerimiz bu kadar! Örneğin Başbakan Tansu Çiller Kuşadası’nda satın aldığı çiftliğin tapusunu, yanında çalışan Suna Pelister isimli bir kadının üzerine yapmıştı. Olay ortaya çıkınca Türkiye birbirine girdi...
Tuncay Mataracı, İSKİ, Emlakbank ve Engin Civan...
Bu iktidar döneminde olanlarla kıyaslayınca neredeyse hepsi solda sıfır kalır.
Bunları çoğumuz unuttuk!
Ama bir şeyi hep aklımızda tutalım:
Geçmişte başka bir Türkiye vardı.
Devlet parasının hesabını soran, rüşvet ve yolsuzluğa göz yummayan, yapanı cezalandıran, yargılayan, hiç değilse tepki koyan bir Türkiye...
Bir de günümüze bakın, ibret alın!
“Müslüman (!)” geçinip halkı kandıran bazıları utanma duygusunu tümüyle yitirmiş. Onlarda Allah’tan korkmak, kuldan utanmak diye bir kavram hiç kalmamış.
Biz geçmişteki ülkemizi çok özlüyoruz.